Prof. Dr. Ünal Zenginobuz uyardı: Büyük faturaya hazır olun

Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ünal Zenginobuz, “2023 sonunda benim öngörüm, enflasyon resmi rakamlarla yüzde 75- 80 ve ENAG rakamlarıyla da yüzde 130-140 bandına gelir. Geldiğimiz noktada Türkiye ekonomisi duvara tosladı ya da battı desek yanlış olmayacak” dedi.

Şehriban Kıraç

Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ünal Zenginobuz, yerel seçimlere kadar enflasyonda kayda değer bir düşüş olmayacağına dikkat çekerek, "Erdoğan’ın şimdiye kadar uygulattığı irrasyonel ekonomik politikalar nedeniye asıl ödememiz gereken fatura bir nebze gecikti. Asıl fatura yansıtma seçim sonrasında olacak" dedi.

Zenginobuz ile ekonomideki son gelişmeleri konuştuk.

TÜRKİYE EKONOMİSİ BATTI

OVP’de bu yıl enflasyon için yüzde 65 tahmini var. Siz enflasyonda neler öngörüyorsunuz?

Geçen yıl yaptığım açıklamada, sadece iktidarda kalmayı sağlamaya yönelik ekonomik politikalarla ülkenin duvara toslamasının kaçınılmaz olduğunu belirtmiştim. Aradan geçen bir yılda birçok gelişme oldu, en önemlisi geçtiğimiz Mayıs ayında seçimler yapıldı ve Erdoğan tekrar Cumhurbaşkanı seçildi, iktidarda kalmış oldu. Geldiğimiz noktada Türkiye ekonomisi duvara tosladı, ya da battı desek yanlış olmayacak. Tabii ülkeler kayık değil. Suya batarak gözden kaybolmuyor. Değerli hocamız Prof. Korkut Boratav’ın son söyleşisinde belirttiği gibi; Türkiye ekonomisi batmıyor görünebilir, ama içten içe çürüyor, vatandaşların genel refahının arttırılmasını sağlayacak, sürdürülebilir, modern bir yapı olmaktan çıkıyor.

Geçen Eylül ayından bu yana Türkiye genelinde ve ekonominin durumunda hem birçok şey değişti hem de hiçbir şey değişmedi! Arada, 2023 Mayıs ayında, Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimleri oldu. Geçen yılki OVP seçim öncesi ve iktidarın seçime yönelik oy kaygıları ışığında hazırlanmış bir metindi. Ve tabii ekonomi yönetiminde kerameti kendinden, daha doğrusu sadece tek seçici Cumhurbaşkanı tarafından atanmış olmaktan, menkul bir grup vardı. Seçim oldu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tekrar kazandı. Ayrıca, Erdoğan’ın aynı zamanda başkanı olduğu AKP kendi başına yüzde7 civarında oy kaybetmiş olmasına rağmen, milletvekili seçimlerinde başını çektiği Cumhur ittifakı ile birlikte karşısındaki Millet İttifakına üstünlük sağlayarak TBMM’deki üstünlüğünü korudu. Yani iktidarın kompozisyonu bakımından hiçbir şey değişmedi.

Seçimi tekrar kazanmasının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan; tamamen ve sadece seçimleri kazanmaya odaklanmış olan ve Türkiye ekonomisini bugün kenarında bulunduğu uçuruma getiren “irrasyonel” politika uygulamalarının iktidarına halel getirmesine önlemeye yönelik olarak, 2023 Mart ayında yapılacak yerel seçimlerden de zaferle çıkmasını sağlayabileceğini umduğu yeni bir ekonomi yönetimini göreve getirdi. Daha önce pek de nazik olmayan bir biçimde görevden uzaklaştırdığı eski bakanlarından Mehmet Şimşek’i, uluslararası finans piyasalarına güven vereceği umuduyla Hazine ve Maliye Bakanı olarak atadı.

Atanmasının ardından Mehmet Şimşek’in ilk yaptığı iş, 2021 Eylül ayından bu yana uygulanagelen ve görünen yüzü TCMB’nin belirlediği politika faizinin gerçekleşen enflasyonun çok altında tutulması olan ekonomi politikalarını “irrasyonel” ilan etmek ve bu politikalardan süratle dönüleceğini belirtmek oldu. 2021 Eylül’ünde yüzde19 düzeyinde olan TCMB politika faizi seçimlere kadar geçen yaklaşık 18 ayda yüzde8.5’a indirilmişti. Aynı dönemde enflasyon (tüketici fiyat endeksi) TÜİK’in resmi rakamlarına göre bile yüzde20’lerden yüzde 60’lar seviyesine geldi. Yani ciddi bir negatif reel faiz ortamı yaratıldı bu dönemde.

