Prof. Dr. Durusoy: Tablo vahim olacak

"Çift haneye ulaşan makro verilere rağmen genişletici para politikası sürüyor" diyen Prof. Dr. Durusoy, " Mali disiplinden de uzaklaşılıyor. Enflasyon yükselecek. Buna depremin bütçede yarattığı yük eklendiğinde tablo daha da vahim hal alacak" ifadelerini kullandı.

Şehriban Kıraç

Bolu İzzet Baysal Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serap Durusoy, Türkiye’nin dış ticaret açığı, cari açık, enflasyon, yüksek kur, işsizlik ve yoksulluk gibi birçok makro ekonomik sorunu bir arada yaşadığına işaret ederek, “Böylesi karmaşık bir ekonomik ortama yaşanılan deprem felaketi de eklenince sorun yumağını çözülebilir bir büyüklüğe indirgeyebilmek elbette ki kolay değil” dedi. Prof. Dr. Durusoy ile deperem ve ekonomideki son gelişmeleri konuştuk.

 Türkiye derin ekonomik kriz yaşarken depremle sarsıldı. Bu krizi aşmak mümkün mü?

Türkiye 2023’e yüksek cari açık, yüksek dış ticaret açığı, yüksek enflasyon ve düşük büyüme ile girdi. Sanayi üretiminin öncü göstergesi olan PMI 9 aydır 50 eşik değerinin altında. Kontrol edilemeyen enflasyon her ne kadar baz etkisine umut bağlanarak yıllık yüzde 57.68 olarak açıklansa da hane halklarının hissettiğinin altında kaldı. 

Ekonomide böylesine derin sorunlar yaşanırken 11 ilimizi vuran deprem felaketi de bu sorunların yakın zamanda aşılmasını zorlaştırdı. Deprem yaşanmadan önce 2023 için büyüme, işsizlik, döviz kuru ve faize yönelik öngörüde bulunurken iki dönem göz önüne alınarak değerlendirme yapılıyordu. Seçim öncesi ve seçim sonrası. Seçimlere kadar olan dönemde mevcut politikada devam edileceği öngörüler arasındaydı. Ancak ekonomi gündemini faiz kararından öte deprem nedeniyle daha da bozulacak olan makro ekonomik dengeler meşgul edecek. Goldman Sachs’a göre depremin ekonomi üzerindeki etkilerinin uzun dönemli olacak. Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası ise depremin Türkiye’nin GSYİH’sini yüzde 1 kadar aşağı çekeceğini açıkladı.

YÖNETİMİN ZAYIFLIĞI

Piyasada bundan sonra nasıl bir hava hâkim olabilir.

Deprem, mağdurların aynı zamanda ekonomik mağduriyet yaşamalarına da yol açtı. Bu mağduriyetin giderilmesi için Türkiye Tek Yürek adı altında düzenlenen kampanyadan toplanan 115 milyar TL’yi aşan bağışın 90 milyar 160 milyon TL’sinin kamu kurumlarınca yapılması ve bunun 30 milyar TL’sinin ise TCMB tarafından gerçekleştirilmesi deprem yönetimi ve ekonomi yönetimindeki zayıflığı ortaya koydu. Bu durum bir yandan genişlemeci bir para politikası, bir yandan da maliye politikası açısından gelir kaybı doğurdu. İşte deprem ve sonrasında yapılanlarla birlikte seçimlerin tarihindeki belirsizlik piyasalar için de iyi bir havanın oluşmasını elbette ki güçleştiriyor.

BEDELİNİ AĞIR ÖDÜYORUZ

 Deprem yaralarını sarmak ve üretime tekrar dönmek için gerekli kaynak nasıl sağlanabilir?

Türkiye dış ticaret açığı, cari açık, enflasyon, yüksek kur, işsizlik ve yoksulluk gibi birçok makro ekonomik sorunu bir arada yaşıyor. Özellikle enflasyonla doğru yöntemlerle mücadele edilmemesinin bedeli ağır makroekonomik sorunlarla ödeniyor. Böylesi karmaşık bir ekonomik ortama yaşanılan deprem felaketi de eklenince sorun yumağını çözülebilir bir büyüklüğe indirgeyebilmek elbette ki kolay değil. Bu nedenle karar alıcıların planlama yapması çok önemli. Depremin olduğu illerdeki binlerce konut ve işyeri çöktü, binlerce insan kayıpları yaşandı. JP Morgan değerlendirmesine göre depremin konutlara ve altyapıya verdiği hasarın Türkiye’ye maliyeti GSYİH’nın yüzde 2.5 yani yaklaşık 25 milyar dolar seviyesinde olacağı öngörüldü. Bu durum üretim faaliyetlerinin aksamasını ve işsizliği de tetikleyecek. Bu nedenle işçi ve işverenin geleceği ile ilgili kapsamlı paketlerin hazırlanması önem taşıyor. Deprem yaşayan iller kalkınmakta öncelikli bölge ilan edilmeli.

