3 saate değen bir başyapıt...

Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi ‘Ahlat Ağacı’ Cannes’ın ardından gösterime girdi.

Sungu Çapan

1998’den itibaren son 20 yılda çektiği, çeşitli ödüller kazanan (“Kasaba”, “Mayıs Sıkıntısı”,”Uzak”, “İklimler”, “Üç Maymun”, “Bir Zamanlar Anadolu’da”, “Kış Uykusu” gibi) 7 uzun metrajıyla ülkemizden çok uluslararası alanda kendini kabul ettirerek kuşkusuz Yılmaz Güney’den sonra günümüzdeki en önemli ve özgün Türk sinemacısı konumuna erişmiş Nuri Bilge Ceylan’ın 8. filmi “Ahlat Ağacı”, ödülsüz döndüğü ama beğenildiği Cannes festivalinin hemen ardından bugün sıcağı sıcağına yerli sinemaseverlerle buluşuyor.

Okulundan yeni mezun olmuş, Sinan (Doğu Demirkol) adındaki sorgulayıcı, genç irisi, toy bir öğretmenin Çanakkale-Çan’ın bir köyündeki baba ocağına dönüşüyle başlıyor “Ahlat Ağacı”.

Kentten döndüğü kırsalda köklerinden kopup özgürleşmek derdindeki uyumsuz Sinan istemese de, başarısızlıklarını pek umursamaksızın habire birtakım soğuk espri-şakalarla geçiştiren, görünürde hep güleç ama mutsuz ve at yarışı bağımlısı, emekliliğinin eşiğindeki, taşralı bir köy öğretmeni olan babası İdris’in (Murat Cemcir) benimseyemediği alın yazısının onu beklediği bir geleceğe doğru ‘sürüklenmekte olduğunun’ da farkında. Kumar tutkusu ve borcu yüzünden parasını, onurunu, itibarını ve vaktiyle severek ona kaçmış karısı Asuman’ın (Bennu Yıldırımlar) sevgisini-saygısını da zaman içinde yitirmiş, yalnız bir kırsal ‘loser’ı olan İdris’in kısır döngüden ibaret kaderini yinelemekle yüz yüze Sinan’ın, bahçesinde su aramak için kuyu kazan girişken babasıyla hayat hesaplaşmasını, 3 saati aşkın bir olay örgüsünde ve bildik bir baba- oğul çekişmesi bağlamında hikâye eden filmi, yeğeni Akın Aksu’nun yaşamından esinlenerek A.Aksu, Ebru- Nuri Bilge Ceylan imzalı, otobiyografik bir senaryodan ve adına yaraşır bilgece bir tavırla çekmiş, artık 60’ına merdiven dayamış yönetmenimiz ‘güzel insan’ NBC.

Aile, ahlak, din...

Sinan’ın yaşadıklarıyla gözlemlerine dayanarak yazıp, adını da karı koca gerginliğinden kaynaklanan, anababayı kast eden bir aile içi soğuk savaş göndermesiyle Ahlat Ağacı koyduğu (Malum Anadolunun çoğu yerinde, kendiliğinden yetişen, yabani armut gibi bir meyve veren, dayanıklı, yabani, yamuk yumuk ama şifalı bir ağaçtır Ahlat) kitabını bastırmak için gereksindiği parayı bulma çabaları onu önce belediye başkanına (Mehmet Özgür), o da devlet ihaleleriyle zenginleşmiş bir düzen adamı ve sözüm ona kitapsever inşaatçı-madenci olan bir dosta (Kubilay Turnçer) sevkediyor Sinan’ı ama nafile. Dedesi (Tamer Levent) İdris’in bebekken tarlada unutulup karıncalarca sarmalanışını anlatıyor Sinan’a bunu elvari bir sahnede. Öğüt vermesi için sahafta rastlayıp danıştığı, yörenin tanınmış yazarı Süleyman’la (Serkan Keskin yine harika) atışıyor ego ve yazarlıkla geçinebilme konusunda. Okuldan ayrılıp koca bulmaya kilitlenmiş ama sevgilisi Rıza’yla (Ahmet Rıfat Şungar) da bozuşmuş, eski tanıdığı Hatice’ye (Hazar Ergüçlü) rastlayınca çayır-çimende romantik anlar da yaşıyor, öperken ısıran da Hatice’yle. Sonrasındaysa kavga ettiği, kıskanç arkadaşı Rıza, yazar olma hayalindeki, Hatice’nin de netice olmadığı Sinan’ın şakağını morartıp dudağını patlatıyor, yazarlığı kıvıramazsa özel kuvvet mensubu, işkenceci bir polis olmayı düşünüyor, 2 imam tanıdığıyla (aslında Sinan rolünü NBC’ye esinlendirmiş olan yeğeni Akın Aksu gelenekçi Veysel’i, dizilerden aşına Öner Erkan da yenilikçi imam Nazmi’yi oynuyor) aile, ahlak, din ve görenekler üstüne yürürken sürdürülen sohbetimsi bir tartışmaya katılıyor uzun tutulmuş bir sekans süresince, vs. vs...

Öğretmen, yazar, imam, vb. gibi karakterler arasında süregelen yoğun konuşmalı, diyalog ağırlıklı ama görsel bakımdan (sinemamızın en değerli kameramanlarından ve NBC’nin demirbaş elemanlarından Gökhan Tiryaki ustanın pentür tadındaki kadrajları her zamanki gibi çok nefis) yine çok zengin bir düzeyde seyreden “Ahlat Ağacı”, son dönemde gitgide azgınlaşıp yaşamımızı kuşatarak yaklaşık 100 yıllık Cumhuriyetimizin tüm kazanımlarını bir bir elden çıkarmayı, bütün değer yargılarını geriye doğru aşındırmayı benimsemiş, dindar, despot, baskıcı bir cehaletin yönetimine bırakılmış memleketin hali pür melaline de dokunduran imalarla dolu. Baba oğulun (yani İdris’le Sinan’ın) bir ağaç gölgesinde, açık havada, mum ışığında ya da bahçede kazılan bir kuyu başındaki diyaloglarının da inandırıcı ve gerçekçi kılındığı filmde ilginç yan hikâyecikler ana eksene başarıyla yedirilmiş. 188 dakikalık filmi sürükleyen Doğu Demirkol’la komedyenden iyi oyuncu çıkar genellemesini doğrulayan Murat Cemcir’in başını çektiği, kalabalık oyuncu kadrosunde Bennu Yıldırımlar, Serkan Keskin, Öner Erkan ve hazar Ergüçlü gibileri sivriliyor. Müzik olarak baba Bach’ın Do Minör Füg’ünü kullanan NBC’nin “Kış Uykusu”ndan sonra yine kamerasıyla iz bırakan, unutulmaz bir aile tablosu etkileyiciliğine sahip bir sine-roman yazmaya giriştiği bu en konuşkan eseri, “Üç Maymun”, “Bir Zamanlar Anadolu’da” ya da “Kış Uykusu” gibi son 10 yılda yaptığı başyapıtları düzeyinde, kesinlikle kaçırılmayacak bir film. Tek itirazım süresi olabilir.