Eğitimci Prof. Dr. Esergül Balcı: 'Deprem eğitimsizliğin sonuçlarını acı olarak gözler önüne serdi'

Eğitimci Prof. Dr. Esergül Balcı, Cumhuriyet için "Türkiye’de Günümüz Eğitim Politikaları ve Sonuçları" başlıklı bir yazı kaleme aldı. "Türkiye'nin en önemli sorunu eğitim politikalarıdır" diyen Balcı, Kahramanmaraş'ta meydana gelen depremlerdeki koordinasyon sorunlarına ve YÖK tarafından alınan uzaktan eğitim kararına da değindi.

cumhuriyet.com.tr

Eğitimci Prof. Dr. Esergül Balcı, Kahramanmaraş'ta meydana gelen depremler sonrası bölgedeki koordinasyon sorunlarına ve Türkiye'deki eğitim politikalarına dikkat çekti.

Balcı, "Türkiye'nin en önemli sorunu eğitim politikalarıdır" dedi.

"DEPREM ORGANİZASYON EKSİKLİĞİNİN SONUÇLARINI ACI OLARAK GÖZLER ÖNÜNE SERDİ"

Balcı'nın yazısı şu şekilde:

"Bir ülkenin geleceğini merak ediyorsanız, o ülkenin günümüzdeki eğitim seviyesini incelemeniz yeterlidir. O görüntü size ülkenin gelecekteki konumunu ortaya koyar. Çünkü eğitim politikalarının sonuçları 15/20 yıl sonra karşımıza çıkar. Nitekim yaşadığımız büyük deprem felaketi, eğitimsizliğin, merkeziyetçiliğin ve organizasyon eksikliğinin sonuçlarını çok acı olarak gözler önüne serdi.

3 TEMEL SORUN

Buradan hareketle Türkiye’nin en önemli sorunu konu alanım olan eğitim politikalarıdır diyebilirim. Çünkü sonuçları uzun zamana yayılıyor. Eğitim sistemimizde pek çok sorun olmasına rağmen, bu nedenle konuya öncelikle eğitim politikaları bağlamında bakmakta yarar var. Bunlardan üç temel sorun hangisi deyince, birincisi eğitimde dincileşme, ikincisi öğretmen ve üçüncüsü ise eğitim-öğretim programlarıdır denebilir. Ben sorunlara bu bağlamda bakmakta yarar görüyorum. Tabii bunlara yine çok önemli olarak gördüğüm sistemsizlik, kurumsallaşamama, merkeziyetçilik de eklenebilir. Sonuç olarak eğitim sistemimizin yerinde ve işe vuruk olarak işleyen birimlerinin olduğu söylenemez.

NİTELİK VE LİYAKAT ÖNCELENMELİ

Eğitim; “bireyin davranışlarında kendi yaşantısı yoluyla kasıtlı ve istendik değişiklik meydana getirme süreci”dir. Eğitimin işlevleri; kasıtlılık, istendik bir davranış kazandırma, bireyi yaşadığı toplumla bütünleştirme, yeteneklerini geliştirme, topluma işgücü yaratmadır. Birey, çevresindeki aile, arkadaş ve diğer bireylerle, iletişim araçlarından etkilenerek de eğitim kazanır. Bu yolla kültürel miras, nesilden nesile aktarılır. Eğitim, tüm kitleyi ilgilendiren bir unsur olduğu için hepimizi etkiler ve herkes sorumludur.

Bunun için tüm paydaşları eğitimin içine katıp; niteliği ve liyakati önceleyip; bütüncül, tutarlı ve programlı bir bakışla ele alınmalıdır. Platon’un savunduğu, farklı insanların birlikte yaşaması için herkesin bilgi ve becerisine uygun bir konumda bulunmasının gerekli olduğu görüşü, eğitim politikası oluşturmada yol gösterici olabilir.  Ülke koşullarına uymayan, sosyo-kültürel ve toplumsal-çevresel olguları görmezden gelen eğitim politikaları, ülkemizi çok farklı yerlere götürür. Bunun için dikkatli olmak ve önerilerimizi ona göre sunmamız gerekir.

EĞİTİMİN ARAÇSALLAŞMASI 

Politik Durum; her ülke yönetildiği siyasi rejimin gereklerine uygun bir eğitim sistemini geliştirir ve uygular. Demokratik ülkelerde, vatandaşların politik, kültürel, toplumsal, ekonomik yönlerini geliştiren bir eğitim sistemi uygulanır. Demokratik olmayan ülkeler, eğitimi kendi varlıklarını devam ettirmek ve amaçlarına ulaşmak için bir araç olarak kullanırlar. Toplumda radikal değişim yapma amacındaki partiler, mevcut siyasal kültürü değiştirerek, yeni değer ve inançlar yaratmayı amaçlar.