TÜİK’in resmi rakamlarına göre bile diyorum, çünkü Erdoğan’ın son iki yıla damgasını vuran, her ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmaya yönelik pervasız ekonomi politika uygulamalarının resmi enflasyon rakamlarının manipüle edilmesini de içerdiği yönünde ciddi kuşkular oluştu. Bu çerçevede bağımsız iktisatçılar grubu ENAG’ın hesapladığı enflasyon oranının 2023 Eylül ayı için yüzde128 düzeyinde olduğunu da belirtelim.

Son OVP’de ilan edilen 2023 yılı sonu enflasyon tahminiyle ilgili sorunuza doğrudan cevap vermeden önce Türkiye’deki ekonomi-politik gelişmelerle ilgili yukarıdaki çerçeveyi hatırlatmak istedim, çünkü enflasyon gerek ortaya çıkışı gerekse nihai sonuçları itibariyle siyasi bir olgudur. Bu çerçevede, enflasyon teknik mekanizma olarak ne şekilde başlamış ve yayılmış olursa olsun, nihayetinde piyasa ekonomisinin etkin çalışmasını ortadan kaldırmasının yanı sıra gelir dağılımını, ekonomik bölüşümü de çok önemli ölçüde etkiler, değiştirir.

Parasal iktisatçılar enflasyonun her yerde ve her zaman parasal bir olgu olduğuna işaret ederler. Doğrudur, teknik mekanizma olarak baktığınızda enflasyon her zaman para arzındaki dengesiz artışın talebe dönüşmesi ve aynı zaman zarfında piyasaya sürülen mal ve hizmet arzının ise aynı ölçüde artamamasıyla ilintilidir. Ama bu mekanizmayı harekete siyasi gelişmeler, iktidarların siyasi tercihleri geçirir ve ortaya çıkan enflasyon da özellikle sabit gelirli vatandaşlar için mutlaka reel gelir kaybı, ekonomik refah gerilemesini ortaya çıkarır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan çok basit bir tercih ile seçimlerde akamete uğramamak için, iktidarını garanti altına alıncaya kadar, her ne pahasına olursa olsun ekonomik büyümeyi sürdürmesi gerektiğini düşündü, gördü. 2017 yılında yapılan şaibeli bir referandum ile geçtiğimiz ve temel itibariyle tek adam rejimi olan “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”nin kendisine verdiği yetkileri, seçimler öncesi ekonomik büyümeyi her ne pahasına olursa olsun sürdürmek üzere her türlü yolla müdahale etmek için kullandı. Kendi ideolojik duruşuna uygun olmasının yarattığı iştiyak bir tarafa, uygulamaya koydurttuğu düşük faizlerin tek amacı seçimler öncesinde özellikle küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin daha çok kredi kullanabilmesi, istihdamın azalmaması, iflasların ortaya çıkmamasıydı.

Tabii bu öyle olsun denince, TCMB talimat yoluyla faizleri düşürünce otomatik gerçekleşen bir şey değil. Türkiye gibi ekonomisi gibi temel itibariyle hala serbest piyasa ekonomisi olan, dış dünyaya açık, işleyişi önemli ölçüde yabancı döviz bulunabilmesine bağlı 82 milyonluk büyük bir ülkede olsun demekle oldurulabilecek bir şey değil. Bu süreçte “makroihtiyati tedbirler” kisvesi altında kamunun zor kullanma yetkisi, alınan “irrasyonel” faiz kararlarının açık bir piyasa ekonomisinde yaratması kaçınılmaz olan dalgalanmaları, bozulmaları bastırmak için pervasızca kullanıldı. Bankaların mevduat toplama ve kredi kullandırma kararlarından tutun, işletmelerin döviz tutma biçimlerine kadar bir dizi kumanda ekonomisi yöntemleri devreye sokuldu. Finans piyasalarının, mal ve hizmet piyasalarının işleyişinde çok ciddi tahribat ortaya çıktı.

Uygulanan irrasyonel faiz politikasının içinde bulunulan şartlarda doğal sonucu olan dövizin patlamasına karşı Kur Korumalı Mevduat (KKM) denilen ve sadece “zor” kullanılarak sürdürülebilecek, bugüne kadar o şekilde sürdürülebilmiş, ucube bir uygulama hayata geçirildi. Bu mekanizmanın yol açtığı nihai sonucu piyasadaki TL arzının artması, yani enflasyonun körüklenmesidir. Ortaya çıkan kaotik durumun tamamen bozduğu beklentiler nedeniyle, tüm ek arka kapı müdahalelere rağmen, döviz fiyatı da artmaya devam etti tabii. Dövizin artması ara mal bakımından dışa bağımlı Türkiye ekonomisi için en önemli enflasyon kaynağı. Bu iki kanal birleşince ortaya devasa bir enflasyon düzeyi çıkmaması mümkün değildi ve nitekim öyle oldu. 2023 Temmuz ve Ağustos aylarında Türkiye’de aylık enflasyon yüzde10 düzeyinde gerçekleşti. Dikkatinizi çekerim, yıllık değil, aylık enflasyon! Aylık değil yıllık enflasyonun yüzde5’in üzerine çıkması bir piyasa ekonomisinin iyi çalışma şansını önemli ölçüde azaltmakta. Refah düzeyi bakımından özenmek isteyebileceğimiz tüm ekonomilerde enflasyon yüzde5’in üzerine çıkınca tehlike çanları çalınıyor ve mücadele ediliyor.

