12 Mart’ın anlamı üzerinden, siyasal, toplumsal, insan hakları, hak-hukuk, işkenceler odaklı çıkışlar

12 Mart’ın, Cumhuriyet devrimleri kazanımları üzerine, 27 Mayıs Anayasası ile gelen örgütlü hak ve özgürlüklere karşı, ülkeyi sağdan ittifaklarla geri çekme savaşlarında,1973 en çatışmacı, çelişkili gelişmelerin dönemeç taşı.. 1971-72 operasyonları, provokasyonları içinde, kitlesel istihbarat örgüt çatıları, kontrgerilla işkencelerinin üzerinden açılan davalardaki senaryolarla toplumun sindirilip teslim alınması kurgusu bir yanda..

Şükran Soner

Kanıtsız işkence tutanakları üzerinden kurgulanmış davaların satır aralarından da olsa işkencenin vahşetinin ortaya çıkmasının ters tepmeleri, kanıt oluşturamamaya dayalı gerçeklerin ortaya çıkmasıyla, toplumsal tabandan tepkiler de gelişiyor. 1973’ün, ülkeyi, toplumsal kazanımları, köktenci geri çekilebilmesi senaryolarından beklenen sonuçlar için hevesler, galiba, “Geriye çekme kazanımları cepte” 12 Eylül senaryolarına geçişin de önünü açıyor. Döneme ilişkin siyasal çıkışlar da kimi anlamlı ipuçlarını veriyor..

Kimin eli kimin cebinde, hangi güç odakları, hangi projeler, hangi gizli çıkar hesapları üzerinden hangi oyunları sahneye koyup, gerçek amaçlarının tam tersi söylemlerle toplumun karşısına çıkıyorlar belli değil. Oyunun yolu, dünya sendikacılığının çok sevdiği bir deyişle “hep aynı oyun”.

Öngörebileceğiniz üzere, kafanızı çok fazla şişirmemek için, 1973 yılı içinden, Cumuhuriyet’in 1. sayfasında yer almış çok sayıda örnek paylaşmadan, göreceli çelişkilere ilişkin ilk gözüme ilişen çarpıcı örneklerle, gidişata ilişkin fikrinize katkı sayılabilecekleri paylaşmakla yetineceğim.. 26 Ağustos 1973’te birinci sayfadan yayımlanan gazete kupürü haberimize göre, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nı Orgeneral Alpkaya’ya teslim eden Orgeneral Batur, yazılı hazırladığı konuşmasının bir metnini gazetecilere dağıtıyor. Haberde özetlenen konuşma metnine göre, 1969 sonrası Türkiye’nin ekonomik sorunlarla karşı karşıya kalmasını anımsatıyor. Sorunlara anayasa dışı yollarla çare aranması nedeniyle de Türkiye’nin milli güvenliği ve geleceğinin tehlikeye girdiğini söylüyor. Bu tehlikeyi önlemek üzere de 12 Mart Muhtırası’nın verildiğinin altını çiziyor. Gayesine ulaşıp ulaşmadığını sorgulayıp ulaşılamadığı sonucuna vardıktan sonra da nedenlerinin sorgulanmasını istiyor. Muhtıraya muhatap, taraf olanların sorulara bitaraf cevap vermelerinin beklenemeyeceğini, sorumluluklarını üstlenmeyeceklerinin vurgusunu yapıyor.

DEMİREL: İSTEDİKLERİMİZİN ÇOĞU 12 MART’TAN SONRA GERÇEKLEŞTİ

27 Eylül tarihli, Cumhuriyet’in birinci sayfasında yer alan Demirel’in “İstediklerimizin çoğu 12 Mart’tan sonra gerçekleşti” açıklaması, Orgeneral Batur’un sorgulamalarına doğrudan yanıt gibi. Arkadaşımız Ümit Gürtuna’nın Demirel’in Samsun gezisinden aktardığı konuşmasına ilişkin notta, uçakta ABD büyükelçisinin de bulunduğu bilgisi düşülmüş. Sayfayı diğer haberleri ile birlikte okuduğumuzda, çok daha etkili anlamlar çıkıyor. Üniversite yasasının iptali için İstanbul ve Ankara üniversitelerinden gelen itirazlar, İstanbul’da 29 ayda 11 bin kişinin sıkıyönetime ihbar edilmesi, Ecevit’in sıkıyönetim sonrası duyduğu kuşkuları açıklaması.. Demirel’in 4 Ekim tarihli gazetemizde yer alan, Adana, Tarsus, İçel konuşmaları üzerinden haberin başlığına atılan “Demirel: 12 Mart AP’yi hedef almadı” sözleri, muhalefeti yapılan her şeyi kötülemekle suçlaması, ülkemizdeki her dönem geçerli sağ siyasal siyasetlerin çıkışlarını sergilemesi anlamında değişmeyen senaryoları sergilemesi babında düşündürücü..

