25. yılını bir albümle kutlayan BaBa ZuLa ile Pazar Söyleşisi

İlk günden beri kendi bildikleri gibi müzik yapan ve her daim farklı bir zirvede duran BaBa Zula kariyerlerinin 25. yılını yeni bir albümle taçlandırdı. “Hayvan Gibi” tamamı bir seferde stüdyoda kaydedilmiş özel bir çalışma. Grubun kurucularından Murat Ertel ve Levent Akman’a bağlandık ve hem yeni albümü hem de geçen 25 yılı konuştuk.

Emrah Kolukısa

Hiç unutmadığım konserlerden biri BaBa Zula’nın üç yıl önce Ankara Film Festivali’nin açılışında verdiği konserdir. Salonun soğukluğu ve ortamın yanlış ışıklandırılışı yüzünden hiç umudum yoktu açıkçası ama BaBa Zula sahneye çıktıktan kısa bir süre sonra her şeyi öylesine dönüştürdü, izleyiciyi uçurumun kıyısına öylesine sürükledi ki aklım başımdan gitmişti… Murat Ertel’i üniversite yıllarımdan beri tanır, uzaktan uzağa takip ederim. Zen döneminde de konserlerine gitmiştim, farklı zamanlarda yaptığı farklı projeleri de izleyip hep takdir etmiştim. Şimdi, BaBa Zula’nın 25. yılı için çıkardıkları “Hayvan Gibi” albümü vesilesiyle onlarla bir kez daha söyleşmek fırsatı çıkınca önüme, kaçırmadım elbette. İlk bölümdeki sorulara Murat Ertel yanıt verdi, ikinci bölümdeki 25 Yılın Unutulmazları bölümüne ise Levent Akman.

Şu ayrıntıyla başlayalım mı… Bu son albümdeki (“Hayvan Gibi”) tüm parçaların adları bir hayvana (bazen tekil bazen çoğul) atfen konmuş? Bunun özel bir sebebi olmalı…

Murat Ertel: Çocuktan beridir hayvanları çok severim. Filimlerde ve çizgi romanlarda hep onlara baktım onları gördüm, bana hep çok asil, haksızlığa uğramış, başkaldıran ve aynı zamanda hayatla insanlardan daha sağlıklı, arı ve duru bir ilişki içinde bulunan canlılarmış gibi geldiler.Onların dilini konuşan Doktor Doolitle ilk kahramanlarımdandı, onların hikayelerini anlatan Orman Kitabı’nı kaç defa okudum sayamam, bugün de çocuklarıma okuyorum; yani hep ilham aldım ve uğurlarında hikayelerini anlatan melodiler bana ilham verdi. HAYVAN GİBİ tüm bu hikayelerin müziklerini bir araya getirme fikri ile stüdyoda doğdu.

Anadolu ezgilerinden, ritimlerinden yola çıkarak geldiğiniz noktada en başta çizdiğiniz yol haritası ile geldiğiniz yer arasında nasıl bir dönüşüm oldu (ya da oldu mu) ve bu yolculuk sizi ne kadar tatmin etti..

M.E.: Hiç konser vermeden durup dururken en baştan beri yapmak isteyip özlediğimiz şeyin hep aynı kaldığını sevinç ve coşku içinde algılıyorum; bizi var eden ve besleyen coğrafyanın makam ve usüllerini kullanarak geçmişi taklit etmeden kucaklamak ve coğrafi kültürel bir bağ kurarak yepyeni ve tamamen özgün eserler yaratmak. En baştan beri peşinde olduğumuz şey buydu. Tatmin etmedi tabii ki, insan ürettikçe yenisini yapası geliyor. Yolumuz hala doğru, heyecan ve ilham verici geliyor bize.Belki artık kendimize daha çok güveniyoruz ve daha sade çalabiliyoruz ama aynı yolun yolcusuyuz halen.

‘RİSK ALDIK VE BAŞARDIK’

Doğaçlama, müziğinizde önemli bir yer tutuyor şüphesiz… Ama bu son albümde stüdyoya girip tek seferde kaydettiğiniz bilgisi var elimizde. Yani konser gibi ama stüdyoda… Bunun kararını nasıl verdiniz? Ve sonuç sizin açınızdan nasıl oldu?

M.E.: Olanaklar verdirdi bu kararı, canlı ve aracısız kayıt şansı heyecan verici idi. Risk alarak her zamanki gibi doğaçlama öğesini el üstünde tuttuk ve başardığımızı düşünüyorum, o anın sihrini büyüsünü kaydı özellikle de plaktan dinlediğinizde hissedebiliyorsunuz.