Türkiye’de bu son enflasyon dalgasının olumsuz bölüşüm etkilerini kısmen sınırlayan seçimler oldu. Seçimler öncesinde Erdoğan sabit gelirli tüm kesimlere hesapsız bir şekilde mavi boncuk dağıttı. Asgari ücrete çok yüksek oranda zamlar yaptı. “Emeklikte Yaşa Takılan (EYT)” iki buçuk milyon kişiye emeklilik hakkı verdi. Bedava doğal gaz sunumu ve benzeri bir dizi ulufe dağıtmak türü uygulamalar seçimler öncesinde enflasyonun olduğu ölçüde hissedilmesinin ve yaratacağı oy kaybının sınırlanmasına yönelikti. Erdoğan seçimleri kazandı ve tüm bu “irrasyonel” uygulamaların faturalarının ödenmesine, ödetilmesine geldi. İkinci defa salınan motorlu taşıt vergisi, yeni emekli EYT’lilere ödenecek maaşların diğer emeklilerden kesilmesi demek olacak şekilde 2024 yılı başına kadar asgari emekli maaşının 7.500 TL düzeyinde kalacak olması, akaryakıttan doğalgaza kamu tarafından kontrol edilen tüm fiyatlardaki olağanüstü artışlar, memur maaşlarındaki artışların sınırlanması ödenecek faturaların şimdilik hissettiğimiz kısımları.

Erdoğan’ın şimdiye kadar uygulattığı irrasyonel ekonomik politikaların faturalarının tamamını hemen ödemeye başlamamızı hala bir nebze geciktiren, yaklaşmakta olan yerel seçimler. Tahayyül edilen tek parti rejiminde kendi kontrolü dışında herhangi bir kurum ve kuruluşun olmasına tahammül edemeyen anlayış, halen muhalefetin yönetiminde olan büyükşehir belediyelerini mutlaka kendi kontrolüne almak peşinde. Bu nedenle bazı faturalar gecikecek, asıl fatura yansıtma seçim sonrasında olacak.

ÖDENECEK BEDEL YÜKSEK OLACAK

Enflasyonda kalıcı düşüş için hangi adımlar atılmalı?

Bizdeki gibi çok yüksek düzeye ulaşmış enflasyonun belini kırmak için ödenecek bedelin de görece yüksek olacağını beklemeliyiz. Bu bedel büyümeden taviz vermek şeklinde olacak. Yani Erdoğan’ın kaçınmak için seçimler öncesinde Türkiye’yi sürüklediği yüksek enflasyon nedeniyle ertelediği küçülme kaçınılmaz olacak. Sonuç itibariyle, fiyat artışlarındaki kontrolsüzlüğü gidermek şu ya da bu oranda talep daraltılması gerektiren bir şey. Bu da gelir politikası, belirli kesimler için reel gelir kaybı demek olacak. Bunun en kolay empoze edileceği kesim sabit gelirli çalışan kesim. Özellikle Türkiye gibi sendikaların çok güçsüz olduğu bir ekonomide memurlar ve diğer ücretli ve maaşlı çalışanlar en korumasız kalanlar bu durum karşısında. Baş döndüren teknolojik gelişmelerin getirdiği yeni ürünlerin ve yeni üretim biçimlerinin alt üst ettiği dünya ekonomilerinin bir çoğunda da görülen, emeğin milli gelirden aldığı payın düşmesi Türkiye’de çok daha vahşi düzeylerde gerçekleşmeye namzet.

OVP’de zikredilen yüzde65’lik 2023 yılı sonu enflasyon beklentisini mutlaka değerlendirmek gerekirse, Mehmet Şimşek’in ekonomi yönetimini devralmasından sonra göreve getirilen yeni TCMB yönetiminin her rapor ve açıklamasında yıl sonu enflasyon tahminini arttırdığını hatırlamakta fayda var! Herhalde yeni görevliler gerçek duruma yeni vakıf oluyorlar ve TÜİK üzerindeki makul enflasyon rakamı açıklama baskısı bir ölçüde azaldı. 2023 yılı sonunda gerçekleşecek enflasyonla ilgili benim öngörüm ise, resmi rakamlarla yüzde75-80 ve ENAG rakamlarıyla da yüzde130-140 bandında olacağı yönünde.

