1890’dan 1970’lere... İran tarihi ayaklanmalarla yazıldı

İran tarihine damga vurmuş eylemleri anımsayarak son protesto hareketinin başarılı olup olmayacağını anlamak mümkün. O nedenle tarihi yeniden okumakta yarar var.

Miyase İlknur

Dünya kamuoyu ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesi nedeniyle başlayan İsrail ve Filistin gerilimi ile Kuzey Kore-ABD restleşmesine kilitlenmişken birden İran’da başlayan yönetimi protesto gösterilerine odaklandı. Günlerdir İran’daki protestolar üzerinde gerek dünya gerekse Türk medyasında İran’daki gösterilerin bir karşıdevrime yolup açıp açmayacağı ve protestoların arkasında ABD-İsrail parmağı olup olmadığı üzerine papatya falı açılıyor. İran’da en son 2009 seçimlerinde Mir Hüseyin Musavi taraftarlarının sokak gösterilerine sahne olmuştu. 2009 protestolarının tek gündemi vardı. O da seçimlerde hile yapılması. Bu kez İran’daki gösterilerin temelinde birden çok neden var. Pahalılık, işsizlik, kadınlara özgürlük gibi birden çok gerekçeyle kitleler sokağa dökülmüş durumdalar. Bir bakıma bizdeki Gezi olaylarıyla benzerlik taşıyor.

‘Arap Baharı’ kışa döndü

İran’daki gösterilerin arkasında ABD ve İsrail’in parmağı olabileceği iddiasına yanıt vermek gerekirse ‘olabilir de olmayabilir de...’ demek en doğrusu. Olabilir; çünkü geçmişte de sicili hayli kirli bir ülke. Musaddık’a karşı İngiltere ile birlikte yaptığı Ajax darbesi henüz belleklerde tazeliğini koruyor. Üstelik Trump’ın Başkan seçildiği günden itibaren hedefine İran’ı koyduğu tartışmasız bir gerçek. Ancak CIA’nın davul çalarak bir ülkede darbe yaptığı da görülmüş, işitilmiş bir şey değil. Eğer CIA, İran’da gizli bir operasyona kalkıştı ve Trump’tan bunu gizlediyse başka.

O zaman da Trump’ın bu konularda ne kadar acemi olduğu da bir kez daha ortaya çıkıyor demektir. Olmayabilir, zira ABD’nin Ortadoğu’da “Arap Baharı” adı verilen kalkışmaları sonradan nasıl “Arap Kışı”na çevirdiği ortadayken milli duyguları güçlü İran halkının ABD’nin kayığına binmesi akıldışı bir durum. Tabii ABD, parmağını bu işe göstere göstere sokmaz ama İran’da geniş kitleler Ortadoğu’da her şey kendi lehlerine gelişirken ve ABD Irak’tan sonra Suriye’de de çuvallamışken rejimi sarsacak bir kitlesel eyleme destek vermeyeceklerdir.

Türkiye’deki laik ve antilaik cephe de ilk kez İran’daki gösteriler konusunda aynı safta buluştu galiba. Bundan birkaç yıl önce İran’da rejim karşıtı gösteriler olmuş olsaydı laik cephe “Mollar devriliyor”, antilaik cephe ise “Şia’nın kalesi yıkılıyor” diye sevinçten el ovuşturuyor olacaktı. Ancak bu kez ABD ve İsrail’in bölgedeki emperyal oyunlarına karşı İran’ın güçlü olmasını diliyor her iki cephe de...

Protestoların bir yönetim darbesine yol açacak bir boyuta ulaşmasını kimse beklemiyor zaten. Zira gösterilerin gerek sınıfsal karakteri gerekse bölgesel çapı rejimi devirecek boyuta henüz ulaşmış değil. Büyük kentlere henüz sıçramayan gösteriler, müçtehitlerin ilk eğitim medreselerinin bulunduğu Meşhed’den başlayıp diğer küçük illere sıçradı. Sınıfsal açıdan bakıldığında ise ilk kez yoksulların ve işsizlerin başlattığı bir ayaklanmanın başarısı İran’da bugüne kadar gerçekleşmiş değil. Zira Kaçar hanedanlığı ile başlayan İran’daki ayaklanmalar zincirinde amacına ulaşmış bütün eylemlerde bazergân denilen esnaf ve tüccar takımı ile ulemanın işbirliğini görüyoruz.

Bu da İran’da bazergânların ve bu sınıfın “humus” adı verilen zekâtlarıyla ayakta tuttuğu ulemanın toplumdaki gücünü gösteriyor. Örencilerin ve Tudeh’in eylemleri daha ziyade işçi ve kentlerdeki sınırlı bir kitlenin destekleriyle ortaya çıkmış, ancak büyük dönüşümlere yol açmamıştır. Mollaların kendi içindeki ayrışmalar nedeniyle orta çıkan protestolar ise isktidarda güçlü olan molla takımının şiddetiyle bastırılmıştır.