Anadolu rock’taki bu psychedelic ruh nereden geliyor sence (Murat’a sordum ama başkası da yanıtlayabilir)? Bu sadece size özgü bir ruh da değil aslında, mesela Erkin Koray’da da görüyoruz bunu, başkalarında da..

M.E.: Bu ruh bence uygarlıkları dil ve dinleri aşan bir ruh ancak birleştirici, içinde pek çok öğeyi barındırıyor ve çok derin. Onunla kucakladığınız kültürlerarası kodlar Pagan dönemlerden şamanlara Finikelilerden Hattilere dek uzanıyor ve Anadolu ile Trakyayı birleştiriyor. Yemeklerden masallara uzanan bir birleşme söz konusu .

Sizi etkileyen müzisyenler, müzik akımları, enstrümanlar, ya da ne bileyim ilham aldığınız filmler, kitaplar… Hangilerini özellikle söylemek istersiniz…

M.E.: Bu hayat boyu süren bir liste ancak ailemden başlamak isterim, babam Mengü Ertel en başta olmak üzere dayılarım İlhan ve Turhan Selçuk üzerimde en çok etkisi olan sanatçılardır. Onlara can dostlarını ve yanlarında yetiştiğim döneklik etmeyen aydınlarımızı eklemek isterim ki yine hepsini saymak güç olur. Yine de çocukluğumdan bu yana yanlarından ayrılmadığım Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Ruhi Su, Edip Cansever, Cihat Burak, Turgut ve Tomris Uyar, Aşık İhsani, Bilge Karasu ve Füreya gibi sanatçıları ilk olarak saymalıyım. O kadar çok sanatçı ile beraber paylaştık ki bu hayatı...1950 ve 60ların sanat akımları ve sanatçıları etkili olsa da hayatımda düşünüyorum da ekpresyonizm ya da Fluxus’a da hiç kayıtsız kalamamışımdır. Bitmez.

Bu bazıları çok tanıdık olan ritim ve tınıları Anadolu’daki izleyiciye çaldığınızda nasıl bir tepki alıyorsunuz? Şunu da merak ediyorum aslında, İstanbul’da İzmir’de vb çaldığınız izleyiciyle Anadolu’da çaldığınız izleyici arasında nasıl farklar görüyorsunuz, konser deneyimi anlamında.

M.E.: Eğer bizi çok da tanımayan bir halk kitlesine çalıyorsak inanılmaz bir birleşme olabiliyor. Bazen de büyük bir kopukluk, izleyiciye göre çalmayı sevmiyorum ancak izleyici ile bir birleşme olmayınca keyif alamıyoruz. 

Film müziği yaparken nasıl bir yöntem izliyorsunuz? Başka bir yaratıcıyla, hem de işi gereği bir hayli despot bir yaratıcı olan yönetmenle çalışmak sizi hangi anlamda zorluyor?

M.E.: Bize inanmayan ve güvenmeyen bir yönetmen ile üretmek çok zor. Bir sahne için yaptığımız müziği bambaşka bir sahneye taşıyanlar ya da yaptığımızı beğenmeyip başkasına tekrar yaptıranlar bile oldu. İnanıp güvenenler ile çalışmak ise keyif. Film müziği yaparken müziklediğimiz sahne bize ilham veriyor ve izlenimlerimiz bizi yönlendiriyor.

‘SAHİPSİZ VE YALNIZ KALDIK’

Uzunca bir süredir konserler yapılamaz durumda.. tek tük hareketlenmeler var ama bir turneye çıkmak henüz mümkün değil tabii. Bu uzun pandemi döneminde neler yaşadınız grup olarak? Nasıl geçti bu dönem? Kim neler yaptı ve maddi anlamda zorluklar oldu mu?

M.E.: Ne kadar sahipsiz ve yalnız olduğumuzu hissettik. Kimse pek bir şey yapamadı ve büyük mali zorluklar içine girdik. İstanbul Belediye’sinin umut veren girişimleri dengesiz ve haksız biçimde engellendi ve durduruldu. İnsan  türünün tehlike altında olduğu bir dönemden geçtiğimizi düşünüyoruz ve ilk kurbanlar müzisyenler, desteklenmezlerse yok olacaklat ve desteklenmiyoruz.Avrupa’da yaşayan arkadaşlarımız destekleniyor ve üretip yaşamlarına rahatça devam ediyorlar.

