11 Nisan - Şanlıurfa'nın Onur Günü

cumhuriyet.com.tr

Müzik, şarkı, türkü, günlük yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır Urfa’da.

Devrimden, hümanizmadan, aydınlanmadan uzak, beceriksiz, ufuksuz, şoven, demokrasiyi amaç değil araç olarak gören ve Türkiyemizin kaderine egemen olan politikacılar, dış dinamiklerin de etkisi ile bu güzelim beraberliği yaşatmadılar.

11 Nisan, hiç kuşkusuz, ulusal bağımsızlık savaşımızın şanlı destanlarından biridir. Bu yıl, kurtuluşun 92. yıldönümünü kutlayacak hemşerilerim. Önce İngilizler, daha sonra Fransızlar tarafından işgal edilen Urfa, (1919) emperyalizme karşı tüm yurtta verilen savaştan payına düşeni gerçekleştirerek işgalcileri kovalamış ve özgürlüğüne kavuşmuştur. (11 Nisan 1920) İsotu ile çiğköftesi ve türküleri ile kalesi, kutsal gölleri, dili, sıra geceleri ve peygamberleri ile birlikte... Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin açılmasına daha 12 gün vardı Urfa özgürlüğünü ilan ettiğinde. Böylece her şeyin yanı sıra biber tarlaları da kurtuldu. 1984’te ilimizin adının önüne “şanlı” unvanı geldi. Bugünkü yaşlı Urfalı hemşerilerimin bana gençleri göstererek “Coşkun Beg, sen bu gençlere bahma onlar Şanlıurfalı, biz senin kimin Urfalıyıh” deyişlerini sık sık tekrarladım. Oldukça anlam yüklü bir vurgulamadır bu.

Çünkü 30’lu, 40’lı yıllarda bizim kuşağımızdan Urfalılar hiçbir ayrım yapmadan birlikte övünüyor, birlikte seviniyor, sevinci, kederi, her şeyi paylaşıyor, halkevinde tiyatro seyrediyor, Anzelha Gölü’nde yüzme yarışları izliyorduk. Annem İzmir’den kopup gelmişti, babam Urfa doğumlu. Etnik kökenimizi sorgulamak diye bir şey yoktu o günlerde, bundan bir ayrımcılık çıkarmak kimsenin aklına gelmiyordu. Birlikte Kurtuluş Savaşı vermiştik ve Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları idik. Kürtçe konuşanlar çoğunlukta idi. Arapça konuşanlar da az değildi. Bunun bir benzerini 8 Nisan günü Halkevleri’nin 80. kuruluş yıldönümü kutlamalarında sevinerek gördüm. Uygar kılık kıyafet ve davranışlar içindeki Kürt ve Türk gençleri birlikte türkü söyleyip beraberce oyunlar oynadılar. Övgüye değer bir organizasyondu bu.

Farklı diller ve kültürlerden etkilenmiştir ilimiz. Urfa dilinde çok sayıda Kürtçe, Farsça, Arapça, Azeri sözcükler vardır. Ben ezelden Urfalı olduğum için o dili iyi konuşanlardanım. Eminim, iki ünlü Urfalı yazar Mehmet Faraç ve Bekir Coşkun da o dili iyi bilirler. Sizler isotu bilirsiniz ama “Frenk, pirpirin, bahteniz, arış, külünçe, biyambalı deleme, arzele, hayır, pürcüklü, has, poşu, zerzembe, belleme”yi bilemezsiniz. İzmirli annem de öğrenmişti Urfa dilini, Urfa ağzını. Sınıf arkadaşlarım arasında Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Yahudi kökenliler vardı kuşkusuz ama kökenimizin ne olduğu sorusu gündemde yoktu. Ne kadar büyük ve ürkütücü bir değişime uğradı bu toplum.

Göbekli Tepe

Öylesine candan bir beraberliğimiz vardı. O yıllarda bir insanın Kürtçe konuştuğu için suçlandığına hiç tanık olmadım. Köylerin çoğunluğunda Kürtçe konuşulurdu. O kadar doğaldı ki bu konuşmalar... Kürtçe şarkılar dinlerdik. Toplantılarda kalkıp “eziherim Diyarbekir hatuni lorke” diye oyunlar oynardık. Sahnede Babi Yılmaz skeçler yapardı. Sıklıkla Kürtçe sözcükler kullanarak “Top heyye, tabanca heyye, tüfek heyye, ceseret tunne” dediği zaman salon coşku ile alkışa dururdu. Ne kadar güzeldi yaşantımız. Anzelha’da kravl yüzücüleri izliyor, halkevinde Şekspir dahil tiyatro seyrediyor, hıdrellezde yüzlerce uçurtma uçuruyorduk. Urfa’nın orta yerinde Türk musikisi yapılan, isteyenin rakısını içtiği gazino vardı. Küba’da geçirdiğim günlerde hep Urfa’yı andım. Küba halkı ambargodan bunalıyordu ama her yerde, her köşede müzik ve dans vardı. Urfa da çok benzer ona, en güzel türküler (toplamın yüzde 20’sine yakını) o yöreden çıkar ve her yerde, her evde, her toplulukta şarkı, türkü, müzik, halk oyunları vardır. Müzik, şarkı, türkü, günlük yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır Urfa’da.