"EĞİTİMİN NİTELİĞİNİN ARTMASI İLE TOPLUMSAL KALKINMANIN YÜKSELECEĞİ BİR GERÇEKTİR"

Eğitim-Politika İlişkisi; dünyadan başlayarak ülkeler düzeyinde küçük farklarla da olsa her ülkenin kendi özellik ve özgürlükleri bağlamında benzerlik gösterir. Eğitim politikası, eğitim kurumu ile politik eylemlerin etkileşiminden doğan sonuçlara odaklanır, eğitim ve politika disiplinlerinin kesiştiği noktada yer alır. Eğitim ile politik tutum ve davranışlar arasında, karşılıklı bir ilişki vardır ve eğitim politikaları, siyasal partiler, liderler, baskı grupları vb siyasal aktörlerden etkilenir.

Toplumların gelişmişlik düzeyi, bireylerin eğitim düzeyleri ile ölçülür. Eğitim bireyin yeteneklerini geliştiren bir araç olduğu kadar, aynı zamanda toplum kalkınmasını da sağlayan bir araçtır. Eğitim niteliğinin arttırılması ile toplumsal kalkınmanın yükseleceği bir gerçektir. Eğitimin niteliği ise politika oluşturan siyasilerin tutumu ile doğrudan ilgilidir. Sosyal örgütlenmenin en ileri ve egemen şekli olan ve fonksiyonları bürokratlarca yürütülen Devletin görevi, vatandaşlarına her bakımdan eşit yaklaşmak, onların özgür olmalarına ve kendilerini gerçekleştirmelerine yardımcı olmaktır.

"SİYASAL SİSTEMİ ÖZÜMSEYEN BİREYLER YETİŞTİRİLMESİ BEKLENİR"

Siyasal sosyalizasyon- toplumsallaşma eğitim yoluyla yapılabilir. Bu bağlamda devlete bağlı vatandaşlık bilinci oluşturmak için eğitim, önemli bir araç olmuş ve eğitime bu konuda görev yüklenmiştir. Böylece devletler ülkelerini seven ve sahiplenen, birbirine benzerlik gösteren devletine bağlı vatandaş yetiştirir. Eğitim toplumsal, tarihsel, ekonomik ve sosyo kültürel bir konu olarak Anayasalarımızda yer almıştır. Anayasalarımızdaki siyasal sistemi özümseyen ve bu sisteme öncülük edecek bireyler yetiştirilmesi beklenir ki, bu durum eğitimin siyasal işlevini anlatmaktadır. Bu yönlerinden dolayı eğitim, dinler, sınıflar ve uluslararasındaki iktidar kavgalarının parçası olmuştur.  

EĞİTİMDE DİNİ YAPILANMA 

Eğitimde Planlama ve Politika Belirleme İşlevleri; genellikle eğitimde yetkin kişiler ve paydaşlar yerine uygulama dışındaki devlet görevlileri tarafından gerçekleştirilir. Oysa öğretmen sendikaları, önemli baskı gruplarını oluşturabilirler. Eğitim ülkelerin toplumsal ve siyasî eğilimlerini izler ve aynı zamanda bu eğilimleri oluşturur ve hiçbir ayırım gözetmeksizin tüm insanların gelişmelerini sağlayan en temel haktır. 1980'li yıllarda uygulanmaya başlanan neoliberal politikalar toplumsal hayatın tüm alanlarını tahrip etmiş, eğitim hakkı da bundan nasibini almış, çalışan kesimlerin eğitim olanaklarına ulaşma yolları oldukça tıkanmıştır.

Özelleştirme politikalarının bir uzantısı olarak tüm eğitim alanında özel eğitim kurumlarının açılması hızla artmış, özel eğitim kurumlarını devlet kamu kaynaklarıyla desteklemiştir. Özel okullarla ilgili olarak çıkarılan 1965 tarih ve 625 sayılı ‘Özel Öğretim Kurumları Yasası’, dini yapılanmanın başladığı ilk döneme rastlar. Bu yasa, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Döneminde 5580 sayı ile değiştirilmiştir. Bu yasalarla özel okul, dershane ve yüksekokulların açılmasına izin verilmiş, özel okulların sayısı giderek artmıştır. Neoliberal eğitim politikaları, eğitimi eşitlikçi niteliğinden uzaklaştırarak seçkinci bir anlayışla üst toplumsal sınıflara avantaj sağlayacak şekle dönüştürmüş, eğitime yüklenen işlevlerden birisi olan ‘sosyal hareketlilik sağlama’, ortadan kaldırılmıştır.