Enflasyonda kalıcı düşüş için birçok şartın bir arada yerine gelmesi ve ayrıca, klişe deyimle, Türkiye ekonomisinin yapısal bir dönüşümden geçmesi gerekmekte. Yani, ekonominin şu an içinde bulunduğu durum göz önüne alındığında, kısa ve orta vadede öncelikle kamu harcamalarının (bu arada kamudaki israfın) kısılması; bu yolla yeterince faiz dışı fazla verilerek dış borç ödemede sorun olmayacağı yönünde uluslararası piyasalara güven verilmesi ve sonucunda kısa vadede ekonominin dış kaynak ihtiyacının düzenli olarak sağlanabilmesi; bu şekilde döviz fiyatlarının makul ve öngörülebilir seyir izlemesi gerekecek. Uzun vadede ise Türkiye ekonomisinin yapısal sorunu olan üretim için ara malı ithalatına, yani dövize, aşırı bağımlılığın sanayide dönüşümle daha sınırlı hale getirilmesi; yüksek katma değerli ürün ihracatı yapma aşamasına geçilerek ek dış kaynak bulma ihtiyacının olmayacağı şartların sağlanması aşamasına gelinmesi gerekmekte. Tüm bunlar çok zor dönüşümler. Erdoğan’ın siyasi hesaplarının buna izin vereceği noktaya ancak yerel seçimlerden sonra gelebileceğimiz aşikar. O zamana kadar enflasyonda kayda değer düşüş beklemek gerçekçi değil.

Erdoğan yerel seçimlerde de istediği sonucu alırsa Türkiye ekonomisini enflasyon kalıcı bir şekilde kurtulacağı politikalara geçilmesi, bu politikaların başarılı olması, sonuç vermesi mümkün mü? Hiç sanmıyorum. Türkiye’deki otoriter rejimin iyice konsolide edildiği bir noktadan bahsediyoruz böyle bir durumda, ki özellikle tek kişinin kontrolündeki otoriter rejimlerin geniş halk kesimlerine yüksek ekonomik refah getirmesi doğaları gereği mümkün değil, görülmüş de değil. Ekonomiler 1’den büyük çünkü. Modern bir ekonomiyi hangi ekspertizle ve nasıl karar aldığı belli olmayan, dar bir çevrenin yönettiği, hiçbir gerçek toplumsal katılıma açık olmayan bir yönetim biçimiyle yurttaşlarına refah sağlar duruma getirmek mümkün değil. Demokratik katılım modern ekonomilerin duvara toslamasını engelleyen en önemli mekanizmalardan biri. Yeterli değil, ama mutlaka gerekli bir şey. Hızlı karar alacağız diye demokratik katılımı ortadan kaldırarak (artık Türkiye’de temsili demokrasi bile rafa kalkmış durumda, TBMM’nin yetkileri neredeyse göstermelik) modern ekonomileri yönetemezsiniz, ancak dar bir zümreye refah sağlayabilirsiniz, o da temel itibariyle kamu zoru olmak üzere. Kısaca özetlemek gerekirse, muhalefet gerçek bir alternatif haline gelerek iktidar değişikliği gerçekleşmedikçe; hatta daha ileri giderek şu an yönetilmekte olduğumuz, en hafif deyimle tuhaf olan, başkanlık sistemi değişmedikçe Türkiye ekonomisinin gerçek anlamda yoluna girmesi mümkün olmayacaktır.

KÖRFEZDEN ARTIK PARA GELMEZ

Ekonomi kurmayları dış kaynak çekmek için ABD’den Körfeze kadar her yere ziyaretler yapıyor. Bunlar ne derece işe yarıyor, yurtdışından yatırım ya da kaynak çekmek için asıl atılması gereken adımlar neler?

Türkiye bugün olağan diyebileceğimiz dış sermayeyi ülkeye çekemiyor. Neden böyle olduğu çok karmaşık bir konu değil, aşağıda daha ayrıntılı değineceğim. Türkiye’nin olağan uluslararası finans piyasalarından kaynak bulamaması çok doğal, çünkü Türkiye ekonomik getirinin güvence altında olduğunu düşündürtecek bir hukuk devleti değil. Bu bir vaka. Bir taraftan toplumun her kesiminin sesini baskıyla kesmeye çalışacak, bağımsız medyayı, üniversiteleri, iktidarınızı tehdit ettiğinizi düşündüğünüz her hareketi darbe girişimi diye niteleyeceksiniz ve neredeyse tamamen vesayetiniz altına aldığınız yargıyla kimseye siyasi bakımdan nefes aldırtmamaya çalışacaksınız.. Ayrıca araya birilerini koymadan efektif bir şekilde hakkınızı mahkemelerde arayamayacaksınız.. Diğer taraftan orta ve büyük ölçekteki hiçbir ekonomik girişim, yatırım siyasi bağlantı ve onay olmadan hayata geçemeyecek.. Sonra da ülkeye dış sermayenin olağan yollardan gelmesini bekleyeceksiniz.. Bu mümkün değil.

