‘21 Köy Enstitüsü / Çınarlar Anlatıyor’

Bu yıl kuruluşlarının 81. yılını kutladığımız Köy Enstitüleri, ülkemizin en çok araştırılan, incelenen eğitim kurumlarının başındaki yerini koruyor. 17 Nisan 1940’tan bu yana araştırma ve inceleme konusu edilmeden geçilen tek yılı yoktur Köy Enstitüleri’nin. Temeli üretime dayalı bu çok verimli eğitim alanının araştırmacı yazarlarından biri de Mustafa Gazalcı’dır. Eğitim, özellikle Köy Enstitüleri; Köy Enstitüleri’nin ardılı olan iki okuldan, Isparta Gönen Öğretmen Okulu ile Necati Eğitim Enstitüsü’nden yetişen Gazalcı’nın araştırmalarının ana konusudur.

Nazım Mutlu

Bu yıl kuruluşlarının 81. yılını kutladığımız Köy Enstitüleri, ülkemizin en çok araştırılan, incelenen eğitim kurumlarının başındaki yerini koruyor. 17 Nisan 1940’tan bu yana araştırma-inceleme konusu edilmeden geçilen tek yılı yoktur Köy Enstitüleri’nin.

Temeli üretime dayalı bu çok verimli eğitim alanının araştırmacı yazarlarından biri de Mustafa Gazalcı’dır. Köy Enstitüleri’nin ardılı olan iki okuldan, Isparta Gönen Öğretmen Okulu ile Necati Eğitim Enstitüsü’nden yetişen Gazalcı, ilki 1977’de, ikincisi 2002’de olmak üzere iki kez milletvekili seçilir.

1960’lı yıllarda TÖS, 1970’li yıllarda TÖB-DER, 1990’lı yıllarda Eğit-Der olmak üzere eğitim örgütlerinde yöneticilik yapan Gazalcı’nın asıl çalışma alanının yazı dünyası olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Araştırma, eleştiri, anı, günlük, gezi gibi birçok türdeki kitaplarıyla kitapseverlerin dünyasında ayrıcalıklı yeri olan Gazalcı, gazete ve dergi okurları için de tanıdık adlardandır. Eğitim, özellikle Köy Enstitüleri, onun araştırmalarının ana konusudur.

Enstitülerde okuyan 165 kişiyle yaptığı sormacaya dayanarak oluşturduğu “Köy Enstitüleri Sistemi/Mezunları Üzerine Bir Araştırma”, 2015’te yayımlandı. “Başlangıcından Günümüze Köy Enstitülerinin Meclis Süreci” başlıklı çalışması ise 2019’da Köy Enstitüleri kitaplığına katıldı.

Yeni yayımlanan “21 Köy Enstitüsü/Çınarlar Anlatıyor” da öncekiler gibi Bilgi Yayınevi ürünüdür. Mustafa Gazalcı’yla yeni çalışmasını konuştuk.

BİTMEYEN BİR EĞİTİM, KÜLTÜR HAZİNESİ

- Yeni kitabınızın Ön söz’ünde ünlü tarihçimiz Prof. Dr. Enver Ziya Karal’ın “Köy Enstitüleri tarih boyunca Türklerin dünya uygarlığına yaptığı en özgün katkıdır” görüşüne yer veriyorsunuz. Kaleminizi en çok Enstitülere yönlendiren öge bu “özgünlük” müdür, ne dersiniz?

Elbette ögelerden biri eğitimcilerin, UNESCO’nun kabul ettiği özgünlüğüdür. Daha ötesi, Köy Enstitüleri bitmeyen bir eğitim, kültür hazinesidir. Aslında Cumhuriyeti kuranların temel eğitim anlayışıdır.

Sonraları bu anlayıştan uzaklaşılmış, ezberci eğitime yeniden dönülmüştür. AKP döneminde ise Cumhuriyet öncesindeki gibi birliği, niteliği bozulmuş, dinselleşmiş bir eğitimle karşı karşıyayız.

Cumhuriyet’in laik, bilimsel eğitim politikaları yeniden belirlenirken Köy Enstitüleri deneyiminden yararlanmak gerekir. Yaşama dönük nitelikli eğitim arayışında bu sistem hep gündemdedir. Biz de karınca kararınca bir ucundan tutuyoruz.

- Kitabınız Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Başaran, Ali Yüce, Emin Özdemir gibi bu okullardan yetişmiş ve ama ne yazık ki artık aramızda bulunmayan yazarlarımız da olduğuna göre kaç yıllık bir emeğin ürünü bu kitabınız? Ve önceki çalışmalarınızla hangi açıdan bütünleniyor?

