12 Mart, sol yükselişe karşı, rövanş hamle olur..
1971’in ilk ayları 12 Mart’ın kurgulanmasında, çatışmacılık, provokasyonla son kozların oynanma alanı gibi.. 1961 Anayasası, özgür düşünce, siyasal, toplumsal, meslek, sendikal örgütlenme hakları kazanımlarında, gelir dağılımı sosyal devlet açılımında güçlü yol alan solun kazanılmış hakları için direnir.. Sağ ittifakın kamu gücünü elinde tutan siyasal iktidar ile sermaye ittifakı saldırıları yükselir..
Şükran SonerCumhuriyet’in 1. sayfasına yansıyan çatışmacılıkların yoğunluğu, kimin elinin kimin cebinde olduğunun çok da doğru algılanmasına engel oluşturan boyutlardadır. Şiddet dozu provokasyonların karmaşasında ortalık toz duman olmuştur. Bugünün sosyal medyasının çok yakınılan yalan üzerinden senaryolarla, çamur atmaları ile gerçeklerin çarpıtılması inanılmazdır. İsterseniz dönem analizine 3 Ocak günlü gazetemizin birinci sayfasındaki haberlerden başlayalım.
Başbakanlık, toplumsal örgütlenmelerin yaşamın her alanına dönük soldan güçlü dinamikler içindeki gelişmelerine karşı, sağdan ittifaklar cephesi ile kamuda yerleşik iktidar gücünün kullanılmasında giderek sertleşen icraatlar çerçevesinde bastırılması siyasetinde yeni adımlarla yürüyor.. Gazetemizde manşete alınan habere göre, “Üniversite reform ve güvenlik tasarıları” Başbakanlık’a verilmiş. “Eyleme katılan öğrenci okuldan çıkarılacak” bilgisi başlığa taşınmış.. Oysa hükümetin kamuda tam gün çalışma zorunluluğunu kaldıran, özelde ticaret kapılarını açan uygulamasına karşı direnen doktorlar, mühendisler, eğitimciler başta, meslek örgütlerinin hazırlanan ortak ilk raporların sonuçlarının yer aldığı habere göre, kamunun ilgili hizmet alanlarında uygulamanın başından ortaya çıkan açıklar büyük. Bir başka haberin içinde ise teknik personelin de direnişe geçtiği bilgisi veriliyor, İstanbul’un elektriğinin de zaman zaman kesileceği bildiriliyor.
İsterseniz gelinmiş noktada, aynı günün tarihini taşıyan Nadir Nadi’nin “Teşhis ve analiz” başlıklı yorumuna bir göze atalım; “İster cici demokrasi diyelim, ister göstermelik demokrasi, içinde yaşadığımız rejimin aslında bir hasta demokrasi olduğu, artık şüpheye yer bırakmayacak biçimde anlaşılmıştır..” diye söze giriyor. Sunay’ın “Takriri Sükûn” devrini anımsatan önerisini de eleştiriyor, “İyileştirelim derken hasta demokrasiyi öldürmekten başka ne sonuç verebilecektir” sorgulamasını yapıyor. 27 Mayıs düşmanları, eski DP mirasçıları, ırkçılar, turancılar, din tüccarları ve benzerlerine danışmanın sonucunu, “Bu devrim düşmanlığıdır, bilim düşmanlığıdır, 27 Mayıs düşmanlığıdır” olarak tanımlıyor.
Devamla, yaşanan kaos ortamının şiddetini yansıtan şu önemli satırbaşlarının altını çiziyor: “Sık sık kullandıkları ‘aşırı uçlar’ deyimi yürüttükleri politikayı örtmeye yarayan bir paravanadan başka bir şey değildir./Hangi aşırı uç?/ Devrim ilkeleri söz konusu oldu mu, bunlar en aşırı Atatürk düşmanlarına kanat germekte, fikirden söz edildi mi, ilerici gençlerin ‘faili meçhul’ cinayetlere kurban gitmesine göz yummakta, üstelik ölenleri saldırgan diye tanıtmaktan çekinmemektedirler. Evet, teşhise yanaşılmayacağına göre biz hasta demokrasimize bir tedavi yöntemi bulunabileceğini hiç sanmıyoruz./ Alınacak tedbirler hastalığı daha da ağırlaştırmaktan başka işe yaramayacaktır.”