Mehmet Şimşek Batı ülkelerinden ve sermaye piyasalarından Türkiye’ye tekrar anlamlı kaynak girişi olsun diye elinden geleni yapmaya çalışıyor. Ama başka yollarla aşırı bedeller ödemeden, mesela dış politikada tavizler vermeden, böyle bir şey çok mümkün olmayacak. Hatta dış politikada uzun yıllardan beri çizilen baş döndürücü zikzaklar nedeniyle verilecek tavizlerin bile güvenilir bulunacağı şüpheli. Ayrıca, Erdoğan’ın tek adam olarak her şeyi kontrol ettiği bir düzende Mehmet Şimşek’in ve ekibinin ne kadar süre görevde kalabileceği de belli değil. Erdoğan’ın amacının yerel seçimleri kazasız belasız kazanıncaya kadar zaman kazanmak olduğu, bu amaca aykırı olabilecek herhangi bir şeyin yapılmasına izin vermeyeceği yönünde kuvvetli kaygılar bulunuyor ve bu kaygıları gidermek hiç kolay değil. Körfez ülkelerinden ise zaten yüklü miktarda destek alındı seçime giden süreçte. Körfez ülkelerinden sürekliliği olabileceğine güvenilebilecek düzeyde daha fazla sermaye gelmesini beklemek gerçekçi değil.

Geldiğimiz noktada Türkiye’nin yurtdışından yatırım ya da kaynak çekmesi için yapması gereken ilk ve belki de tek şey hukuk devleti normlarına geri dönmek ve bağımsız yargıyı tesis etmek! Şüphesiz ki Erdoğan rejiminde bunun olabileceğini düşünmek, hatta hayal etmek bile zor. Daha birkaç gün önce Gezi davası sanıklarının nasıl ağır cezalara çarptırıldığı ortada. Osman Kavala’ya Gezi davasında verilen cezanın karşılığı, kaldırılmamış olsa, idam.. Dünyada hiç kimseyi Osman Kavala gibi demokrasiye gönülden inanmış bir insan hakları savunucusunun darbeye teşebbüs ettiğine inandıramazsınız. Geldiğimiz noktada iktidarın değişmesinin iyi olacağını sadece düşünmek bile darbecilikle suçlanabilecek neredeyse. Anayasal bir zorunluluk olan AİHM kararları uygulamak bir kenara bırakılmış durumda.

Türkiye’de son iki yıldır uygulanan ekonomi politikalarının tek amacı var. O da iktidarı kaybetmemek. Bedeli ne olursa olsun düzeyinde bir odaklanma var bu noktaya. Tabii bir siyasi partinin iktidarda kalmak için gayret göstermesi son derece doğal. Ancak bu tüm kurum ve organlarıyla çalışan bir demokratik, hukuk devletinden bahsediyorsak kabul edilebilecek bir yönelim. Yani, güçler ayrılığının olduğu, yasama ve yargının yürütmeyi gerçek anlamda kontrol etme yetki ve imkanı olduğunda geçerli. Geldiğimiz noktada Türkiye’deki cari rejimde güçler ayrılığı diye bir şey kalmadı. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen, örnek alınabilecek herhangi bir ülkede bulunmayan, temel itibariyle tek kişinin her şeyi kontrol edebildiği bir başkanlık sistemiyle yönetiliyoruz. Türkiye’yi kimse demokrasi olarak görmüyor. Otoriterliği neredeyse yeni bir anayasayla taçlandırılacak olan cari rejim, hala seçimler bir şekilde yapılıyor diye, rekabetçi otoriterlik olarak adlandırılıyor, olsa olsa.

Oysa modern bir ekonominin demokrasiye ihtiyacı var. Bu sadece mülkiyet haklarının korunması konusunda en güven veren rejimin gerçek anlamda güçler ayrılığı içeren demokrasiler olması nedeniyle böyle değil. Dış kaynak çekmek için hukukun üstünlüğü çok önemli. Belki yatırım yapacak dış sermaye için tek önemli şeyin karlarına keyfi bir şekilde el konulmayacağı garantisi olduğu, ötesinin önemli olmadığı söylenebilir. Bu tespit kısmen doğrudur, ama tamamen değil. Güçler ayrılığının olmadığı, o çerçevede hukukun keyfi işlediği bir ülkede her türlü kar, mülkiyet hakları her halükarda ciddi risk altındadır. O şartlarda ancak bu yüksek riski karşılayacak ölçüde aşırı kar beklentisi olan, aşırı düzeyde kar garantisi öngören vahşi, hatta kriminal diyebileceğimiz dış sermaye gelecektir ülkeye. Bir koyup karşılığında en az beş, on geri alacağı konusunda ne biçimde olursa olsun garanti alabilenler, o aşırı karı içeriden birileriyle paylaşarak yolsuzluklara bulaşmaktan çekinmeyecekler gelecektir. Öyle bir durumda ortaya çıkan resim en fazla ahbap-çavuş kapitalizmi olur ki o tür bir ekonomik düzen düşman başına dememiz gerekiyor.