 Periklis Tsoukalas, Levent Akman, Murat Ertel, Ümit Adakale (soldan sağa).

25 YILIN UNUTULMAZLARI

BaBa Zula’nın 25 Yılın Unutulmazları sorularına grubun kurucularından Levent Akman yanıt verdi. 

En baba konser?

Kars, 2007, Gezici Film Festivali kapsamında Belediyenin Kültür Salonunda verdiğimiz konser. Kars’ın o meşhur soğuğu, İki kanalı çalışmayan Altı kanal mikser ve sahnede bir monitör ile unutulmaz bir konser vermiştik. Bir zamanlar Kars’da festivaller, konserler olurdu. Güzel günlerdi. 

En baba solo?

Belçika’nın Gent şehrinde bir festivalde Fred Frith ile çalarken onun attığı solo.

En baba izleyici?

Bizleri izlemek için tatlı evlerinden çıkıp konserlerimize gelen bütün izleyiciler.

En kötü otel?

Turne için gittiğimiz Litvanya’da bir kaç konser hava muhalefeti yüzünden iptal olunca Vilnius’da bir otelde iki gece kalmak zorunda kalmıştık. Otel Şehir dışında bir benzincinin yanındaydı, kaldığım odanın penceresi iki metre yukarıda idi, dolayısı ile dışarıyı göremiyordum. Kabus gibiydi.  

En unutulmaz seyahat?

Japonya’ya ilk gidişimiz. Çok heyecanlı idik. Japonya muhteşem bir ülke.

En kârlı turne?

Maddi açıdan ülke dışında verdiğimiz konserler paramızın devamlı değer kaybetmesi yüzünden ülkemizde çalmaktan daha çok kazandırıyor. Hayat dersi açısından ise yaptığımız her turnenin öğrettiği ve hayatımıza kattıkları oldukça fazla.

Keşke yemeseydik dediğiniz yemek…

Yemek değil de Almanya’da Düsseldorf’da yöreye özgü bir peyniri yiyememiştim. Öğün olarak gelmişti. Aperatif değil yani. Orada şüphelenmeliydim. Benim keşke yemeseydim dediğim yemek bir elin parmaklarını geçmez. Peynir Oldukça ağır ve kokulu gelmişti.

En saçma olay?

Antalya’da Belediyenin düzenlediği bir Açık Hava Halk konserinde çalarken, bir grup seyircinin bu BaBa ZuLa değil diyerek konseri terketmesi.

En yanlış haber? (ya da en yanlış algı?)

2008 yılında Bosna Hersek, Saray Bosna’ya konser için gitmiştik. Normalde bu ülkeye vize yok ama pasaport kontrolünde beni ülkeye sokmayıp iki saat bekletmişlerdi. Bu durum BaBa ZuLa’dan Levent Akman Bosna Hersek’e girişte pasaportunu pasaport memurunun suratına fırlatmış şeklinde yayılmıştı. Bu algı hiç hoşuma gitmemişti.

Hakkınızda yapılan en tuhaf yorum?

"BaBa ZuLa’nın müziği Zeytinyağlı Biber Dolması gibi." Kendilerince BaBa ZuLa çok turistik müzik yapıyor demek isteyen bir grubun yorumu:-) 

Bu 25 yılda izlediğiniz en güzel konser?

2004 yılında Danimarka’da Roskilde Festival’inde çalmıştık. Konserden bir gün önce gittiğimiz "Sly & Robbie Taxi Gang Feat Bunny Rugs" konserini unutamıyorum. Konser başladıktan bir kaç dakika sonra dizlerimin altını hissetmiyordum. Yerden elli santim yukarıda salınmak çok enterasan bir duyguydu.  

Dinlediğiniz en güzel albüm?

Bu zor bir soru. Benim için dönem dönem değişen bir durum bu. Bazen çok beğendiğim bir albümü çok uzun süre dinlemediğim ya da tekrar dinlediğimde iyi veya kötü anlamda aynı duyguyu yakalayamadığım oluyor ama eski BaBa ZuLa Albümlerini ara sıra dinlediğimde hep bir takım güzel sürprizler yakalıyorum ve eski hatıralar gözlerimde canlanıyor.

Daha önce konser vermediğiniz ama keşke versek dediğiniz yer? 

Güney Amerika’da çok az çaldık. Keşke Konser versek dediğim yerler; Kolombiya, Kosta Rika, Arjantin, Peru.