100 yıldır yolumuzu aydınlatıyor
Mustafa Kemal Paşa, 2 Eylül 1919 tarihinde Sivas’a gelmiş, 108 gün kaldıktan sonra, 18 Aralık 1919 günü Ankara’ya gitmek üzere oradan ayrılmıştır. Bu 108 günde, “Ya istiklal ya ölüm” parolası altında bir büyük direniş kararı alınmış ve sonrasında uygulanmıştır. ‘Vatan ve milletin saadet ve selameti söz konusuysa’ hiçbir şahsi amacımız olamaz. NOKTA. Yokluk ve sefalete karşın, inançlarını en büyük servet görerek yola çıkmış büyük Atatürk ve arkadaşlarının bu anlayışını hepimiz, temel ilkemiz görüyor ve yolumuzu da böyle yürüyoruz. Sivas Kongresi sadece dünümüze ışık tutmuyor, bugünümüz ve yarınımıza dair de bize çok şeyler öğretiyor, izlenecek yolu gösteriyor. Hele de yöneticiler için. Şükranla andığımız Atatürk ve arkadaşlarının, bize bıraktığı bu güzel ülkeyi, daha güçlü ve gelişmiş bir halde sonraki nesillere devredeceğiz.
EKREM İMAMOĞLU
Yüz yıl önce, 4 Eylül 1919 günü Sivas’ta alınan kararlar yeni bir devlet, yeni bir ülke, yeni bir yönetim yaratma hayalinin en somut göstergeleridir. Sivas Kongresi, Milli Mücadele daha planlanırken, gelecekte oluşturulacak Cumhuriyetin ilk fikrilerinin ortaya konulduğu zemindir. O nedenle Sivas Kongresi’ni çok iyi anlamalı, okumalı.
Yokluk ve kuşatılmışlık altında direniş çıkarmak
Baktığımızda, kongre toplamda sekiz gün sürmüştür. Çoğumuz da sadece bu sekiz günle sınırlı biliriz orada yaşananları. Oysa, Mustafa Kemal Sivas’ta bütün her şeyi ilmek ilmek planladığı 108 gün geçirmiştir. İşte bu 108 gün hikâyesini iyi bilmeliyiz.
Bu 108 gün öyle enteresandır ki; Mustafa Kemal Paşa ve ekibinin Cumhuriyet’in temellerini bütün mali zorluk, tehdit ve baskılara rağmen orada attığını görmeliyiz.
Ne zorluklar çekildiğini, insanların bu direniş fikrine, Cumhuriyetin temellerine katkıda bulunmak için, elde avuçta bir şey olmadığı halde, ne büyük özveriyle çalıştıklarını çok iyi özümsemeliyiz. O nedenle bizlerin, Sivas Kongresi’nin bu tarafını, arka planında yaşananları iyi anlayıp, iyi de anlatmamız gerekir.
Küçücük bir örneği aktarayım hemen. Yemek masrafları Anadolu’da delegelerin ceplerinden toplanan parayla karşılanmış; çünkü dediğimiz gibi, elde avuçta bir şey yoktur, çaya ve kahveye atılacak şekeri alacak para dahi...
İşte bu yokluk ve kuşatılmışlık hali içinden, bir büyük direniş ve bağımsızlık mücadelesi çıkmıştır. Bunun altını da özellikle çizmek istiyorum.
Mustafa Kemal Paşa, 2 Eylül 1919 tarihinde Sivas’a gelmiş, 108 gün kaldıktan sonra, 18 Aralık 1919 günü Ankara’ya gitmek üzere oradan ayrılmıştır. Bu 108 günde, “Ya istiklal ya ölüm” parolası altında bir büyük direniş kararı alınmış ve sonrasında uygulanmıştır.
Dolayısıyla Sivas Kongresi, çok, çok önemli bir başlangıçtır, Orada Türkiye’nin temelleri atılmıştır. Bu konuda da benim için ilginç olan bir örneği vereceğim. Daha o günlerde, Hindistan’ın büyük devlet adamı Gandi, bir Hint gazetesine yolladığı yazıda şu ifadeleri kullanmış:
“Türkiye meselesi Hindistan’daki 70 milyon Müslümanı, dolayısıyla da bütün Hindistan’ı ilgilendiriyor. Müslümanların istediği Türk topraklarının temiz kalmasıdır, Türkiye’nin parçalanmamasıdır.”
Dikkatinizi çekmek isterim: Gandi, burada “Türkiye” ifadesi kullanmıştır. Bu, dünyanın Mustafa Kemal Paşa’nın başlattığı hareketin nereye varacağını gördüğünün kanıtıdır.
Sivas Kongresi sadece dünümüze ışık tutmuyor, bugünümüz ve yarınımıza dair de bize çok şeyler öğretiyor, izlenecek yolu gösteriyor. Hele de yöneticiler için.