"TEVHİD-İ TEDRİSAT LAİK BİR ANLAYIŞIN EGEMEN OLMASININ YOLUNU AÇMIŞTIR"

Tarihsel Durum; daha Osmanlı döneminde, Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş, bilimsel eğitiminin temellerini oluşturan bazı girişimlerde bulunulmuştur. 1869 tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi (Genel Eğitim Tüzüğü) ile yeni koşullara uygun bireyler yetiştirilmesi hedeflenmiştir. Batılılaşma ya da laikleşme dönemi olarak adlandırılan 19. yüzyıl ortalarında, Osmanlı İmparatorluğuna 1908’de kabul ettirilen Kanun-ı Esasi ile günümüz Türkiye’sinin siyasi, ideolojik ve ekonomik temeli atılmıştır.

O dönemdeki dinsel ve laik ikili yapı, Maarif-i Meşveret Meclisi’nin kurulması ile eğitimin niteliğini dinsellikten laikliğe yöneltmiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin  kuruluş yıllarında çıkardığı, 3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı ‘Tevhid-i Tedrisat’ ve 677 sayılı ‘Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması’ kanunlarıyla, eğitim-öğretim faaliyetlerini kontrolü altına almakla kalmayıp, aynı zamanda eğitim politikalarında laik bir anlayışın egemen olmasının da yolunu açmıştır. 

"EĞİTİM BİREYSEL VE TOPLUMSAL YAŞANTILARI DOĞRUDAN ETKİLER"

Temelleri oldukça geçmişte atılan eğitim sistemimiz, bugüne kadar zorluklarla da olsa çağdaş, laik, bilimsel yapısını koruyabilmiştir. Ancak son yıllarda her alanda yapılan değişiklikler eğitimin bu durumunu kuşkulu hale getirmiştir. Eğitim politikalarındaki değişiklikler etkisini uzun yıllar sürdürür, bireysel ve toplumsal yaşantıları doğrudan etkiler, bunun asla göz ardı edilmemesi gerekir.

"TEMEL HAKLAR SİYASAL İKTİDARLARIN YORUMUNA BIRAKILDI"

Anayasa ve Yasalarımızda Eğitim; Türkiye Cumhuriyeti Anayasal sosyal bir hukuk devletidir. Sosyal devletin görevi, temel insan hakkı olarak gördüğü kitlesel eğitimi ücretsiz vermek olup, fırsat ve imkan eşitliği sağlamaktır.  Vatandaşlarını yetiştirme sürecinde modern devletlerde din yerine, ideolojiler ve bilgi, öncelikli bir değerdir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında öncelik, ideolojilere ve bir değer olarak görülen bilime verilmiş, dünyadaki değişim ile uyumlu bir yaklaşım sergilenmiştir. 1924 Anayasası’nda temel eğitime ilişkin ifadelerde, ‘zorunluluk ve parasızlık’ kavramlarına yer verilerek devletin sosyal niteliği öne çıkarılmıştır.

1961 Anayasası’nda bu vurgu daha belirgin olarak yapılmış ve devlete yurttaşların eğitim haklarını kullanabilmeleri için gerekli koşulları sağlama görevi verilmiştir. 1982 Anayasasının 42.maddesindeki "Eğitim ve Öğrenim Hakkı ve Ödevi'' ile ilgili kısmında, eğitim konusu uzun uzun anlatılmıştır. Özetle Anayasalarımızda “eğitim bir insan hakkı” olarak kabul edilmiştir. Ancak, eğitim hakkına ilişkin 1961 Anayasası’ndaki devlet …hazırlar şeklindeki ifade, 1982 Anayasası’nda devlet …hazırlamaya çalışır şekline getirilmiştir. Anayasadaki bu değişiklikle, temel hakların kullanımı siyasal iktidarların yorum ve uygulamasına bırakılarak, örtülü bir şekilde devletin görevi olmaktan çıkarılarak keyfileşmiştir. Eğitim hakkı; Türkiye tarafından uluslararası sözleşmelerdeki biçimiyle güvence altına alınmış olmasına rağmen. Yine Anayasalarımızda, Eğitim ve öğretim Atatürk İlke ve İnkılapları doğrultusunda ancak çağdaş bilim ve eğitim esaslarına dayalı olup, ana dil Türkçe olacaktır. 

