12 Eylül Hukukuna Karşı Olmak -II-

cumhuriyet.com.tr

Yürütmenin emrindeki bazı kurum ve kuruluşların, özel TV kanallarının büyük bir kısmının doğrudan ve dolaylı olarak evet kampanyasına destek vermelerine karşın, inanıyorum ki halkımız, ülkemizin ve kendisinin esenliği, huzuru ve güvenliği için 12 Eylül günü sandık başına gidecek anayasa değişikliğini reddederek aydınlığın yolunu açacaktır.

Üzerinde durulması gereken başka bir konu, değişikliğin kabul edilmesi halinde Geçici 15’inci maddenin yürürlükten kalkması ile ortaya çıkacak hukuki durumdur. Bunu anlayabilmek için, adı geçen maddenin doğru yorumlanması gerekir. Maddenin birinci fıkrası, Konsey döneminde yasama ve yürütme yetkisini kullanan Milli Güvenlik Konseyi’ni, hükümetleri, Danışma Meclisi’ni ve bunların üyelerini, ikinci fıkrası da bu organlar tarafından alınan yasal ve idari tasarrufları uygulayanları ve bunlara uygun işlem yapanları hukuki koruma altına almakta, bunlar hakkında cezai, mali ve hukuki sorumluluk iddiasında bulunulamayacağını, bu nedenlerle herhangi bir yargı merciine başvurulamayacağını ifade etmektedir.

Geçici 15’inci maddenin hukuki koruma altına aldığı kişiler sadece MGK üyeleri değil, o dönemde görev yapan hükümet üyeleri, Danışma Meclisi üyeleri ile bunların aldığı kararları uygulayan idare memurlarıdır. Bir anlamda tüm devlet görevlileridir. Anayasa değişikliğinin kabul edildiğini ve zamanaşımı, Geçici 15’inci madde genel af niteliğinde hükümler getirdiğinden geriye dönük yargılama yapılamayacağı gibi ciddi hukuki düşüncelerin aşıldığını varsayalım. Sadece Milli Güvenlik Konseyi üyelerini yargılamak Geçici 15’inci maddenin düzenleniş amacı ile bağdaşacak mıdır? Konseyin yürürlüğe koyduğu yasal ve idari düzenleyici tasarrufları uygulayan, o dönemden itibaren görev yapmış olan tüm hükümetlerin üyeleri dahil yürütme organı ve idare mensupları yargılanabilecek midir? Bu açıdan bakarsanız, sekiz seneden beri iktidarda olan AKP’nin hükümetleri de, Bakanlar Kurulu ve bakanlar olarak halen yürürlükte olduğunu yukarıda söylediğim konsey dönemi yasalarını uygulamışlar; bunlara dayanarak binlerce idari karar almışlardır.

Eğer yargılama yapılacaksa, diğerleri yanında AKP hükümet başkanlarının, bakanlarının ve bu dönemdeki Yüksek İdare memurlarının da yargılanması gerekmeyecek midir?

İzahı mümkün değil

Yine varsayalım, anayasa değişikliği kabul edildi ve siz sadece MGK’nin sağ kalan üyelerini yargılayacaksınız. Bir yandan 1980 senesinden bugüne kadar görev yapan TBMM ve hükümetler dahil, devletin tüm organlarının kuruluşunda ve işleyişinde temel hukuki metin olarak 1982 Anayasası’nı esas alacaksınız, uygulayacaksınız, değiştirilinceye kadar da kurallarına uymayı ve uygulamayı sürdüreceksiniz ve böylece bu anayasayı meşru ve temel bir hukuki tasarruf olarak kabulleneceksiniz; sonra da bu anayasanın düzenlenmesinde son sözü söyleyen ve sundukları metin halk oyunda %92 oranında desteklenen kişileri yargılayacaksınız. Bu, tek kelime ile izahı mümkün olmayan bir çelişki teşkil eder. (xx)

Sembolik anlam taşır

Görüldüğü üzere Geçici 15’inci maddenin yürürlükten kaldırılması herhangi bir sonuç getirmeyecek; eğer kabul edilir ve uygulama aşamasına gelinirse ülkemizde arapsaçına dönüştürülmüş olan hukuku, daha da karıştıracak, içinden çıkılmaz hale getirecektir. Bu maddenin kaldırılması sadece sembolik bir anlam taşıyacaktır.

Geçici 15’inci maddenin yürürlükten kaldırılması ve madde kapsamında olanlara gereken hukuki yaptırımların uygulanması konusu, daha önce muhalefet partileri tarafından gündeme getirildiğinde “Güldürmeyin beni” diyerek bu öneriye haklı olarak karşı çıkan Başbakan, kısa bir süre sonra anayasa değişikliği gündeme geldiğinde görüşünü değiştirmiş ve anayasa değişikliği paketine Geçici 15’inci maddeyi de almıştır. Önce güldüğü öneriye sımsıkı sarılmış ve bu maddenin kaldırılmasını paketin kabulü için öncelikli konu olarak kamu önünde savunmuştur. Zaman zaman aynı konuda kısa aralıklarla değişik görüşleri savunabilen Başbakan’ın bu konudaki davranışı kamuoyunu fazla şaşırtmamıştır.