DEMİREL YİNE 1961 ANAYASASI’NI SUÇLADI. ECEVİT: DOĞUYA KOMANDO DEĞİL KALKINMA GETİRECEĞİZ

5 Ekim 1973 günlü Cumhuriyet’in manşetinde yer alan Ankara Haber Merkezi’nin derlediği haberin başlıkları. Demirel yine 1961 Anayasası’nı suçluyor. Ecevit, Doğu’ya komando değil kalkınma getirmekten söz ediyor. DPT’nin köy ve köylüye ilişkin tedbirlerin ancak yüzde 31’inin karşılandığı raporu, MSP İzmir mitinginde kavga, açılan soruşturmanın haberleri TÖB-DER, KESK’in valilikçe kapatılan şubelerinin haberi düşündürücü..

YILDIZ, BAŞBAKAN TALU’DAN İŞKENCE İDDİALARININ DOĞRULUĞUNU SORGULUYOR

23 Ekim 1973 tarihli haberimize göre Tabii Senatör Ahmet Yıldız, bir soru önergesi ile bazı sanıklara işkence yapıldığına ilişkin iddiaların doğru olup olmadığını, varsa bu çağ ve yasadışı uygulamalara karşı ne gibi işlemlerin yapıldığını ya da yapılacağını Başbakan Naim Talu’dan soruyor. Önergenin içinde somut işkencelere ilişkin ayrıntılı bilgilere de yer veriliyor. Cumhuriyet’te de yer almış haberlere, yüz kızartıcı bu suçlara ilişkin hiçbir işlemin yapılmamış olmasını eleştiriyor.

13 Aralık tarihli gazetenin haberleri, Fikret Otyam’ın verdiği Ecevit’in “telefonunun 1.5 yıldır dinlendiği” haberi kuşkusuz dikkat çekici. Nadir Nadi’nin Ecevit’in kaygısına yer veren köşesi, ile ayrıca özel yer verme gereğini duyduğumuz Ali Ulvi’nin karikatürü sonrasında çok doğru çıkacak seçim öngörüsü ile daha bir çarpıcı geliyor..

13 Aralık tarihli birinci sayfamızdan iki ayrı haber kupürüne daha, yurtdışından Türkiye’ye bakışın belgeleri olarak yer vermek zorundayız. Birinci kupürümüz Paris kaynaklı. Uluslararası Af Örgütü kongresinde Türkiye’deki işkence uygulamaları protesto ediliyor. 10 -11 Aralık tarihleri arasında yapılan örgüt toplantısında, 34 ülkeden gelmiş işkence iddiaları içinde Türkiye’den gelmiş raporlara da ayrıntılı yer veriliyor. 

Türkiye de içinde, söz konusu hükümetlerin, Birleşmiş Milletler’in işkencelere karşı kararını imzalamaları, yükümlülüklerinin gereğini yapmaları, insanlık suçlarına son verilmesi isteniyor. İzmir’den arkadaşımız Hikmet Çetinkaya’nın Paris Barosu Başkanı ile yaptığı söyleşinin haberinde ise Baro Başkanı’nın devlet güvenlik mahkemelerine gerek olmadığı görüşüne yer veriliyor. 1968 olaylarından Fransa’da hiçbir kişinin yargılanmadığının altı çiziliyor. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde bu türden bir mahkemenin gereksizliğinin vurgusu yapılıyor.

FIJ TÜRKİYE’DE BASIN SUÇUNUN KALDIRILMASINI, GAZETECİLERİN SERBEST BIRAKILMALARINI İSTİYOR

Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (FIJ) 12 Mart’ın ilk günlerinden başlayarak, Türkiye gazetecilerine dönük dayanışmasına, Türkiye’de bulunarak, doğrudan destek vermede hiç eksiklik etmiyor. Söz konusu duruşundan 12 Eylül askeri darbe ile Silivri sivil darbeler süreçlerinde de hiç vazgeçmediğinin altını da çizmek gerek. FIJ upuzun bu süreçler içinde, heyetlerle Türkiye’ye gelip, gelişmeleri inceleme, raporlar hazırlama yanında, pek çok örgüt toplantısını İstanbul ve Ankara’ya taşımaktan vazgeçmiyor. 19 Aralık Ankara kaynaklı haberimizde FIJ, Türkiye’de basın suçunun kaldırılması ve gazetecilerin bırakılması için parlamentoya bir kez daha çağrı yapıyor. Uluslararası insan hakları ve düşünce suçlarına ilişkin kurallara geçerlilik kazandırılması isteniyor.