1990’ların başından günümüze uzanan yaklaşık 30 yıllık süreçte doğdu kitap. 30 yıl boyunca Köy Enstitülülerle söyleşiler yaptım, sormaca (anket) uyguladım. Adını andığınız yazarlar da bunların arasındaydı. Kitap, 21 Köy Enstitüsünden 81 eğitim çınarının anlattıklarından oluşuyor. Enstitülerin tanıtılması, yozlaşma dönemiyle karşılaştırılan bölümleriyle ilk iki kitabı tamamlıyor. Elbette asıl kararı okur verecektir.

- Sizin çalışmalarınız da gösteriyor ki sonraki yıllarda türlü alanlardaki çabalarıyla ülkemizin aydınlanma savaşımında öğrencisi bulunmayan Köy Enstitüsü yok. 21 Enstitü, yaklaşık 20 bin mezun; canları pahasına uğraş veren yüzlerce uygarlık işçisi… Bunu neye borçluyuz?

Köy Enstitüleri sisteminin sağlamlığına, her şeyden önce bu sistemi kuran İsmail Hakkı Tonguç’a, destek veren Cumhurbaşkanları Atatürk’e, İnönü’ye, Milli Eğitim Bakanları Saffet Arıkan’la Hasan-Âli Yücel’e, enstitülerin yönetici, öğretmen ve öğrencilerine borçluyuz. Enstitülerde öğrenciye yaşam boyu kullanacağı bilinç ve alışkanlık verilir. Enstitülü kendini sürekli geliştirir, öğrencilerini, çevresini aydınlatır.

- Soru yönelttikleriniz arasında enstitülerde okumuş, ancak bitirmeden okulları kapandığı için öğretmen okulundan diploma alanlar da var, onların saptamaları en çok hangi noktalarda yoğunlaşıyor?

Kitapta görüldüğü gibi yoksul köy çocukları binbir güçlüğü yenerek Köy Enstitülerine kaydolurlar. Orada uygulanan üretici eğitimle yaşamları değişir, özgür birey olurlar. Sanatla, müzikle, kitapla tanışırlar. Edindikleri alışkanlıkları köylere götürürler.

Köy Enstitülerinde okuyan çınarların tümü sıcak bir ortamda eğitildiklerini, klasikleri okuduklarını, edindikleri kazanımları köylere taşıdıklarını belirtiyor. 1946’dan sonra yöneticiler değişiyor, yozlaşma başlıyor.

Özellikle 1954’te öğretmen okuluna dönüştükten sonra okuyanlar iki dönemi karşılaştırıyor. Enstitülerde iş, kitap baş tacı edilirken dönüşümden sonra durumlar değişiyor. Kimi acı olaylar yaşanıyor.

‘KÖY ENSTİTÜLERİNDEN DÜNYA YARARLANMALI’

- Açılışlarından çok kapanışları hâlâ çok tartışılan bu kurumların amaç, yöntem ve uygulamalarıyla yeniden yaşam bulması olanaklı mı ülkemizde?

Köy Enstitülerinden yalnız biz değil bütün dünya yararlanmalı, dersler çıkarmalıdır. Bu sisteme olmuş bitmiş gözüyle bakmak yanlıştır. İlkeleri bugün de günceldir, evrensel eğitime uygundur.

Sistemi daha iyi anlamak için eskiden beri savunduğumuz öneriler şunlardır: 1) 17 Nisan’ın eğitim bayramı ya da günü olarak kutlanması. 2) Özerk çalışan bir araştırma enstitüsünün kurulması. 3) Ulusal çapta donanımlı bir Köy Enstitüleri müzesinin kurulması.

İlk iki konuda TBMM’nin 22. döneminde yasa önerisi verildi. Müze konusunda da bazı büyükşehir belediye başkanlarına başvurduk. Köy Enstitüsü için kurulmuş vakıf ve dernekler de güzel çalışmalar yapıyorlar. Yeter ki yararlanılacak siyasal bir iklim oluşsun.

- Yazı masanızda yeni dosyalarınız vardır kuşkusuz, biraz söz eder misiniz?

Yazmayı, üretmeyi seviyorum. Okumadan, yazmadan geçen günüm boşa gitmiş gibi geliyor bana. Çalışmalarım var elbette. Ülkemizde birlikte bir şeyler üretme geleneği pek yok. İmeceyle kültürel üretim daha çok yapılmalıdır.

Örneğin, Cumhuriyetimizin 100. yılında, “Köy Enstitüleri Işığında Cumhuriyetin Eğitim Politikaları” diye bir çalışma yapılsa… Yayınevleri, öğretmen sendikaları bunu yapabilir. Bizler de imeceye katılırız.