Varlık Vergisi nedir, kimler etkilendi, neden tartışılıyor?

Varlık Vergisi bundan tam 79 yıl önce TBMM'de kabul edildi ve bir gün sonra 12 Kasım 1942'de yürürlüğe girdi. Gelirinin ve servetinin çok üzerinde tahakkuk ettirilen vergi tutarlarını ödeyemeyen çok sayıda gayrimüslim çalışma kamplarına götürüldü. Bu kamplarda bazıları hayatlarını kaybetti. Peki Varlık Vergisi nedir, kimler etkilendi ve neden tartışılıyor?

BBC Türkçe

İstanbul'da yaşayan Yahudi tüccar Leon Bahar 1942'de İstanbul Valiliği'ne yazdığı mektupta, "Para ve servetten evvel vatanın selametini düşünen ve Türklüğün yapıcılığına inanmış bir ferdim" diyordu Varlık Vergisi'ne muhalefetini anlatacak zarif bir mektuba başlarken.

Bahar, o yıl Türkiye'de Varlık Vergisi'nin uygulandığı binlerce gayrimüslimden biriydi.

"Vücudumdaki kan, verginin kıymetine tekabül ederse feda olsun. Yeter ki bugüne kadar lekesiz yaşamışken arkama vatan vergisinden kaçmış hain damgası vurulmasın" diyordu mektubunda.

Yaşadığı ülkeye kendisini 'yabancılaştırdığını' düşündüğü verginin yeniden hesaplanmasını istiyordu yetkililerden.

Son dönem Kulüp dizisiyle yeniden gündeme gelen Varlık Vergisi, 11 Kasım 1942'de kanunlaştı.

Ne amaçlandı?

Peki, söz konusu vergi kağıt üstünde neyi amaçlıyordu?

Kanunla, İkinci Dünya Savaşı döneminde olağanüstü kazanç ve servete sahip olan kişilerden bir defaya mahsus olmak üzere vergi alınmasını öngörülüyordu.

Başbakan Şükrü Saracoğlu, TBMM'de yaptığı bir konuşmada verginin amacının "piyasadaki para arzını azaltmak, fiyat artışlarının önüne geçmek ve Türk parasını kıymetlendirmek" olduğunu belirtiyordu.

Vergi miktarlarının belirlenmesi ve toplanması amacıyla her ilde kurulan vergi tespit komisyonlarında şehrin en yetkili mülkiye ve mal memurları yer alıyordu.

Kanunda vergi oranı ile ilgili doğrudan bir ifade yer almazken, vergi miktarı ile ilgili tespit ve takdir hakkı da bu komisyonlara bırakılıyordu. Vergilerin tahsili için verilen süre ise 15 gündü.

Dönemin İstanbul Defterdarı olan Faik Ökte, Varlık Vergisi uygulamasından vazgeçilmesinden yıllar sonra yazdığı "Varlık Vergisi Faciası" isimli kitabında, pek çok gayrimüslimden servetlerinin ve gelirlerinin çok üstünde bir vergi talep edildiğini yazacaktı.

15 günlük süre zarfında gayrimüslimlerin bir kısmının vergiyi ödeyemediğini kaleme alan Ökte, bir kısmının ise malı mülkü olmasına rağmen, vergi tutarını ödemek için yeterince nakit parası olmadığı yönündeki beyanlarını aktarıyordu. Bu kişiler gayrimenkullerini satışa koyduklarını söylüyor ve bu yüzden de devletten ek süre talep ediyordu.

Ancak bu süre verilmediği gibi, kanunda mükerrer olmadıkça vergilerle ilgili itirazların da yapılamayacağı belirtiliyordu. Mükerrer vergi itirazlarında ise miktarca çok olan alınıyordu.

Leon Bahar'ın hayatı, gazeteci ve yazar Nurten Yalçın Erüs'ün 2019 yılında yayımladığı "Şair, Edip, Dürüst Tüccar Leon Bahar'ı Takdimimdir" isimli biyografik romanla kamuoyuna yansıdı.

Kitapta Erüs, Leon Bahar'ın kızlarına da seslendiği, karısı Jenny'e yazdığı mektuplara ve çeşitli devlet görevlilerine gönderdiği dilekçelere yer veriyor.

Erüs kitabında dönemin politikasına da ışık tutarak, Başbakan Saraçoğlu'nun vergi hakkındaki kararlılığına yer veren gazete haberlerini de şu satırlarla aktarıyor:

"Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde, ona karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçacak kimseler hakkında bu kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır."

Nitekim öyle de oluyor ve Leon Bahar gibi vergisini ödeyemeyen çok sayıda gayrimüslim Erzurum'un Aşkale ve Eskişehir'in Sivrihisar ilçelerindeki çalışma kamplarına gönderiliyordu.

Babasız büyümek

Trenlerle çalışma kamplarına götürülen gayrimüslimler Aşkale'de sert kış koşullarında kar küremek, yol süpürmek; Sivrihisar'da ise yol inşaatlarında taş kırmak gibi çeşitli işlerde çalıştırılıyordu.

Çeşitli kaynaklara göre çalışma kamplarına binden fazla kişi götürüldüğü tahmin ediliyor.