İLHAN SELÇUK, KONTRGERİLLA İŞKENCELERİNE İLİŞKİN TANIKLIKLARINI CUMHURİYET OKURLARI İLE PAYLAŞIYOR

Önce, Nadir Nadi’nin İlhan Selçuk’un koluna girdiği bu fotoğrafın anlamı, okumasını paylaşmam gerek.. İlhan Ağabey’in yüz ifadesine, Nadir Nadi’nin sıcak koluna girişine bakarak bir şeyler okumuş olabilir misiniz?

Okurlarımız Madanoğlu davası üzerinden geçmiş paylaşımlarımdan anımsayabilirler. MİT’in üst görev yöneticisi Mahir Kaynak’ın isminin deşifre edilmesi üzerinden açılmış görünen bu önemli davanın ilk yılının sonunda bize göre düştüğünün altını çizmiştim. Çoğunluk Ankara’da kışlanın içine taşınmış tutuklulukları sürecinde, 12 Mart’ın başlarından ekim ortalarına kadar, deyim yerinde ise gelişme olmaksızın tutuklu kalmışlardı. İlhan Selçuk ve sınırlı sanıklar kendileri için açılmış başka davalar nedeniyle İstanbul’da kalmışlardı. Yıl sonuna doğru dava başlayacakmış gibi İstanbul’a Davutpaşa Kışlası’nın içine taşındılar. Duruşma olmayan, tahliye istekleri ile bağlantı kurulamayacak bir ziyaret gününün gecesinde çoğunluk serbest bırakıldılar. Başka davalardan tutuklulukları sürenler az sayıda. Madanoğlu tutuklandığı Ankara günlerinden Davutpaşa’ya hep savunmayı reddedip, dilekçe vermeyi de reddettiği için tahliyesine formül bulunmada sorun yaşanmıştı. Çözüm bulunamayınca da bir bayram günü kayıtsız serbest bırakılması çözümü seçilmişti.

İŞKENCE ODAKLI İKİNCİ TUTUKLAMALAR

Sonrası için 1973’te açılan garabet davanın iddianamesindeki kayıtlara bakmak gerekiyor. Önce Necdet Düvencioğlu, Hıfzı Kaçar, Cengiz Ballıkaya için 17 Ekim 1972 tarihi ile ikinci tutuklama kararları geliyor. Sonrasında Doğan Avcıoğlu için 14 Ekim, İlhami Soysal için 15 Ekim, İlhan Selçuk için 17 Ekim tarihleriyle aynı anlama, dahası tarihe geldiği sayılabilecek, bulundukları yerlerin farkından kaynaklanan tutuklamalar yaşanıyor. Ortak payda kontrgerillada özel işkence. Sonuç olarak hepsi birden 30 Aralık 1972 günü serbest bırakılacaklardır. Arkası, daha o tarihlerde kamuoyuna yansımış ağır işkencelere ilişkin tartışmalardır..

Uzatmadan İlhan Selçuk’un kontrgerilla işkencelerine ilişkin Cumhuriyet okurları ile paylaştığı, çok şey anlatan, 30 Ekim tarihli Pencere’den “Son Tango Derken..” yazısını paylaşmak isterim.

“Cebinden bir zarf çıkarıp masamın üstüne bıraktı./ -Nedir bu?/ -Tırnaklarım var içinde./ -Ne zaman düştü?/ -Sorgu sırasında. 

Konuşurken yüz buruştu birden. Elini kaburgalarına götürüp sustu, bir süre kaldı öylece./- Neyin var?/ Kaburgalarım sızdırıyor. Dayak sırasında kırılmış, sonradan farkına vardık. 

Topallıyordu./ Nasıl oldu bu iş?/ Ayağımdan yaralanmıştım, attılar bir hücreye. Ne doktor ne ilaç. Sakat kaldım, 

- Nedir o bileğindeki?/- Kelepçe izleri./- Daha yumuşak vuramazlar mı demirleri?/- Vurmazlar. 

Başgardiyan emir verdi. Ellerinde coplarla koğuşlara daldılar muhafızlar. Kızlara kadınlara vurmaya başladılar. Ortalık birbirine girdi. Çığlıklar, küfürler, yerde yuvarlananlar, ağlayanlar.. 

Bir süre sonra tutukluları toplayan başgardiyan:/- Azmıştınız kaç günden beri, erkeksizlik başınıza vurmuştu, şimdi rahat edersiniz./ Tutuklular arasında anneler, anneanneler, öğrenci kızlar, öğretmen kadınlar vardı. 

