10 Ekim'e tanıklık etmek: İlk değildi ama en kötüsüydü
Hayatım katliamlar, genç ve masum ölümlerin tanıklığı biraz da. Ne yazık ki çok fazla katliam, cinayet, kundaklama gördüm. Bazen de gazetelerin, televizyonların yazıişlerinden, haber merkezlerinden tanıklık ettim.
Faruk ErenHayatım katliamlar, genç ve masum ölümlerin tanıklığı biraz da. Ne yazık ki çok fazla katliam, cinayet, kundaklama gördüm. Bazen de gazetelerin, televizyonların yazıişlerinden, haber merkezlerinden tanıklık ettim.
1 Mayıs 77’yle başladı. Ortaokul öğrencisiydim ve Taksim Meydanı’ndaydım. Katliamdan 10 dakika önce alandan ayrıldım, ama ne yazık ki ölenlerden biri olan Mustafa Elmas, hocamdı...
Ancak gördüklerimin en dehşetlisi Ankara katliamıydı. 10 Ekim 2015’te emek, barış ve demokrasi talebiyle Ankara’daydık. Toplanma yerine saat 09.00 gibi gittiğimde kortej yeni yeni oluşuyor, insanlar akın akın geliyordu. Alana hiçbir arama olmadan girdim, bunda bir tuhaflık olduğunu sezemedim. Önde DİSK kortejinde tanıdığım sendikacılarla selamlaştık. Daha toplanma yeni başlıyordu ama katılım umut vericiydi. Belli ki son yıllarda Ankara’da yapılacak en kalabalık miting olacaktı. Zaten hedefimiz de buydu. Biraz ileri gidip gelip, aynı pankart altında yürüyeceğimiz gazeteci arkadaşlarımı aradım. Telefonla konuştuğum Doğan Tılıç, garın önünde olduklarını söyledi.
20-30 metre
Ankara’yı pek bilmem, rastladığım bir gazeteci arkadaşıma (Gökhan Biçici) sordum, Gar’ın biraz ileride olduğunu öğrendim, (Ertesi gün Gökhan aradı ve “Abi ilk seni düşündüm, sen Gar’a doğru gittikten 5 dakika sonra patlama oldu” dedi).
Yürüyüş yönünün tersine gitmeye çalışıyordum ve kalabalıktan ilerlemekte zorluk çekiyordum. Kükürt renkli bir duman, boğuk bir patlama sesiyle önümde yükseldi. Bir de hatırladığım havada uçuşan kâğıt parçaları. Çok sonra onların pankart ve elbise parçaları olduğunu anladım. Galiba 20-30 metre önümdeydi.
Zaman tuhaflaştı
Ben mi düşündüm, birileri mi söyledi ikinci patlama olabileceğini hatırlamıyorum. Ama ikincisi de oldu. Hatırladığım bize doğru koşuşturulduğu. “Durun, sakin olun” diye bağırıştık. Zaman tuhaflaştı. Ben birinci patlamayla ikincisi arasında uzun bir süre olduğunu sandım mesela. Oysa birkaç saniyeymiş. Şaşkınlığın ardından patlamanın olduğu yere doğru yaklaşmaya başladım. İlk başta hafif yaralılar gördüm ve patlamaların ses bombası olduğunu düşündüm. Daha önce de birçok kez yakınımda/uzağımda bomba patlamıştı ama bunun sesi farklıydı sanki. Birkaç adım daha attığımda hayatımın en berbat olayına tanık oldum.
Ağır yaralılar, yerde cansız yatanlar, cansız yatanları canlandırmaya çalışanlar, bunun olmayacağını anlayıp parçalanmış cesetlerin üzerlerinde umutlu sloganların olduğu pankartları örtenler, yaralılara yardım eden mitinge gelmiş sağlık çalışanları... Bu ana baba gününde bir de bildik misafirler, gaz atan polisler... Telaşla bir yandan çalıştığım kanalı aramaya çalışıyorum, bir yandan garın önüne koşuşturuyorum az önce konuştuğum gazeteci arkadaşlarıma bir şey oldu mu diye. Ama telefon çalışmıyor. Ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum. Ambulanslar gelmeye başladı. Öfke ve umut dolu sloganların yazıldığı pankartları sedye yaptık. Yaralıların (yaralıların mı?) taşındığı pankartları ben de bir ucundan tutup telaşla gelen ambulanslara koşuşturuyorum. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, telefonum çaldı. Kanaldan aradılar, yayına bağlanıp gördüklerimi anlatmaya çalıştım otosansürle. Gördüklerimi bugün bile anlatamıyorum... Arkadaşlarım yaklaşık yarım saat sonra bana bağlandıklarını söyledi.
Sadece su
Eşim aradı, telaşla. Soğukkanlılığımı yitirmişim, ağlamışım telefonda. Çok eski çağlarda kalmış bir muharebe sonrası savaş alanındaydım sanki. Bir ara gara girdim. Su aldım. Hafif yaralılara, ağlayanlara dağıttım. Elimden sadece bu geliyordu... Sonra mitinge birlikte gittiğimiz İMC’den arkadaşım Hüseyin’le buluştuk. Bir miting aracından ısrarla kan anonsu yapıldı ve hastanelere gitmemiz istendi. Hüseyin’le Numune Hastanesi’ne gittik. Arada kanaldan arkadaşlarımla konuşuyor, ölü sayısının sanılandan çok fazla olduğunu anlatmaya çalışıyordum. Bir süre sonra yeniden döndüm katliam alanına. Bu sefer, garın karşı tarafındaydım. Üzerine Halkevleri pankartı örtülmüş iki genç yatıyordu önümde. Polis esas patlama alanına bizi sokmuyordu.
Kanlı mont
Akşam uçak biletim vardı, ertelemedim. Sadece bir an önce eve gidip kızıma sarılmak istiyordum. Kuzenim, Tabipler Odası’ndaki basın toplantısı sonrası beni aldı. Oturduğumuz mekânda montumdaki kan izlerine baktık, yaşlı gözlerle... O montla uçağa bindim. O montla kızıma sarıldım. 10 Ekim katliamından sonra da çok katliam yaşadık, çok insan kaybettik. Hâlâ kaybediyoruz. Kan izleri, tanıdıklarımızın ölümü, felaket haberleri bitmek bilmiyor ne yazık ki... Ve biz gazeteciler ölü saymaya devam ediyoruz. Umarım emek, demokrasi ve barış kazanır bir gün. Ve umarım bir daha babalar kanlı montlarıyla kızlarına sarılmaz