DIŞ YATIRIMCIYA GÜVEN VERMEK ŞART

Türkiye ihtiyaç duyduğu kaynağı nereden ve nasıl bulacak?

Ekonomik büyüme için Türkiye’nin ihtiyacı olan şey yatırım, nitelikli yatırım. Yatırımlara eğitim, sağlık gibi alanlarda yapılacak kamu yatırımları da dahil. Nitelikli yatırımdan kastımız ileri teknoloji içeren ve teknolojik gelişmeyi tetikleyecek ve sürükleyecek yatırım. Kaynak ihtiyacı derken kastettiğimiz yatırımlar için ayrılacak kaynaklar. Bu kaynakların yurtiçinden karşılanması tasarrufla, yani tüketimden vazgeçerek mümkün. Yarınlarda daha fazla tüketebilmek için bugünkü tüketimden vazgeçmek anlamında. Tabii bir de dışarıdan kaynak bulabilirsiniz ki, Türkiye gibi henüz orta gelir düzeyinde olan ülkeler sadece kendi kaynaklarıyla büyümeye göre daha hızlı büyüyecekleri beklentisiyle bu yola başvuruyorlar. Gerçekten de, yurtdışından bulunan kaynaklar doğru ve yüksek verimli yatırımlar için kullanıldığında ülke kendi başına büyüyeceğinden daha hızlı büyüyebilir. Verimli yatırımlar için kullanıldığında dışarıdan borç alınan kaynakların geri ödemesi de bu yüksek getiri sayesinde kolaylıkla gerçekleşebilecektir. Zaten aldığınız kaynakları geri ödeyebileceğiniz konusunda yeterli güven veremiyorsanız o kaynakları bulmanız zor olacaktır. Kaynak bulmanın anlamı ve ekonomik mantığı basitçe böyle bir şey.

Türkiye’nin dış kaynak kullanımına ve yatırımlarına baktığımızda iki temel sorun görüyoruz. Bunlar tüketim malları ithalatının yüksekliği ile yatırımlara ayrılan kaynakların önemli bir kısmının verimli yatırım alanı olmayan inşaat sektörüne gitmesi. Özellikle dışarıdan bulunan kaynakların tüketime harcanması sürdürülemez cari açık düzeylerine yol açar ki Türkiye’nin içinde bulunduğu nokta da budur. Bu yapısal sorunlar dış borçların geri ödenebilmesi konusunda ciddi bir riske işaret ettiği için Türkiye dış piyasalardan çok yüksek faiz oranlarında borçlanabilmekte. Yüksek risk primi ödenmesinde Erdoğan’ın son yıllarda uyguladığı ekonomik politikaların pervasızlığının da etkisi bulunmakla birlikte sözünü ettiğim yapısal sorunlar kendi başlarına dış kaynak bulup kullanma bakımından temel sorun teşkil etmekte. Türkiye bu temel sorunları uygun politikalarla çözmeden uygun koşullarda dış kaynak bulamayacak. Son 20 yılda yap-işlet-devret yöntemi üzerinden özel sektör aracılığıyla yüksek miktarda yol, köprü, havaalanı gibi altyapı yatırımları için yurtdışından ciddi kaynaklar bulundu. Ancak devlet tarafından verilen kullanıcı sayısı garantileri sayesinde gelmiş olduğu görülen bu dış kaynakların geri ödemesi fahiş denilebilecek düzeyde olmakta.

Türkiye’nin öncelikle yetkin, etkin, şeffaf ve hesap verebilir bir kamu yönetimini gerçek anlamda oluşturarak dış yatırımcılara güven vermesi gerekmekte. Bu olduğu takdirde gerek uluslararası kuruluşlardan kamu yatırımları için kaynak bulabilecek, gerekse yarattığı güvenilir ekonomik ortam özel sektör yatırımları için dışarıdan kaynağı uluslararası sermaye piyasalarından rahatlıkla çekebilecektir. Özetle, uluslararası sermaye piyasalarına entegre olmuş ekonomisiyle Türkiye’nin sorunu nereden kaynak bulacağı değil, uygun koşullarda dış kaynak bulmasını sağlayacak kamu yönetimini ve ekonomik görünümü oluşturamamış olmasıdır.

SON SÖZÜ ERDOĞAN SÖYLÜYOR

Mehmet Şimşek bakan olduktan sonra yaptığı ilk açıklamada “Rasyonel bir zemine dönme dışında seçenek kalmamıştır” demişti Ekonomide gelinen noktada gerçekten rasyonel zemine doğru gidiş var mı?