İran tarihinde 19. yüzyılın sonlarından itibaren pek çok ayaklanma ve kitlesel eylem sahneye kondu. Bunlardan Mussadık’ın devrilmesine yol açan Ajax darbesi hariç hiçbirinde dış dinamiklerin rolü olmadı. Tam tersine başta İngiltere olmak üzere yabancı ülkelere verilen imtiyazlara karşılık ayaklandılar. Bu eylemlerin çoğunda da yönetim ayaklanan halka taviz vermek zorunda kaldı. İran devriminin sonrasında ise her eylemde bir dış düşman rolü arandı ya da bu gerekçeye sığınılarak eylemciler “vatan haini” suçlamasına maruz kalarak cezalandırıldı. 1979’dan beri İran’da “dış düşman” çok kullanışlı bir argüman olarak iş gördü. Ancak gerek silahlanma, gerekse Ortadoğu’nun her bölgesinde var olma mücadelesinin, ambargo cenderesinde debelenen İran bütçesini sarsıntıya uğratması kaçınılmazdı. Bir haftadan beri İran’da sokakları ateşe veren gösteriler de bu bütçeden en az pay alan kesimlerin ve özgürlük isteyen kadınların hareketi olarak başladı. Reform yanlısı Cumhurbaşkanı Ruhani, eylemlere ılımlı yaklaşırken dini lider Hamaney, göstericilere sopa göstererek eylemleri bastırmaya çalışıyor. Yönetim ya yine gösterileri şiddetle bastıracak ya da bir de iç meselelerle uğraşmayalım diyerek eylemcileri ikna edecek adımları atacaktır. Bir rejim değişikliği ihtimali ise şimdilik zor görünüyor.

1890 Tütün Boykotu

Ulemanın, siyasi erk üzerinde en etkili baskı unsuru olduğunun farkına vardığı ilk olaydır tütün boykotu. 1890’da İran’da tahtta Nasrettin Şah bulunuyordu. Gösterişli yaşamı seven ve sık sık yurtdışı seyahatlerde bulunan Şah, İngiltere ziyareti sırasında İngiliz hükümetinin isteği üzerine tütün üretimi, işlenmesi ve satışı ve ihracatı hakkını 50 yıllığına G.F Talboot firmasına devretti. İran’da izinsiz tütün üretimi ve satışı yasaklandı. Tütün tekelinin bir İngiliz firmasına verilmesi, tütün üreten, işleyen ve satan bir kesimin işini kaybetmesi demekti.

Tütün tekelinin Talboot firmasına verilmesi haberi İran’da duyulunca tüccar ayaklandı. Birçok ilde toplu protesto gösterileri yapıldı. İsfahan’da esnaf tütün depolarını ateşe verdi ve ulemanın öncülüğünde ayaklandı. Tebriz’de de benzer durum yaşandı. Tahran’da Hacı Mirza Aştiyani tütün içilmesini ve satılmasını boykot eden fetva yayımladı. Nasrettin Sah, tütün boykotu için fetva yayımlayan Aştiyani’yi sürgüne göndermekle tehdit etti. Halk, Aştiyani’nin evinde toplanarak Şah’ı protesto etti. Ancak Aştiyani’nin fetvası sınırlı bir etki yaratırken Necef’te oturan en kıdemli müçtehit Mirza Hasan Şirazi’nin, “ebedi cehennem azabı” cezasıyla tütün tüketimini ve satışını yasaklayan fetvası halk üzerinde çok etkili oldu. Şirazi, fetvasında, “Bugün tütün kullanımı İmam-ı Zaman’la muharebedir” diyordu. Fetva, İran’a ulaşınca Hacı Muhammed Kazım Melek’ül Tücar tarafından halka duyuruldu.

Şah ve yakın çevresi, bu fetvanın Mirza Hasan Şirazi’ye ait olmadığını, Mirza Kazım Melek’ül-Tüccar tarafından Aştiyani’nin emriyle yazıldığını öne sürdü. Büyük müçtehitler, Şirazi’ye telgraf çekerek fetvanın doğruluğunu teyit ettiler. Şirazi fetvanın kendisine ait olduğunu söyleyince Şah yönetimi köşeye sıkıştı. Boykota ülke çapında uyuldu. Fiyatı düşmesine rağmen tütün bulmak zorlaştı. Saray bile tütün bulamaz hale geldi. Şah’ın hizmetçileri, nargileleri kırıp Şah’ın hareminin önüne yığdılar. Boykot başarıya ulaşınca Nasrettin Şah, İngiliz firmasına 5 bin sterlin tazminat ödeme pahasına tütün tekelini veren anlaşmayı feshetmek zorunda kaldı.