Çoraplarını çıkarıp kalktı./- Nereye bakıyorsun öyle?/- Şuradaki kemikte bir eğiklik görecek misiniz?/- Neden sordun, eskiden var mıydı?/- Galiba falakadan sonra oldu./- Bir röntgenini çekip bakalım. 

- Söyleyecek misi ulan?/- Benim suçum yok. 

Vakit gece yarısı. İskeleden denize attılar adamı. Elleri ayakları zincirli. Yüzü bağlıydı./- Boğuluyorum, çıkarın beni../- Söyleyecek misin? 

- Sana ne yaptılar?/ -Her şey../ -Falaka?/ -Evet/- Elektrik?/ -Evet/ -Görebildin mi onları?/ -Hayır. 

Elleri ayakları zincirli, gözleri bağlıydı. Soydular. İşkence başladı. Haykırıyor, çığlıklar atıyor genç kız.../ Banda alınıyordu sesi.../ Daha sonra sorgularda sorguya çekilenlere dinletmek üzere... 

İzleniyordu./ Muhafız hücrenin kapısına yanaştı./- Ne var?/- Hastayım doktor yok mu?/- Kes sesini.

Dün Beyoğlu’na çıkmıştım sinemaya gitmek için. Son Tango’ya niyetlenirken yanlışlıkla Sıradan Faşizm filmine girmişim. Yukarıdaki gibi bir sürü sahne.. Doğrusunu isterseniz ilgimi çekmedi. ‘Son Tango’da dediklerine göre çok ahım şahım bir şey değilmiş. Hem de epey kesmişler. Söylenenlere bakılırsa ‘Sıradan Faşizmi’ de biraz kesmişler, ama ben inanmadım; kesintisiz oynuyor.”

NADİR NADİ’NİN “İŞKENCE KONUSU ÜSTÜNE” YAZISIYLA İŞKENCELERLE HESAPLAŞMA ÇAĞRISI

Önce eli yüzünde kara kara düşündüğü fotoğrafının, tarihini tam bilmemekle birklikte, büyük olasılıkla İlhan Selçuk’un Madanoğlu davası yargılamasında ifadesinin alındığı sıkıyönetim mahkemesinden alındığını aktarmalıyım. Fotoğrafın arka planı net olmamakla birlikte kimi yargılamaları izlediğim, tanıdığım mahkeme salonundan alındığını paylaşmalıyım. Duruşma salonundan, duruşma arası elinde telefonla konuşan avukat, bir kısım izleyiciler, Nadir Nadi’nin ayakta izlediği bölümde ise görevli asker ve komutanlar var. Nadir Nadi, ancak özetini paylaşabileceğim 21 Kasım 1973 tarihli yazısına ise “İşkence Konusu Üstüne” yapılmış tartışmaların güncel gelişme, değerlendirmelerini özetleyerek giriş yapmış. Doğal olarak öncelikle ağır suçlanan, terörle bağlantılandırılmış, operasyonlara hedef olmuş sol örgütlenmeler üzerinden çok ağır işkencelere ilişkin bilgilerin, yargılamalar süreci ile birlikte kamuoyuna ulaştığına değinmiş. Fısıltı halindeki bilgilerin çok sayıda davanın sanıklarının yargılanmaları süreçlerinde ortaya çıkan savunmalar, sanık ifadeleri ve belgelendirmeleri üzerinden ağır işkence boyutlarına varmaları ile topluma yansıyan tartışmalara dönüşmesinin altını çizmiş. İşkenceler üzerinden ortalığa saçılan belgelerinin sanıkların mahkemeleri şaşırtma taktikleri olarak sürdürülen savcılıkların tezleri giderek geçerliliğini, inandırıcılığını kaybederken, işkencelerden sorumlu olabilecek sıkıyönetim komutanlıkları, görevliler üzerinden işkencelerin reddi yolundaki yanıtların da geçerliliğinin kalmadığı aşamalara geçilmiştir. Nadir Nadi, duruşma salonlarından işkencelere ilişkin patlamanın yaşandığı ifadeler, bilgiler karşısında vicdanların rahatsızlığının arttığının altını çizmiştir. İşkenceler, kontrgerilla üzerinden bir diğerini tamamlayan çok sayıda davadan, çok fazla seslerin ortalığa saçılmış olması gerçeği karşısında yazısının son paragrafından alıntı yapmalıyız: “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz derler. Devletimizin şerefini ilgilendiren işkence konusu bir an önce ele alınmalı, aydınlığa kavuşturulmalıdır. Vatandaş kendi devletinin adaletinden kuşkuya düşerse toplumsal huzuru sağlamak olanağını elimizden kaçırabiliriz. Anayasal mekanizmalar, Meclis hızla harekete geçirilmelidir.”