"GELİNEN DURUM ORTADA"

Deprem ve Eğitim Politikaları; son yıllarda Türkiye’de bilimden uzaklaşılarak uygulanan eğitim politikaları ve imar afları sonucu, ülkemizdeki deprem felaketinin sonuçlarını içimiz acıyarak yaşadık. Bu sırada eğitim politikası bağlamında ülkemizde depreme hazırlıklı olmak adına eğitimde neler yapıldı ve yapılması gerekirdi? Sorusu akıllara geliyor. Konuya bu açıdan bakıldığında, gelinen durum ortada. Deprem sonrasında, Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, yıkım yaşanan 11 ilde eğitime ara verildiğini, 71 ilde ise 20 Şubat'ta okulların açılacağını duyurdu. 11 ilde eğitime başlama tarihleri ise üç kategoriye ayrılarak belirlendi. Buna göre 1. Kategoriye alınan az zarar gören okullar, 1 Martta; 2. Kategoride orta derecede hasar görenler 13 Martta, 3. Kategoride hasar görenler ise 27 Martta eğitim– öğretime başlayacak. Umarım öyle olur. Çünkü karşımızda cahillerin ferasetine güvenen ve ödüllendirilen bir kafa yapısı var. 

ÖĞRENCİ YURTLARINDAKİ SORUNLAR 

Cumhurbaşkanı Erdoğan da üniversitelerin uzaktan eğitime geçeceğini, yurtlara depremzedelerin yerleştirileceğini açıkladı. Öğrenci yurtlarının kapasitesi 800.000 bin iken, bunlar hangi depremzedeye yetecek, hangi yaraya ilaç olacak? Buna rağmen, yurtlardaki öğrenciler gece yarısı odalarından çıkartıldı. Eşyaları poşet içinde ellerine verildi ya da oraya buraya bırakıldı. Deprem bölgesinden okumaya gelip yurtta kalan öğrencilerin durumu ise daha kötü. Önce eşyaları aldırıldı o acı ortamında sonra kalabilirler dendi. Bu, astarı yüzünden pahalı olacak sözde bir çözüm. Bir sorun çözülürken, başka bir sorun çıkartılıyor. Kimi yurtlara ise Suriyeliler yerleştirildi. Sosyal medyada yurtlara yerleştirmede, önceliğin Suriyeli sığınmacılara verildiğine ilişkin videolar var.

"EĞİTİM KALİTESİ İYİCE DÜŞÜYOR"

Anlaşılan depremde yaşanan yıkımın sorumlusunun eğitim olduğu sonucuna varılarak, gençlerimiz cezalandırılıyor! Zaten salgın sürecinde eğitime fiilen ara verilmişti, şimdi yeniden kesinti yaşanacak. Uzaktan eğitimin sakıncalarını salgın döneminde gördük. Yetmedi mi? İlk ve ortaöğretim başta olmak üzere her düzeyde örgün eğitim hayati önem taşır. Siz çocukları okullardan alıp ekranlara hapsederseniz, zaten sorunlu olan eğitim kalitesini iyice düşürürsünüz.

"GENÇLERİMİZİN BİR YILLARINI DAHA HEBA EDEMEZSİNİZ"

Ayrıca eğitim kurumları sadece eğitim verilen yerler değil, öğrencilerin yaşıtlarıyla birlikte zaman geçirdikleri, hatta rehabilite oldukları yaşam alanlarıdır. Başka yerde olmayan imkanlarla gençler, buralarda kültürlenirler, yeteneklerini keşfederler. Yeni fikirler ve dünyalar tanırlar. Akranlarıyla bir arada olarak birbirleriyle iletişim kurarlar, etkileşim içinde olurlar, nasıl bir gelecek kuracaklarına karar verirler. Özellikle deprem gibi sıkıntılı zamanlarda, onları psikolojik travma yaşamış aileleri yerine, arkadaşlarının yanına göndermek bir çeşit psikolojik terapi işlevi görür. Gençlerimizin, salgın üzerine bir yıllarını daha heba edemezsiniz. Bu yolla her sorunda eğitime ara verilerek, niteliksiz eğitim alan insanlar yetiştirilmiş olacak, ülke kalkınması da sağlanamayacaktır. Onların kaynaşması, bir araya gelmesi, birlikte acılarını paylaşarak azaltması, birilerini endişeye mi sürüklüyor acaba?

"YAPILMASI GEREKEN TEK BİR ŞEY VAR"

Aslında bizi yıkıma götüren tam da bu yaklaşımdır. Eğitim politikalarımız uzun vadeli olarak planlanıp yap-boz tahtasına döndürülmüş olmasaydı, bu kadar sorun yaşanmayacaktı. Yapılması gereken tek bir şey var. Her şart altında eğitime devam etmek, iyi yetişmiş öğretmenlerle, planlı, programlı olarak bilimi rehber edinmek, bilim dışı yöntem ve uygulamaları yönetim anlayışından uzaklaştırmak. Sisteme ve kurala önem vermek. Böyle yaptığımızda hiçbir sarsıntının bizi yıkamayacağı açıktır."