İki küçük yastıktaki kalıcı mesaj
Bu noktada da o muhteşem 108 güne ait iki anekdotu paylaşmak isterim.
Birincisi, Atatürk’ün yattığı odayla ilgilidir. Mekteb-i Sultani binasının ikinci katını gezerken, yatacağı odaya gelir. Odadaki karyolanın örtüsü ve üzerindeki iki yastık, evlenme çağındaki Sivaslı bir genç kızın Mustafa Kemal’e çeyizinden hediyeleridir. Mustafa Kemal Paşa içeri girdiğinde, gözü o iki küçük yastığa takılır, çünkü üzerlerinde çaprazlama işlenmiş dizeler vardır.
Yazıyı merakla okur. Yazı günümüz Türkçesiyle şöyledir:
“Cihanın makamıyla gururlanıp incitme insanı/Zamanın Süleyman’ı olsan bırakırsın sarayı.”
Her şeyden vazgeçip, canını sadece milleti ve ülkesi için ortaya koyduğu bir zamana denk gelen dönemde okuduğu bu dizeler kendisini çok etkilemiştir.
Her zaman yanında bulunan eski Bitlis Valisi Mazhar Müfit’i çağırır. Mazhar Müfit, yazının kendisi için yazılmadığını, bir kasıt da olmadığını açıklamaya çalışır. Atatürk’ü anlamamış, demek ki... Atatürk, “Bu uyarı, hepimiz için ve her şey için bir prensip olmalıdır” diyerek çok önemli bir yönetim anlayışını ortaya koymuştur; hem de o koşullarda, o günlerde.
Aradan yüz yıl geçmiş durumda; ama bugün de o sözleri hepimiz, en başta biz yöneticiler, kendimize prensip edinmeliyiz ve hiçbir zaman unutmamalıyız. Eğer prensip edinmiyor veya zaman zaman unutuyorsak kendimizi sorgulamalıyız.
Anlıyoruz ki büyük Atatürk, daha yolun başında kendisine bu rotayı çizmiş, yönetim anlayışını ve karakterini burada da ortaya koymuştur.
Vatan ve milletin
selameti söz konusuysa
Sivas’taki o 108 günde beni etkileyen çok şey var. O nedenle ki Beylikdüzü Belediye Başkanı olduğum dönemde, o günlerin yaşanmışlıklarını “SİVAS - MİLLİ MÜCADELENİN 108 GÜNÜ” adı altında bir kitapta toplattım. Bu kitabı çok önemsiyorum ve her elime aldığımda sayfalarını büyük bir keyifle karıştırıyorum.
Benim çok önem verdiğim, çok ders aldığım, prensip haline getirdiğim pek çok anekdot var bu 108 günde yaşananlar arasında. Ancak, aktaracağım ikinci anekdot da yine özellikle yöneticiler içindir.
O da Mustafa Kemal ve arkadaşlarının ettiği şu yemin metnidir:
“Saadet ve Selamet-i vatan ve milletten başka, Kongrede hiçbir maksad-ı şahsi (Kişisel amaç) takip etmeyeceğime, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ihyasına (canlandırılmasına) çalışmayacağıma, mevcut firak-ı siyasiye (siyasi partilerden) hiçbirinin amal-ı siyasiyesine hadim olmayacağıma (siyasal amaçlarına hizmet etmeyeceğime) Vallahi Billahi!”
Bu metni Atatürk’ün başkanlığını yaptığı bir komisyon hazırlamıştır. Evet, “Vatan ve milletin saadet ve selameti söz konusuysa” hiçbir şahsi amacımız olamaz. NOKTA.
Yokluk ve sefalete karşın, inançlarını en büyük servet görerek yola çıkmış büyük Atatürk ve arkadaşlarının bu anlayışını hepimiz, temel ilkemiz görüyor ve yolumuzu da böyle yürüyoruz. Hep birlikte yaptığımız bu yolculukta, bu ilkeden zerre sapma olmayacağına herkes tanıklık etmekte, yarın da edecek. Onun için, hep birlikte inandık “her şey çok güzel olacak” diye.
4 Eylül’ün, yani 100 yıl önce o büyük adımların atıldığı bu günde de, her şeyi çok güzel yapma anlayışımızı aynen koruyoruz. Şükranla andığımız Atatürk ve arkadaşlarının, bize bıraktığı bu güzel ülkeyi, daha güçlü ve gelişmiş yaparak bizden sonraki nesillere devredeceğiz. Asla kimsenin şüphesi olmasın. Çünkü Türkiyemiz, 4 Eylül 1919 günü, kimsenin yıkamayacağı çok sağlam temel ilkeler üzerine inşa edilmiştir.