18. Yıldönümünde Sivas'ı Düşünmek

cumhuriyet.com.tr

2 Temmuz 1993’te Sivas’ta Madımak Oteli’nde yaşananlar, üzerinden bunca yıl geçmesine rağmen hâlâ kapanmayan bir toplumsal yaradır. 35 cana kıyılan Sivas olayları 1980 öncesinde Kahramanmaraş ve Çorum’da yaşananların bir benzeridir. Faili çok kişi olan topluluk öldürmedir. “Sivas” Alevi ve solcu katliamıdır. Mahkeme önünde yargılanma belki zamanaşımına uğrayabilir, ama bedeli ödenmemiş toplumsal suçların unutulması, zamanaşımına uğratılması mümkün değildir.

Sivas Madımak Oteli’nde işlenen katliamın ve tüm önceki, kitlesel terör ve öldürmelerin kamu vicdanında mahkûm olması zorunludur. Böyle suçları işleyenlerin utançtan toplum içine çıkamaz hale getirilmesine, şiddetle kınanmasına ihtiyaç vardır.

Toplum olarak içimizde gerçekleşen bu cinayetlerin bedelini ödemez, suçun tanımını bile yapmaz isek, çok daha büyük acıların yaşanması kapımızdadır. 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta yaşananlar tipik bir “toplumsal nefret suçudur”! Toplumsal nefret suçu bir gruba veya ona mensup kişilere karşı ırk, dil, din, cinsiyet veya cinsel yönelim konularında oluşmuş önyargılardan doğan nedenlerle işlenen ve genellikle şiddet içeren suçlardır. Son birkaç on yıldır dünya toplumsal nefret suçunu hukuk ve siyaset dilinde tanımlamıştır. Kavram yenidir ama suçun tarihsel geçmişi ne yazık ki hiç de yeni değildir. Çok uzun yıllardan bu yana Anadolu’da Alevilere karşı işlenen nefret suçu 20. yüzyılda hedefi içine solcuları ve laikleri de katarak Sivas’ta tekrarlanmıştır.
 

Yeterince sorgulanmıyor

Alevilerin yaşadığı Maraş, Çorum, Sivas, Gazi benzeri yerleşmelerdeki ayrımcı saldırıların, “belli odakların” ve belli hesapların sonucunda olduğu öne sürülür ama bu olayların nasıl bu kadar kolay meydana geldiği ve neden bu kadar büyük öfke ve kin içerdiği yeterince sorgulanmaz. Nefret ve önyargıların sadece toplumda değil, devlet yönetiminde de karşılık bulması bu suçun çok daha hunharca ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bütün bu olaylar adli olaylar olarak görülür ama buradaki nefret suçu ve bu suçun gerisindeki tarihsel önyargılar kırılmaz ise köken ve inanç bağlamında yaşanan sorunların şiddet sarmalından kurtulamaması kaçınılmazdır. Bilinçsiz, örgütsüz, tatminsiz ve önyargı yüklü kitlelerin her an kışkırtılabilir olması çok büyük bir kültür sorunudur, yönetim sorumluluğudur.

Nefret söylemleri

Türkiye tarihsel olarak örgütlenmiş nefret söylemlerinin yansımalarını yaşamaktadır. Farklı etnik ve mezhepsel kategori içindeki herkes bir biçimde yaftalanabilmektedir. Her kategoriye ilişkin olarak bir söz ve söylem bulunmaktadır. Pek çok kişi bu söylemleri sanki atasözüymüş gibi kimi zaman da anlamını bilmeden kullanmaktadır. Olumsuz yargılar taşıyan nefret söylemleri belli durumlarda şiddet ikliminin oluşması doğrultusunda kalabalıkları sevk etmekte kullanılabilmektedir. Sivas bu çerçevede belli değerleri kendi tekelinde görenler ve en ufak eleştirileri bu değerlere yönelik saldırı olarak yorumlayıp kendi “adaletlerini” gerçekleştirmeye yönelenlerin işlediği bir nefret suçudur.

2 Temmuz’u anarken Arap dünyasında olanlara da dikkatle bakmak gerekiyor.

Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da devletler parçalanıyor, mevcut iktidarlar yönetemez oluyor. İç savaşlar yaşanıyor. Taraflar çoğunlukla aynı inancın (İslamiyet) farklı mezhep ve hizipleri olarak bölünmüş görünüyorlar. Yer yer de aşiretler üzerinden çatışma zeminleri ürüyor. Bölgenin dikkatle izlenmesi ve ibret alınması önemlidir. Türkiye bunlara benzemenin yanı sıra; Afrika, Ortadoğu ve Avrupa arasında bütünleştirici ve barışçı bir siyasal iklimin anahtarı olma potansiyelini de taşımaktadır. Bu anahtar konum için Sivas’tan ve yaşanmış son kırk yıldan ders çıkarmak, gereken bedeli ödeyerek havadaki gerilimi yok etmek görevdir.

Nefret söylemini etkisizleştirmede siyasal önderlerin tavrı, duyarlılığı büyük önem taşır. Kamuoyunu etkilemede, barışçı anlayışı toplumda yaygınlaştırmada, linç kültürünün önüne geçmede büyük sorumluluğun siyasi parti lider ve yönetim kadrolarının omuzlarında olduğu unutulmamalıdır. Her türlü ötekileştirici önyargının karşısında özgürleştirici ve barıştırıcı siyasal hedefler gelecek yılların yaşanabilir kılınması için zorunluluktur.