5 Ocak günlü sayfamızda İstanbul Üniversitesi’nin 1968 eylemleri, rüzgârlarında alınmış uzlaşmalı kararlar kapsamında, senato tarafından “Öğrenci hareketlerinin bilimsel yönden araştırılması” konusunda görevlendirilmiş bilimsel komisyonun raporu dikkat çekiyor. Hikmet Altuğ, Kazım Arısan, Özcan Köknel gibi uzman proföserlerin içinde olduğu komisyonun uzun soluklu bilimsel çalışmalarının ürünü rapordan çıkan sonuçlar kapsamında “Üniversite bilim dışı baskılara karşı çıkmayı bilmeli” sonucu geniş haberin başlığına alınmış.
1876’dan hazırlanış tarihine Türkiye’deki bütün öğrenci eylemlerinin kısa bir özgeçmişi yapılmış. Üniversite reformu, ülke sorunları, ideolojik eylemler olmak üzere üç ayrı çerçevede incelenmiş. Üniversiteleri yetersizliğe çeken sorunlar ile dönemlerin ideolojik etkileşimleri irdelenmiş.
TÖS: TÜRK ULUSU DAHA FAZLA ALDATILMASIN
5 Ocak günü TÖS genel yönetim kurulunun sürdürdüğü çalışmalar sonucunda günün sorunlarına ilişkin görüşleri kamuoyuna duyurulmuş. Türkiye’nin bazı çıkar çevrelerinin Türkiye’nin kalkınmasını engellemek isteğinin altı çizilerek içinde kıvranılan bunalımdan çıkış yolunda TÖS’ün öncelikli ilkeleri sıralanmış.. Atatürk’ün “istiklali tam” ilkesine içtenlikle sahip çıkılması istenirken, toprak reformu, ağa, bey, tefeci gibi ortaçağ kalıntılarından acil çıkış, kooperatiflerin kurulması, yeraltı, yerüstü servetlerinin yabancıların elinden kurtarılması, eğitim ve sağlığın ticaret konusu yapılmaması...istenmiş.
6 Ocak günlü sayfada Türkiye Sağlık Hizmetleri Güçbirliği’nin İstanbul ve Ankara’daki ihtar direnişlerine yer verilmiş. 7 Ocak günlü gazetemizin birinci sayfasını sizinle olduğu gibi paylaşmak gerek. Haber ve yorumlar, eylemlerin başlık ve fotoğrafları dönemin yaşanılanlarına çok çıplak ayna tutmuş..
8 Ocak günlü Ankara kaynaklı haberimiz ise Demirel hükümetinin üniversitelerin sindirilmelerini hedef alan yasasının içeriğinden bilgileri aktarıyor.. Öğretim üyeleri izinsiz bildiri yayımlayamayacak, üniversite polisi tasarısı tamam. Öğrenciler için 2 yılda bir kurulacak öğrenci temsilciliği dışında tüm örgütlenmeler yasaklanıyor.
9 Ocak günlü gazetenin kupürünü ise yaşanan çelişkilerin birkaç yüzünü birden göstermesi nedeniyle yine yorumsuz paylaşmalıyız. 11 Ocak günlü gazetemizin kupürünü ise örgütlü çalışanların, toplumsal sorunlarına dönük hakları için direnişlerinden vazgeçmediklerinin belgesi olarak paylaşmaktayız.
ÖZEL YÜKSEKOKULLAR ANAYASAYA AYKIRI
13 Ocak günlü gazetemizde Anayasa Mahkemesi’nin özel yüksekokulların anayasaya aykırı olduğuna ilişkin kararı yer almış. İptal kararına gerekçe olan maddeler ile iptalin 6 ay sonra yürürlüğe gireceğinin bilgileri var.