Erdoğan’ın 2023 seçimleri öncesinde uyguladığı seçimi kazanmak ve iktidarını sürdürmek için ne gerekiyorsa yapmaktan ibaret ekonomi politikalarını irrasyonel buluyoruz, ama bu tabii uygulanan politikaların Erdoğan açısından rasyonel olmadığı anlamına gelmiyor! Tam tersi, uyguladığı politikalar Erdoğan’ı amacına tam olarak ulaştırdı, tekrar cumhurbaşkanı seçildi ve TBMM’de kontrolü kaybetmedi. Yani uygulattığı politikanın kendisi açısından tamamen rasyonel çıkması söz konusu. Ekonomiyi uçuruma sürüklemekte olduğunun farkında olmaması mümkün değildi ve seçimi kazandıktan sonra yaptığı ilk iş Mehmet Şimşek’i bakan atayarak uluslararası finans merkezlerine sinyal göndermek oldu. Ayrıca kendisine seçim öncesi istediği her türlü popülist politika uygulamayı yapabilme imkanı vermekle birlikte finans piyasalarının hiçbir şekilde ciddiye almadığı Merkez Bankası yönetiminin değiştirilmesine de yol verdi. Tabii bir sınır içinde tuttu yaptığı değişiklikleri. Herkesin başarısız oldu diye değiştirdiğini düşündüğü eski Merkez Bankası başkanını BDDK Başkanı olarak atayarak Mehmet Şimşek’i tamamen de serbest bırakmadı. Eski Merkez Bankası başkanının Erdoğan’a amacına ulaşması bakımından verdiği destekle aslında başarılı bulunmuş olduğunu, başarılı olduğunu da teslim etmek gerekmekte.

Mehmet Şimşek ekonominin başına geldi, ancak aslında nihai karar verici hâl3a Erdoğan ve öyle olmaya da devam edecek. Mehmet Şimşek’in kalıcı olup olmayacağı yerel seçimler sonrasında anlaşılacak. Ancak yüksek ihtimal gözükmüyor. Erdoğan bir siyasetçi ve kendisi için asıl olan iktidarda kalmak. Bunun için yapmayacağı yok. Mehmet Şimşek ekonominin başında ve Merkez Bankası üst yönetimi piyasalarca liyakatli bulunan kişilere teslim edildi ve şu an yerçekimini yok sayan, iki kere ikinin ne isterseniz olabildiği fantastik politika kararlar değil, kabul edebileceğimiz anlamda rasyonel kararlar Erdoğan’ı tamamen yok saymayan bir süratle de olsa alınıyor gözüküyor.

EKONOMİYİ RAHATLATACAK ADIM YOK

Atılan adımları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ekonomiyi gerçek anlamda rahatlatacak siyasi ortam değişikliği söz konusu değil ve kendiliğinden de olacak gözükmüyor. Nitelikli gençlerimizin yüzde 70’inden fazlası hala bir an önce yurtdışına kapağı atmak istiyor. Çünkü temel hak ve özgürlükler konusunda endişe duymayacakları, özel hayatları ve tercihleri nedeniyle baskıya ve ayrımcılığa uğramayacakları, makamlara siyasi kayırmacılık yoluyla değil liyakatle gelinecek, yargının tarafsız ve adil olacağı bir hukuk devletinde yaşayabilme ihtimali olabileceği konusunda ümitlerini kaybetmiş durumdalar. Bu gidişata engel olabileceği konusunda muhalefet de hiç güven ve umut vermiyor onlara. İçinde bulunduğu haliyle muhalefet de bu güvensizliği tam olarak hakkediyor. Mahkemelerin siyasetin güdümünden çıkacağına dair bir işaret yok, tam tersi Kavala kararı gibi kararlar çıkabiliyor. Merkez Bankası yeni üst yönetimindekilerin hepsi Boğaziçi Üniversitesi mezunu, ama Boğaziçi Üniversitesini sıradanlaştırmaktan ve o yolla yok etmekten başka sonuç vermeyecek olan müdahale hız kesmeden devam ediyor.

EN CAN YAKICI SORUN ENFLASYON

Şu anda Türkiye ekonomisinin en can yakıcı sorunları hangileri? 

Mehmet Şimşek, göreve geldikten sonraki ilk resmi beyanatında Türkiye ekonomisi için iktisadi rasyonaliteye dönmekten başka çare kalmadığını söyledi. Böylece geçen yıl yaptığım iktisadi rasyonalitenin terkedilmiş olduğu tespitini doğrulamış oldu.

Rasyonaliteye dönülmüş olduğuna göre şu anda Türkiye ekonomisinin en can yakıcı sorunu enflasyondur diyebiliriz. Ayrıca buna bağlı olarak geniş halk kesimlerinin içine düştüğü ve bu iktidar altında enflasyonla mücadele edilirken daha da artacak olan yoksulluk sorunu.

Tabii rasyonaliteye dönülmüş olmasının ne kadar süreceğini yerel seçimler sonrasında anlayabileceğiz. Erdoğan yerel seçimleri kazanırsa ekonomi politikalarına ne olacağını bilmiyoruz. Kaybederse ne olacağını da bilmiyoruz.