Ancak bu anayasa değişikliğinde 12 Eylül hukukuna karşı duruşunun özel bir nedeni vardır: Yukarıda izah ettiğim üzere 12 Eylül hukuku içinde yer alan çok sayıda antidemokratik kural elbette kaldırılmalıdır ve hukuk arındırılmalıdır. Bunda geç bile kalınmıştır.

AKP iktidarı bunu tek başına dahi yapabilecek durumda iken bugüne kadar beklemiştir. AKP’nin amacı Yüksek Yargıyı ele geçirerek, önünde kalan tek engeli ortadan kaldırmak ve ülkeyi inançları doğrultusunda yönetmektir. Buna 2007 yılında da tam teşebbüste bulunmuş, yeni bir anayasayı yürürlüğe koyabilmek için bir taslak sipariş etmiş, Başbakan’ın da onayını alan taslağı hayata geçiremeyeceğini anlayınca işin peşini bırakmıştır.

Şimdi Anayasa Mahkemesi’nin ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısını değiştirerek amacına ulaşmak istemektedir. Bu nedenle ilgili maddelere yerleştirdiği erkler ayrılığı ilkesine, demokratik-hukuk devleti yapısına aykırı kuralları, tek başına halkoyundan geçiremeyeceğini anladığından, paketin içine halkın ilgisini ve dikkatini çekeceğini umduğu yeni kuralları da yerleştirmiştir.

12 Eylül döneminde çok sayıda, ağır insan hakları ihlalleri olmuştur.

Haksız yere, içinde gencecik çocukların da bulunduğu birçok insan idam edilmiş, işkence görmüş ve kaybolmuştur. Bu uygulamalara ve bunları yapanlara karşı toplumda haklı tepkiler oluşmuş, bu tepkiler halen de sürmektedir. Bu husus toplumumuzun çok fazla duyarlı olduğu konulardan biridir. Sekiz seneden bu yana 12 Eylül Anayasası’nın kuralları çerçevesinde iktidarda bulunan AKP, halkın duygularını istismar ederek 12 Eylül karşıtlığını oynamakta, halkoyundan evet çıkması için Geçici 15’inci maddeyi öncü ve paketi sürükleyici bir değişiklik olarak sunmaktadır.

Uygulanan bu propaganda yönteminin kendilerini liberal aydın, solcu-aydın olarak tanımlayan ve AKP’ye genel seçimlerde oy vermediklerini ifade eden kişiler nezdinde de etkili olduğu görülmektedir. Bunların söylemlerinden, yargı ile ilgili düzenlemelerin bırakınız ayrıntılarını, ana hatlarını dahi bilmedikleri, dolayısıyla halkoyundan “evet” çıkması halinde ülkenin nerelere sürükleneceğini göremedikleri anlaşılmaktadır.

Sonuç

12 Eylül 2010 günü yapılacak olan halkoylaması ülkemiz yönünden yaşamsal öneme sahiptir. Eğer anayasa değişikliği kabul edilirse ülkenin yönü ve yönetim biçimi değişecek ve çok güçlü, önünde hiçbir engel bulunmayan bir yürütme organı ortaya çıkacaktır. Bugünkü siyasi aktörlerin iktidarda bulunmaları halinde, sivil bir darbe ile ülke yönetiminin faşist bir rejime dönüşmesi kuvvetle muhtemeldir. Çünkü denetimsiz bir güç her zaman yetki sınırlarını zorlar, amacı dışına çıkar ve her geçen gün daha fazlasını ister.

Bugün tanığı olduğumuz, hepimizin adalet duygularını inciten, “artık bu kadarı da olmaz” dedirten idari ve yargısal kararlar ve uygulamalar, anayasa değişikliğinin kabulü halinde göreceklerimizin habercisidir ve sadece küçük bir parçasıdır.

Yürütmenin emrindeki bazı kurum ve kuruluşların, özel TV kanallarının büyük bir kısmının doğrudan ve dolaylı olarak evet kampanyasına destek vermelerine karşın, inanıyorum ki halkımız, ülkemizin ve kendisinin esenliği, huzuru ve güvenliği için 12 Eylül günü sandık başına gidecek anayasa değişikliğini reddederek aydınlığın yolunu açacaktır.

(XX) Bu görüşler, benim 12 Eylül hukukunun ve icraatının yanında olduğum biçiminde yorumlanmamalıdır. Ben 12 Eylül hukukuna karşı ilk eleştirel yazımı, TSK’nin yönetime el koyduğu tarihten üç ay sonra yazdım; 6 Aralık 1980 tarihli Milliyet gazetesinde yayımlandı.