TÜRK-İŞ’TE PARTİLER ÜSTÜ POLİTİKAYA KARŞI
15 Ocak günlü gazetemizde Türk-İş’in sola kaymasının istendiği, karşı çıkışın haberi var. 1967-70 yıllarının tereddütsüz davaya ihanet dönemi olarak değerlendirilebileceği vurgulaması yapılmış. Partiler üstü politikanın terk edilmesi istenmiş. Türk-İş’in demokrasi ve özgürlüklere bağlı sol bir karargâhta yerini alması gerektiği savunulmuş.
Kızılcahamam’da yapılan Türk-İş yönetim toplantısında, Genel-İş Başkanı Abdullah Baştürk, Ulaş-İş Federasyonu Başkanı Feridun Şakir Övünç, Yolİş Federasyonu Başkanı Halit Mısırlıoğlu, Petrol-İş Başkanı İsmail Topkar’ın ortak çıkışlarında, partiler üstü politika ile tam bir çıkmaza girildiğinin altı çizilmiş. Ulusal kalkınma için sendikal hareketin demokratik sosyalizm yolunda yürümesi gereğinin saptaması yapılmış.
16 Ocak günlü çelişkili pencerelerden gelişmelerin haberleri içinde Nurcuların 8-12 yaşlarındaki kimsesiz çocukları topladıkları haberin yanında, Eğitim Bakanı’nın üniversiteleri zapturapt altına almak isteyen yasada uzlaşma yolunda toplantı düzenlemesi var. Türk-İş’te dörtler raporu üzerinden süren tartışmaların gelişmeleri de var. Demirel, faşist ve komünist bir idare gelemeyeceği tezinde ısrarlı.
16 Ocak ve 17 Ocak günlü çarpıcı bir başka haberlerin içeriğinde ise adi bir banka soygununun Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının üzerine atılmak istenmesinin provokasyonundan ayrı ayrı haberler var. ODTÜ Rektörü, üniversitenin bu banka soygunu üzerinden aranmasının soyguncuları bulma gayesinin dışında olduğunun sitemini yapıyor.
DENİZ GEZMİŞ’E BANKA SOYGUNU TUZAĞI
Avukatları, Deniz Gezmiş’i Sadun Tanju, Ergin Konuksever imzalı ortak röportajda anlatıyor. Devrimci gençliğin ağır bir suçlama altına sokulduğunu söylüyorlar. SBF yönetimi hükümetin yasaklar getirmeyi amaçlayan raporunu “karanlık bir gidişe doğru başlangıç” olarak ağır bir dille eleştiriyor. Türk-İş’te dörtler raporu üzerinden sert tartışmalar büyüyor.
18 Ocak günlü Cumhuriyet’in manşetinde Deniz Gezmiş’in babasından açık mektup yayımlanıyor. Gezmiş’in arkadaşları son üç yılının iki yılını cezaevlerinde geçirdiğinin gelişmelerini ayrıntılarıyla anlatıyorlar. Deniz Gezmiş’in adının kullanıldığı İş Bankası Emek Şubesi soygununa ilişkin tanık iddiaları karşılıksız kalıyor. Anı günün haberleri içinde Prof. İnönü’nün evinin önünde patlatılan bombanın bilgisi de var.
21 Ocak günlü haberlerde manşette üniversitede jandarma istemeyen öğrencilerin eylemleri var. ODTÜ süresiz olarak kapatılıyor. MİT’in soyguna ilişkin haberinde ise 3 avcı botu ile Karadeniz sahilinde Deniz Gezmiş’in aranmakta olduğu bilgisi var. Isparta kaynaklı göbekteki 4 sütunluk geniş kutunun içinde ise Sait Arif Terzioğlu fotoğraflarıyla, küçük öğrencilerin yakalanıp köylerine gönderildikleri, Atatürk’ü hedef almış Nurculuk kampının röportajlı gelişmelerinin aktarımları var.
22 Ocak günlü sayfamızın manşeti de, çelişkili İş Bankası, Emek Şubesi soygunu ile ilişkili.. Aranan öğrencilerden Özdemir, Selahattin Güler’e verdiği röportajda bir aydan beri İstanbul’da olduğunu kanıtlamış.