Devrimden, hümanizmadan, aydınlanmadan uzak, beceriksiz, ufuksuz, şoven, demokrasiyi amaç değil araç olarak gören ve Türkiyemizin kaderine egemen olan politikacılar, dış dinamiklerin de etkisi ile bu güzelim beraberliği yaşatmadılar. Türkiye’nin değişik etnik kökenden gelen halkına aydınlanmayı tanıtmadılar. Özellikle, bugünlerde sorgulanmaya çalışılan bence göstermelik olmaya mahkûm 12 Eylül’den sonra, bu insancıl beraberliklere ağır darbeler vurulmuştur. Kürt kökenli yurttaşlarımızın kendi isimlerini, kendi dillerini kullanmalarına, kendi kültürlerini yaşatmalarına nasıl engel olunabilir? Birlikte bağımsızlık savaşı vermiştik, birlikte gelişme, ilerleme, çağdaşlaşma, bilime sanata aydınlanmaya ulaşma için çaba verecektik. Dogmalardan, cehaletten kurtulup feodaliteye son vermek için çalışacaktık.

Benim çocukluk arkadaşlarımla arama giren basiretsiz, karşı devrimci politikacıların Köy Enstitüleri’ni yıkmak, Halkevleri’ni yok etmek gibi ihanetleri olmasaydı, sürekli devrim için elbirliği yapacak, etnikçilik, ırkçılık yerine, sınıf bilincini egemen kılacak, Türkiye’yi ileriye taşıyacak, sömürüye ve emperyalizme karşı birlikte savaşacaktık. Türk, Kürt, Arap, Yahudi, Ermeni, Rum, Laz, Çerkez, Abaza bir araya gelecek, eşitsizliğe, ilkelliğe, din istismarına karşı mücadele edecektik. Nasıl anıyorum o birlikte Topçu Meydanı’nda kutladığımız 11 Nisan günlerini? Trampetler çalıp borazanlar öttürdüğümüz, Tılfıdır Tepesi’ne doğru hamle eden eğersiz Arap atlarını alkışlarla izlediğimiz o coşkulu günleri... Nemrut’un putlarını kıran Hazreti İbrahim’in atıldığı, ateşten suya dönüşen o dünya güzeli Anzelha’yı. O günlerin anısını yeniden canlandırmak ve yaşlı genç hemşerilerimle bir arada olmak için 11 Nisan 2012’de Urfa’da olacağım ve nostalji duyguları içinde törenleri izleyeceğim.

Annemin babamın isimlerini taşıyan okulları kitaplar eşliğinde ziyaret edeceğim. Ama bir önemli ziyaretim daha olacak. 2011 sonlarında ilk kez gördüğüm Göbekli Tepe. Dünyanın bugüne kadar bilinen en eski yerleşim bölgesini ortaya çıkaran bir kazı bu. 12 bin yıl öncesine ait. Evet dünyanın en eski yerleşim bölgesi Urfa’da. Gaziantep’te Tunus’u geride bırakan muhteşem mozaik müzesi ardından Urfa en zengin arkeoloji müzelerinden birine sahip olacak. İki aydın hemşerim Cihat Kürkçü ve Müslüm Akalın beni bu heyecan verici bölgeye götürdüler.

Orada bir tapınak olduğu söylenen yerde dev boyutlu, üstünde oyma hayvan resimlerinin yer aldığı taş anıtlar gördük. Mayıs ayı sonunda Klaus Smith başkanlığındaki arkeoloji ekibi Urfa’ya gelerek çalışmalar yapacak. Ülkemizin büyük kadınlarından arkeolog Halet Çambel’in Güneydoğu projesi içinde yer alan bu çalışmalara onun öğrencisi Murat Akman da katılıyor. Aydınlık günlerin özlemi ile tüm hemşerilerimin bu büyük onur ve gurur gününü kutluyorum.

Not: Urfa’da uzun yıllar öğretmenlik yapan, her alanda hizmet veren annem ve babamın isimleri birer okulda yaşıyor. Bu vefa örneğini gerçekleştiren başta ünlü vali Muzaffer Dilek olmak üzere Urfa’nın yöneticilerine şükranlarımı sunuyorum.