BBC Türkçe'ye konuşan "Aşkale Yolcuları - Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları" kitabının yazarı Rıdvan Akar, bir kaynağa göre 21, başka bir kaynağa göre ise 25 kişinin çalışma kamplarında yaşlılığa, üzüntüye veya koşullara dayanamayıp hayatını kaybettiğini söylüyor.

Erüs'ün kitabında yer alan dilekçelerden birisinde Leon Bahar, "Sayın Bakan, her saniyesi vatan için harcanması gereken değerli vaktinizden çaldığımın bilincindeyim" diye seslendiği bir bakana çaresizce, "İyice kuvvetsiz kaldığım bu ücra köyde bir yandan da içimde açılan yaralarla baş etmeye çalışıyorum" diyor.

Çocuklarına ve ailesine duyduğu hasreti dilekçesinde şöyle sürdürüyor Leon Bahar:

"Benden medet uman, 'baba' diye ağlayan yavrularımın yakarışlarını duyar gibiyim."

Şimdi İsrail'de yaşayan Leon Bahar'ın kızı Suzan Keer ise babasının kampta rahatsızlandığını ve kamp dönüşünün ardından kısa sayılabilecek bir süre içerisinde de hayatını kaybettiğini dile getiriyor. Keer, bu sebeple babasız büyüdüğünden, küçük yaşı itibarıyla da çok sıkıntılar yaşadığından bahsediyor.

Sermaye el mi değiştirdi?

Sermayenin gayrimüslimlerin elinden alınarak Müslüman Türklere verildiği yönünde yaygın bir kanı da o yıllardan beri kamuoyunun gündeminde.

Nitekim 10 Kasım 1943 günü CHP grup toplantısında konuşan Başbakan Saracoğlu da, bu kanının güçlenmesine "piyasaya hakim olan gayri Türk unsurları, vergi sayesinde bertaraf ederek Türk piyasasını Türk tüccarlarının ve Türklerin eline verecekleri" yönündeki sözleriyle olanak tanıyordu.

Akar, da toplanan vergilerin yüzde 72'sinin gayrimüslimlerden tahsil edildiğini ifade ederek şunları söylüyor:

"Varlık Vergisi uygulamalarıyla birlikte sermaye güçlü bir şekilde, ticaret burjuvazisi içerisinde önemli bir yere sahip olan gayrimüslimlerden Müslümanlara geçti, sermaye el değiştirdi."

Araştırmacı Rıfat Bali ise bu tespite "kısmen" katıldığını aktarıyor ve şöyle konuşuyor:

"Birçok Türk Müslüman sanayici Varlık Vergisi sırasında yok pahasına satılan gayrimenkulleri satın alarak büyümeye başladı. Ancak 1950'den itibaren Türkiye'de kalmış olan gayrimüslimler yeni liberal ekonomi rejiminin altında kaybettikleri servetleri yeniden oluşturabildiler."

'Yok pahasına'

Ankara'ya yazdığı mektubunda Leon Bahar, yaklaşık 30 bin lira ederindeki mal ve mülkünün, "yok pahasına 11 bin liraya satıldığından, daha doğrusu el konulduğundan" bahsediyordu.

Peki gerçekten de vergiyi ödeyemeyen gayrimüslimlerin mal, mülk ve eşyalarına el konuldu mu?

Ökte, kitabında vergi mükelleflerinin M, G, E ve D diye dörde ayrıldığını yazıyor. Buna göre, cetveldeki ifadelerden M, "Müslüman"; G, "gayrimüslim"; E, "ecnebi" (Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan kişiler) ve D de "dönme" (din değiştirenler) anlamına geliyordu.

Ökte, çok ortaklı şirketlere yönelik vergilendirmelerde, vergilere karşılık ecnebilerin ve Müslümanların hisselerine dokunulmadığını ve vergiler karşılığında gayrimüslimlerin ise mallarının, ev eşyalarının ve gayrimenkullerinin satıldığını belirtiyor:

"Şirkete tarh edilen (vergilendirilen) bir vergi dolayısıyla şeriklerden (ortak) E veya M olanına dokunulmaması, şirketin yalnız G'nin sermayesine göre olan kısım üzerinden mütalebede bulunulması (talep edilmesi), G şerikin (ortağın) ev eşyasının satılıp kendisinin Aşkale'ye gönderilmesi, bu vergi tatbikatının en hazin tarafıdır. Yine kayıt etmek lazımdır ki, ecnebiler bu şekilde idare edilen vergiyi de tamamen ödememişlerdir."

Keyfi uygulamalar

Varlık Vergisi'nin tahsilatında yapılan bu tür "keyfi uygulamalar" ise vergiyle alakalı başka bir tartışmaya konu.

Konu hakkında çalışmalarıyla bilinen Prof. Dr. Ayhan Aktar, bu "keyfiyetle" ilgili Aşkale'ye birinci kafilede gönderilen, genç bir kereste tüccarı olan Parseh Gevrekyan'ın hikayesini anlatıyor.

