29 Mart'ta Hedef Ne Olmalı?
cumhuriyet.com.tr
Türkiye’de ilerici ve aydınlanmacı toplum kesimleri ile gerici ve tutucu odaklar arasında cumhuriyet tarihi boyunca süren erk savaşımı tam bir ayrışma noktasına gelmiş durumda. Son iki genel seçimde elde ettiği sonuçlarla siyasal erki ve devlet yönetimini eline geçiren AKP’nin, başta ABD olmak üzere emperyalist güçleri de arkasına alarak toplumsal yaşamın örgütlü tüm kesimlerini “cami cemaatine” çevirme konusunda çok büyük bir mesafe aldığı tartışma götürmez bir gerçektir. Başka bir anlatımla Türkiye, son on yıldır, camilerden yönetiliyor dersek abartma yapmış sayılmayız.
Bırakın yönetmeyi, yönetilmeyi ticari işler bile camilerde görüşülüyor. Bir ihale mi almak istiyorsunuz ya da akçal bir sorununuza çözüm mü arıyorsunuz, cuma namazlarında hükümet erkânının arkasında namaz kılmak için saf tutmanız yeter de artar bile.
Kan, gözyaşı ve nice canlar pahasına düşman işgalinden kurtarılarak kurulan Cumhuriyet bu duruma nasıl geldi, önce bu soruya yanıt arayalım. Öncelikle belirtmek gerekirse bu duruma gelmemizin baş sorumluları sağ siyasalardır. 1950’lerden başlayarak başta ABD olmak üzere Batı kapitalizminin dümen suyunda, kendini Soğuk Savaşın rüzgârlarına kaptıran Türkiye, her taşın altında sosyalist ve komünist ararken, gericilik ve irtica örgütlenmesini ve gelişmesini çok rahat sürdürdü. 12 Mart Askersel Karışması ve 12 Eylül Askersel Devirmesi ile devlet organlarında kendine daha rahat bir çalışma ortamı yakalaması sayesinde kitleler içinde de daha geniş bir yayılma olanağına kavuştu. Yine yarım yüzyılı geçen bu süreçte; camilerde, imam hatip okullarında, Kuran kurslarında, il, ilçe ve beldelerde özel olarak oluşturulan öğrenci yurtlarında, vakıflarda ve kimi cemaat topluluklarında eğitim ve öğretim çalışmaları adı altında örgütlenmelerini sürdürürken asıl amaç politik çalışmalara altyapı oluşturmaktı.
İtiraf etmek gerekirse sol bu gelişmeleri ve geriye gidişi yeterince ciddiye almadı. Aslında tüm İslam ülkelerinde potansiyel bir tehlike olan bu sonuç bizim için de geçerlidir. Türkiye’de gericilik ve irticanın tehlikelerine parmak basan en etkili tepki 60’lı yıllarda Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) geldi. Bu tehlikeyi çalışma izlencesine de koyan TİP bunu “emperyalizme, faşizme ve gericiliğe karşı güç ve eylem birliği” savsözleriyle savaşım alanlarına taşıdı.
Yine o yıllarda, 16 Şubat 1969’da işçilerin, gençlerin ve sol güçlerin yoğun katılımıyla başlayan Amerika’nın 6. Filosunu protesto eylemi gerici saldırıların boy hedefi haline gelerek dağıtıldı. İki kişinin ölümü ve yüzlercesinin yaralanmasıyla sonuçlanan bu olaylar siyasal tarihimize “Kanlı Pazar” olarak geçerken olayların olduğu saatlerde gerici bir grup Boğaz’a demirlemiş Amerikan 6. Filosu’nu kıble yaparak namaz kılmıştı. Hatta rivayet edilir ki olayların yaşandığı o saatlerde Bülent Arınç, Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan’ın, gemisinde 6. Filo komutanını ziyaret ettikleri söylenir.
Bugün içinde yaşadığımız siyasal ortamda solun tutumu geçmişe göre yürekler acısıdır. Gerici odakları ve cemaat topluluklarını birer sivil toplum örgütleri gibi görme aymazlığı içine düşmüş kimi sol anlayış, bu tutumunun demokrasi olduğunu savlayacak denli de aptallaşmış durumda.
Daha da ilginci, geçmişin temel savsözlerinden olan ve geçerliliğini bugün de koruyan bağımsızlık ve sosyalizm söylemleri neredeyse unutulmuş, bunların yerine salt soyut bir demokrasi istemiyle toplum karşısına çıkılmaktadır. Böylesi bir stratejik yanılgı, kaçınılmaz olarak, böyle düşünen kimi sol kesimleri AKP gibi bir siyasal yapının şemsiyesi altına itmektedir.
Biz bunlarla uğraşaduralım, siyasal erkin elinde olmasının kendilerine sunduğu olanaklardan da çok iyi yararlanan gerici güçler, koyu ve yeşil bir faşizmin egemenliği yolunda koşar adımlarla ilerlemektedirler. Yakın bir gelecekte, Humeyni’nin İran’a gelişi gibi ABD’de yaşayan Fethullah Gülen de büyük bir törenle Türkiye’ye gelirse hiç şaşmamak gerekir.
İşte bu açıdan da 29 Mart yerel seçimleri demokratlar, aydınlanmacılar, yurtsever ve devrimciler için büyük önem kazanmaktadır. Bu kesimler için asıl hedef AKP’nin oylarını geriletmek olmalıdır. Böylesi bir görevin yerine getirilmesinde ortaya çıkabilecek hiçbir özür kabul edilemez. Çünkü bu konuda yapılacak en küçük bir hata, en küçük bir hafifseme Türkiye’de demokrasinin de sonu olacaktır. Ve iddia ediyorum; AKP bu yerel seçimlerde oy oranını bir iki puan daha yükselttiğinde, Türkiye bir daha genel seçimleri de göremeyecektir!