Soygun suçlamaları üzerinden çok sayıda çelişkili haber yanında Senato’da çıkan tartışmalarda Ataklı ile AKP’li Akgün’ün dövüştükleri verilmiş. Yer darlığını gözeterek Ali Ulvi’nin “Moskof casusu yakalandı, Kolera! Kolera! Kolera!” banka soygunu yanında gazete okuyan Demirel’i çizdiği karikatürünü paylaşamıyorum. 23 Ocak günlü gazete manşetimizi İTÜ ve İstanbul Üniversitesi’nden gelen tedbirler yayasına karşı “Kışla nizamı getiriliyor” eleştirileri ile, Milli Güvenlik Kurulu kararlarına ayrılmış.
Kararların ilk kez Demirel tarafından açıklanmadığı, Genel Sekreter Orgeneral Alpkaya’nın açıklamasında ise “Yeni tedbirler uygun görüldü” vurgulaması ile yetinildiğine yer verilmiş. Soygunla ilişkili tutuklanan Seven ve Baca’ya ilişkin haberde ise 2 tanığın tutuklanan öğrenciler yerine bir polisle bir gazeteciyi gösterdikleri belirtilmiş. SBF yurduna düşman karargâhı gibi giren polisin yurda girmesinden 3 saat sonra arama kararının çıkarıldığı belirtilmiş. Nur okullarının baskınlarına ilişkin yeni haberler de var.
29 Ocak günlü gazete haberleri içinde ise Madanoğlu’nun, Güvenlik Kurulu’nu suçlayan açıklaması yer almış. 30 Ocak günü bir başka haberde ise Ecevit, “Gençliği kanlı olaylara polis itiyor” suçlamasını getirmiş. 31 Ocak günlü gazetenin göbeğinde ise DEV-GENÇ’in devlet eğitimine karşı düzenlenmiş, geniş katılımlı protesto yürüyüşünün fotoğraflı haberi var. Ben gün gün sıralamaktan yoruldum. İlişkili benzer haberlerin gün gün yoğunluğunda eksilme yaşanmadı. 1 Şubat günü Barolar Birliği hükümetin tedbirler paketine ihtiyaç olmadığı ağır eleştirisi var. TÖS Adapazarı mitingi saldırıya uğruyor.
Midyat kaymakamı ve mal müdürünün evlerine kurşun yağdırılıyor. 2 Şubat günlü gazetemizin kupüründen, gecikmeli ulaşan TİP Amasya İl Başkanı’nın öldürülmesi olayına ilişkin, önceden yapılmış tehditleri de içeren haberin kupürüne yer vermek istedik. Bu kez yan yana düştükleri için Ali Ulvi’nin karikatürünü de paylaşabiliriz. 10 Şubat günlü Ümit Gürtuna imzalı haberimizde, Tağmaç’ın Sunay’a ilettiği görüşlere yer verilmiş. “Durum 27 Mayıs öncesi gibi” değerlendirmesi yapılmış. Tabandan gelen baskılara rağmen komuta zincirinin, askerin yönetime el koymasını uygun görmediği belirtilmiş.
11 Şubat günlü TÖS Danışma Kurulu toplantısının saptamaları çok çarpıcı. Genel Başkan Fakir Baykurt, “Faşizm gelmiştir. Aklı başında hiçbir insan bu düzenin yananda olamaz”, Senatör Yıldız “Beygir kafasıyla iş yapılan memlekette, elbette öğretmene yular takılacaktır” demişler. 6 Mart günlü gazetenin manşetinde ODTÜ’nün yine bir savaş alanına döndüğünün, 22 kişinin yaralandığının gelişmeleri ile çarpıcı fotoğraf görüntüleri var.. Kestirmeden bıktırmama adına daha fazla söze gerek kalmadığı ile yetinerek 11 Mart ile 12 Mart askeri darbesinin ertesi günü, 13 Mart günü yayımlanmış gazetenin birinci sayfalarının kupürleri ile nokta koyalım mı dersiniz?..