KURTULUŞ İÇİN REÇETE YOK

Bu krizden çıkış için sizin bir kurtuluş reçeteniz var mı neler önerirsiniz?

Ekonomik sorunlarımızın temeli siyasidir ve siyasi tablo değişmeden ekonominin düzelmesi mümkün gözükmemektedir. Son mayıs ayındaki seçimler sonrasında devam eden Erdoğan iktidarının seçimi kazanmak için uyguladığı ve başarılı olduğu irrasyonel ekonomi politikalarına devam etmesi için neden kalmadığı, seçimi kazanmış olduğu öne sürülebilir. Diğer taraftan, siyasi tablonun büyük ölçüde aynı kalmış olması, ekonominin içinde bulunduğu çıkmaza girmesinin temel nedenlerinden olan ve efektif olarak tek adam rejimi olan cari başkanlık sistemi devam etmektedir. Bu da ekonomiyi içinde bulunduğu krizden çıkaracak politikaların geliştirilip uygulanmasına engel teşkil edecektir. Şu anki yönetim biçimimiz ve iktidar altında geçerli olabilecek bir kurtuluş reçetesi olabileceği kanaatinde değilim.

İŞSİZLİK YÜZDE 12’YE ÇIKABİLİR

2024’te büyüme, işsizlik, kur, faiz, cari açık konusunda öngörüleriniz neler?

Öncelikle, sözünü ettiğiniz göstergelerle ilgili tahmin yapabilmek için 2024 yılında ekonomi yönetiminin ne şekilde olacağı hakkında tahmin yürütmek gerekiyor. Son seçimler sonrasında Erdoğan tarafından göreve getirilen Mehmet Şimşek’in dönüldüğünü söylediği rasyonel ekonomik politikalar 2024 yılında devam edecek midir? Bu sorunun cevabını henüz tam olarak bilemiyoruz. Önümüzde 2024 Mart ayında yapılacak yerel seçimler var. Erdoğan 2019’da kaybettiği İstanbul ve Ankara gibi büyükşehir belediyelerini mutlaka geri almak istiyor. Bu hedefe yönelik olarak yeni ekonomi yönetiminin neleri ne kadar yapmasına seçimler öncesinde ne kadar izin verecektir? Mehmet Şimşek ve ekibi seçimler istediği gibi sonuçlanırsa görevde kalacak mıdır, istediği gibi sonuçlanmazsa görevde kalacak mıdır? Dolayısıyla ekonomik göstergelerle ilgili öngörü yapmaya engel çok önemli bir belirsizlik vardır ki, bu da aslında ekonominin içinde bulunduğu krizi yaratan cari başkanlık sisteminin farklı bir görünümüdür.

Buna rağmen, Mehmet Şimşek ve ekibi tarafından hazırlanmış olan OVP’de yer alan öngürüleri temel alarak ve Mehmet Şimşek’in 2024’te de görevine devam edeceği ve devreye soktuğu iktisadi rasyonaliteden koplulmayacağı varsayımıyla değerlendirmede bulunalım.

OVP’de 2024 yılında ekonominin yüzde 4 büyüyeceği, işsizliğin yüzde10.3 düzeyinde gerçekleşeceği, yıl sonu tüketici fiyat endeksinin (TÜFE) ise yüzde 33 olacağı öngörülmektedir.

Enflasyonun 2023 yılı sonu için öngörülen yüzde 65 düzeyinden yüzde 33’e inmesi ciddi bir enflasyon düşüşünün öngörüldüğüne işaret etmektedir. Seçim sonrasında artan döviz kurlarının ve getirilen yeni vergilerin sonucu olarak 2023 yılı sonu enflasyonunun yüzde 80’e yaklaşması, 2024 yılı başında da bir süre yüksek seyretmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Bu çerçevede 2024 yılı sonu için enflasyon oranının yüzde 45-50 bandında kalacağı, buna paralel olarak TCMB gösterge faizinin de yıl boyunca bu düzeyin altında kalmayacağı varsayılabilir. Enflasyondaki düşüşü getirmesi beklenecek bu faiz artışının neden olacağı yavaşlama ile diğer beklenen olumsuz gelişmeler (ihracat pazarlarındaki olası daralma) sonucu 2024 yılı için büyüme oranının yüzde 3’ün altında kalması daha olasıdır. Büyümedeki bu sınırlı kalışın istihdama yansıması sonucu işsizliğin yüzde 12 seviyesine gelmesi şaşırtıcı olmayacaktır. OVP’de öngörülen cari açığın gayri safi milli hasılanın yüzde 3.2’si düzeyinde olacağı tahmini, büyümenin sınırlı kalması varsayımıyla iç tüketimin de azalacağı göz önüne alındığında, gerçekleşebilir. 2024 sonu dolar kuru için verilebilecek bir tahmin, enflasyon oranı tahminimiz de göz önüne alınarak, en az 40 TL/dolar olabilecektir.