Çftçilik ve hayvancılıkla uğraşanlar da ürün ve hayvan kaybı yaşadı. Bunların borçlarının altı ay ertelenmesi ve Çiftçi Kayıt Sistemi’nde OHAL süresince kota sınırının kaldırması da yeterli bir çözüm değil. Uzun süreli nakit desteği önem taşıyor. Her ne kadar zarar gören ve afet bölgesi ilan edilen illerde kayıtlı çiftçiler için 2022 üretim yılı mazot ve gübre destekleme ödemeleri nakit olarak gerçekleştirilecek olsa da ekonomik yaraları sarmadaki yeterliliği tartışma götürür. Yapılması gereken kaynakların doğru yerde ve doğru zamanda kullanılması ve depremin yaralarının suni önlemlerle değil, sosyal devlet anlayışının işletilerek sarılması. Ayrıca Türkiye’nin Avrupa fonları, BM fonları ve Dünya Bankası fonlarını da kullanması bir diğer alternatif olabilir. 

ENFLASYON YÜKSELİŞİ DEVAM EDECEK

Enflasyonda kalıcı düşüş için hangi adımlar atılmalı?

Kaçamayacağımız bir ülke gerçeği olan enflasyonun önlenmesine yönelik adımların makro ihtiyati tedbirlerle sınırlı kaldığı denetimle, fiyat kontrolleri ve yasaklamalarla baskılanabileceğine ve baz etkisine umut bağlamak yerine, iktisat kuramıyla çelişmeyen politikalara geçilmeli. 

Seçim sonrası nasıl bir ekonomik gidişat uygulanabilir?

Türkiye’nin bir seçim konjonktüründe olması nedeniyle çift haneye ulaşan makro verilere rağmen genişletici para politikası sürerken iç talebi destekleyen vergi affı, EYT kararı, ücret zamları, esnaf destekleri, çiftçilere kredi paketleri, KGF ve konut kampanyaları gibi uygulamalarla mali disiplinden de uzaklaşılıyor. Doğal olarak bu durum enflasyon üzerinde yukarı yönlü bir etki yaratacak. Bir de buna depremin bütçede yarattığı yük eklendiğinde tablo daha da vahim bir hal alacak.

YOKSULLUKTA TEHLİKELİ ARTIŞ VAR

Yüksek enflasyon can yakmaya devam ediyor. Uygulanan politikalarla yoksullaşma sürecek mi, enflasyonda ne öngörüyorsunuz? 

Enflasyon ne yazık ki ülkemiz ekonomisinin kırılgan noktalarından birini oluşturuyor. Her ne kadar bu ekonomik sorun pandemi ile ve Rusya- Ukrayna savaşı ile ilişkilendirilse de aslında kronik bir sorunumuz. Kuşkusuz en önemli yan etkisi de gelir dağılımı adaletsizliği ve yoksulluk olarak karşımıza çıkıyor. Bir de buna yoksullaştıran büyüme politikası tercihinin eklenmesi açlık ve yoksulluk sınırının yükselmesine neden oluyor. Nitekim Türk-İş’in açlık sınırını 8 bin 864 TL, yoksulluk sınırının 28 bin 874TL olarak açıklanması tehlikeyi ortaya koyuyor. Paradigma değişimine bağlı olarak yaklaşık bir buçuk yıldır uygulanmakta olan politikanın aslında bir sınıfsal tercihi var. Bu politikada önceliğin cari açığa verilmesi gelir ve servet dağılımını daha da bozucu bir etki yarattı. Nüfusun neredeyse yüzde 50’sinin asgari ücret ve altında maaş aldığı ülkemizde satın alma gücündeki azalmanın asıl nedeni olan enflasyonu kontrol edecek politikaları uygulamak yerine tek haneye indirilen politika faizinde devam edildiği sürece ücretleri enflasyona göre güncellemek yoksulluğu yok etmiyor, sadece yönetiyor.