İNSANI, HAYVANI, BİTKİSİ AÇ TÜRKİYE
Hani şu günümüzde de olayların, provokasyonların kaos gündemlerinin tuzağında, ülkeyi patlamaya sürükleyen ekonomik, sosyal, siyasal koşulların bir türlü, demokratik ortam içinde tartışılamadığı gerçeğinden hep yakınıp duruyoruz ya.. Ders verici, bir o kadar da çarpıcı verilerle dolu bir örnek olarak hazırlanması 1970’li dönemde aylarımı almış, 1971 yılının 4 Ocak ile 12 Ocak tarihleri arasında yayımlanmış bir yazı dizisini sizinle de paylaşmak isterim.
Kişisel emeğimi bir yana bırakarak dönemin bilim insanlarının çok uzun yılları kapsayan, çok uzun soluklu bilimsel çalışmalarının ürünü ortaya konulmuş gerçekler üzerinden bu ülkede darbeye gidilen yolda yaşanmışlıkların verilerini paylaşmanın kaçınılmaz olduğunu düşündüğüm için.. İnsanı, hayvanı, bitkisi aç bir Türkiye gerçeğinde gelgitlerin, siyasal çalkantıların, askeri ve sivil darbeler geçişli kaoslarının yaşanmasının kaçınılmaz olacağı üzerinde düşünmek, gerçeklerden kaçmamak adına çözümler üretebilmek için.. Elbette her dönemin kendine özgü koşulları, neden-sonuç ilişkilerinde etkin roller oynar.
Ancak değişmez kural, çözüm üretmenin demokrasi, hak-hukuk adalet düzeni içinde gerçekleştirilememesinden odaklanmaz mı? Dizinin yayımlandığı tarihlerde sağ basında neden o kadar ağır eleştirilere konu yapıldığını kavrayabilecek kadar deneyimli, bilinçli değildim. “Ülkemizde açlıktan ölen mi var ki?” anlamına gelen eleştirilerle eğlenip durmalarına şaşırmıştım. Çünkü ben sadece bilim insanlarımızın dönemin içinde yaptıkları çok değerli bilimsel çalışmaların kocaman kocaman raporlarını, kongre yayınlarını okurla paylaşmakla yetinmiştim..
İnsanı, hayvanı, bitkisi aç bir Türkiye’nin çarpıcı bilimsel verilerini istatistiklerle, tablolarla aktarmıştım.. Kabaca en çarpıcı verileri ile iyi beslenen Nişantaşı’nda doğmuş bir bebeğin boy, kafatası gelişimi verileri ile Boston standardını yakaladığını, Rami’deki çocukların geriye düşmelerini ve çok daha da vahim örnekleri aktarmıştım. Aynı ölçekler içinde o tarihlerde hayvan varlığında hiç yetersiz olmayan ülkemizde, hayvanların süt ve et verimi eksikliklerini yine bilimsel raporlarla okurla paylaşmak istemiştim.
Verimli topraklarımızda tarımdaki yoksunluk bir başka sorunların yumağı.. Hepsi birbiriyle bağlantılı ilişkili sorunlar yumağından veriler bilim insanlarının toplumsal duyarlılıkları ve sorumluluklarının ürünü. Şaşkın sürprizi o tarihte okumayı atlamış olduğum için arşivdeki arkadaşlarımdan utanmış olarak aldım.
Nadir Nadi 13 Ocak günlü köşesinde, ülkemiz sorunlarına yönelik gerçeklere bakmadan provokasyonlar tuzaklarla çözüm üretme çabalarına yönelttiği ağır eleştirisinde, “Boşuna çaba” başlığını atarken, tam da bu sorunlara ilişkin bilimsel verileri, insanı, hayvanı, bitkisi ile aç Türkiye’nin tablosunun gerçeği üzerinde durmuş. Türkiye’nin bitkisi, hayvanı, insanı ile yani tüm canlı organizmaları ile bir açlar ülkesi haline gelmek üzere olduğunun altını çizmiş. “Bu durumun toplumun katlarında tepki yaratmaması olur mu” sorgulamasını yaparak, on yılda nüfusun 8 milyon artışına karşılık, üretim gücünün yerinde saymasını eleştirmiş.