Bu genç adam sinema yıldızı Cahide Sonku'nun da sevgilisi. Sonku'nun da büyük aşkından sık sık bahsettiğini belirten Aktar, "Gevrekyan'dan 150 bin lira gibi acayip bir vergi isteniyor. O zaman Gevrekyan buna karşılık, 'Kerestenin kamyonu yirmibeş lira. Kaç kamyon kereste satmalıyım ki bu vergiyi ödeyeyim?" diyor.

Aktar'a göre bu maliye bürokrasisisin erkeksi bir öç alma hikayesinden başka bir şey değil:

"Bir nevi, amiyane tabirle 'Var mı bizim mahallenin kızına sulanmak?' diyorlar."

O günün gazete başlıklarını hatırlatan Akar ise, "Yahudi bir tüccarın işhanı satıldığında, bu basına "En sonunda 'x' işhanı da millileştirildi" gibi başlıklarla yansıdı" diye ekliyor.

'İtiraz mümkün değildi'

Akar, kanunun ilan edildiği üzere herhangi bir ayrımcılığı içermediğini söylüyor ancak durumun fiiliyatta daha farklı olduğunu belirtiyor:

"Yasanın Meclis'ten çıkmasıyla beraber bu bir kapital ve varlık vergisiydi. Bu vergi tipi sadece Türkiye'de değil; Almanya ve İngiltere'de de uygulandı. İlhamını buradan aldığını varsayan bu yasa, ancak fiili olarak gayrimüslimlere karşı uygulandı. Vergi uygulamalarının eşitlik gibi unsurları vardır. Fiiliyattan hariç yazılı kanunun anti-demokratik yanı ise itiraz hakkı mümkün değildi."

'Şimdi Türkiye'de yeni bir döneme girdik'

Ayhan Aktar, bir daha yaşanmaması açısından Varlık Vergisi ve Aşkale'yi hatırlamanın önemli olduğunun altını çiziyor.

Aktar'a göre kitabının çıktığı 2000 yılında bu meseleleri konuşmak şimdiye göre çok daha kolaydı:

"O yılda Türkiye çok farklı bir yerdeydi. Şimdiki gibi rekabetçi, otoriter bir rejim içerisinde değildi. Türkiye her şeyin tartışıldığı bir yerdi. Evlilik öncesi ilişkiler gündeme geldiği gibi azınlıklarla ilgili meseleler de gündeme geliyordu. Belki azınlık meseleleri Ermeni soykırımıyla başladı ve Cumhuriyet döneminde ne olup bittiği de gündeme geldi."

Türkiye'deki gayrimüslimlerin bu meseleleri her zaman yüreklerinde hissettiğini vurgulayan Aktar, ancak halkın büyük çoğunluğunun bu durumdan haberdar olmadığını söylüyor.

Ancak bugünleri ise "'Aman tek partilı yıllar, Atatürk ve İnönü dönemi ile ilgili kötü söz söylenmesin' dönemi" olarak niteleyen Aktar, sözlerine şöyle devam ediyor:

"Sağdan ve soldan da aynı uyarıları alıyoruz. Belki film, sanat düzeyinde bu konular gündeme geliyor. Ama maalesef akademik çerçevede gündemden düşmüş gibi görünüyor."

'Anlatacak yollar çoğalacak '

Erüs ise bize Leon Bahar'ın sürgündeki Ermeni tüccar Himayak ile olan dostluğundan bahsediyor.

Leon Bahar'ın Ulus'taki mezarındaki kitabeyi Himayak'ın yazdığını kaydeden Erüs, şöyle devam ediyor:

"Şair, Edip, Dürüst, Tüccar o şiirin bir mısrası. Yani sürgündeki dostu, Leon'u bir ömür olmak istediği her şeyiyle sürgünde tanıyor ve mezar taşına bu sözleri kazıyor. Tıpkı Leon'un şairliğinin teslimi gibi bu yapılan haksızlığın da haksızlık olduğunu tarih bir gün teslim edecek. Anlatacak yollar çoğalacak, tıpkı Kulüp gibi.

"Aynı şiirin son satırında mezara gelenlerden bir Fatiha da istiyor Himayak. Bir Ermeni, bir Yahudi için bir Müslüman duası istiyor. Bu topraklarda barış içinde yaşama arzusuna kanıt arıyorsanız Ulus'ta Leon'un mezar taşını okuyabilirsiniz."

Keer'in sesi babası hakkında konuşurken hala titriyor. Üzüntüsü ve acısı dün gibi hissediliyor.

"Size bir tek şey söyleyeceğim" diyor ve şöyle devam ediyor Keer:

"Bir insan bir memlekette yaşıyorsa, o lisanı konuşuyorsa, kendini o millete adapte olmuş şekilde hissediyorsa o önemlidir. Ben kendimi nasıl Türk hissediyorsam, Türkiye de beni aynı şekilde kendisine ait hissetmeli. İsrail'e yerleşmemim sebebi de bu. Kocam Amerikalı idi. Amerika'ya da yerleşebilirdim kolaylıkla. Ama bir ülkede ikincil bir vatandaş olmak istemiyordum. Ben istediğimi konuşmalıyım. Burada konuşabiliyorum. Ama Türkiye'de neden konuşamayayım?"