30 yılın Ayrıntı’sı
30. yılını 1000. kitabını yayımlayarak kutlayan Ayrıntı Yayınları’nın ortaklarından İlbay Kahraman, ‘Tüm zorluklara rağmen bir büyüye kapılmış gidiyoruz’ diyor.
Emrah KolukısaBir yayınevinin 30 yıldır varlığını sürdürmesi günümüz Türkiye’sinde çok şey ifade ediyor. Neden derseniz, özellikle şu son 30 yılda Türkiye’de çok şey değişti, çok şey bitti, çok şey yok edilip yerine ya hiçbir şey konmadı ya da olmadık bir şey ikame edildi. Dünyada da çok şey değişti aslına bakarsanız, teknolojik anlamda, insanların yaşayışları, dünyayı algılayışları anlamında. Tüm bu bilgiler ışığında Ayrıntı Yayınevi’nin 30 yıllık macerasına bakmak ve yayınevinin ortaklarından İlbay Kahraman’a yayınevininin dününü ve bugününü sormak istedik.
- Nasıl değerlendiriyorsunuz aradan geçen bu 30 yılı?
Başta inceleme ve edebiyat çevirileri yayımlayan butik bir yayıneviydik. Zamanla yeni çeviri dizilerle bu imajımızı güçlendirdik. 2009 sonrası yeni diziler ve telif kitaplarla daha geniş kapsamlı bir yayınevi olmayı hedefledik. Bugün geldiğimiz noktada bu hedefimize ulaşabildiğimizi düşünüyorum. 1987-2009 arasındaki 22 yılda 500 kitap yayımlamışken 2009- 2017 arasındaki 8 yılda 500 kitap yayımladık.
- Okurla kurduğu bağ açısından ne söylersiniz?
12 Eylül’ün karanlık günlerinin son dönemecinde kitlelere yeni umut kapılarını göstermek, umudun kitaplarda ve bilgide olduğunu anlatmak amacıyla bir yayın politikası oluşturuldu. Bu politika okuyucular açısından geniş kabul gördü. Yayınevini geliştirmek isteyince, buna uygun yeni bir okuyucu kitlesi ve yayın politikasını da göz önüne almak gereğini hissettik. Tarih, yakın tarih, idea, felsefe, şiir ve klasik edebiyat gibi dizilerle daha geniş bir okuyucu kitlesine hitap etmeye çalıştık.
- Keşke şu kitabı ya da yazarı bassaydık dediğiniz oldu mu?
Şiiri çok severim. Emirhan Oğuz şiir projesiyle geldiğinde onun benim de projem olduğunu düşündüm. Dünyanın Devrimci Şairlerini yayımlamak güzel olurdu ve oluyor. Antik dönemden bugüne felsefe dizisi yapmak istedim. Bu konuda Veysel Atayman ile uzun sohbetlerimiz olmuştu. Şimdi meyvelerini toplamaya çalışıyoruz. Marx’ın, Lenin’in bütün eserlerini yayımlamak isterdim.
- Türkiye’de yayıncılığın bugününü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yayımcılık bugün birçok sorunla baş etmeye çalışıyor. Dağıtım, pazarlama, telif, elektronik yayımcılık vb. birçok sorunla yüz yüze. Devletin yeterli desteği yok. Buna karşın bir büyüye kapılmış gidiyoruz...
- Hep “Türkiye’de kitap okunmuyor” denir. Yayıncı daha çok kitap okunması için ne yapabilir?
Kitabın ucuz ve ulaşılabilir olması gerekir. Kâğıt fiyatlarının altın fiyatlarıyla başa baş gittiği bir ülkede elmasa KDV uygulanmazken kitaba KDV uygulanması gibi sorunlarımız var. Bunun yanı sıra eğitim sisteminden kaynaklı, okumaya değil bilgisayar veya telefon oyunlarına yönelen bir gençlik kesimi var. Her okula iyi bir kütüphane, okullarda okuma kampanyaları ve yazar sohbetlerinin yararlı olacağını söylemek gerek.
- Ayrıntı Yayınevi’nin adını kim, neden koydu?
Kuruluş döneminde sol-sosyalist düşünceye sahip insanların düşüncelerine ‘fosil’, bu düşüncelere sahip insanlara da ‘dinozor’ denilirdi. Biz yüzeysel değil ayrıntılı düşünen dinozorlardık. Bu yüzden yayınevinin kurucuları (Arslan Kahraman, Erol Mut, Muzaffer Aksoy ve diğerleri) Ayrıntı ve Dinozor’da karar kıldılar.
- 30. yılınızı 3 kitapla kutladınız. Bu kitapları hangi özelliklerinden dolayı 30. yıla bir nişan olarak seçtiniz?
999. kitabımız “Hayalet - Karl Marx’tan Seçme Yazılar”. 1000. kitabımız “Zamanın İzinde” ve 1001. kitabımız “101 Gece Masalları” ise Burhan Sönmez’in önerisi ve yayın kurulumuzun da tavsiyesiyle oldu.
1001. kitap ‘Yüzbir Gece Masalları’ Ayrıntı Yayınları, 30. yıl vesilesiyle üç kitap yayımladı. Her biri kalın ciltli, büyük formatta ve özel kâğıda basılan bu üç kitaptan sonuncusu, yani 1001. kitap “Yüzbir Gece Masalları” oldu. Kitabın girişinde Burhan Sönmez’in kaleme aldığı sunuş yazısından kitabın aslen “1001 Gece Masalları”nın küçük kız kardeşi olduğunu öğreniyoruz. Ama, yine aynı yazıda vurgulandığı gibi, “Yüzbir Gece Masalları”nı “Binbir Gece Masalları”nın kısaltılmış bir versiyonu olarak düşünmemek gerekir. Başrolde yine Şehrazat ve anlattığı masallar var elbette ama bu kez Arap kültür dünyasının doğu merkezinde değil batısında geçiyor masallar. Kitabın sonunda Claudia Ott’un Almanca baskı için kaleme aldığı bir sonsöz var ve burada kitabın tarihçesi üzerine ayrıntılı bir malumat mevcut. Kimi fotoğraflarla desteklenen bu tarihçe meraklı okuru en az kitabın içeriği kadar oyalacaktır. |