Atalay Girgin Cumhuriyet için yazdı: Fakirleşen Öğretmenler Holdingleşen Sendikalar
Atalay Girgin, “Fakirleşen öğretmenler holdingleşen sendikalar" başlıklı yazısında, öğretmenlerin sosyal medyada paylaştıkları "geçinemiyoruz" mesajlarına değindi. Tüm toplum kesimlerinin bu süreçte geçinemediğine dikkat çeken Girgin ayrıca; yandaş sendikalara da dikkat çekti. Girgin öğretmenlere, "Bu açmazdan kurtulmanın en kestirme yolu yandaş, 'sendika'cıklarla yolları ayırmak, istifayı basmaktır" dedi.
Atalay GirginAtalay Girgin, “Fakirleşen öğretmenler holdingleşen sendikalar" başlıklı yazısında, "geçinemiyoruz" diyen öğretmenlere seslendi.
"Bu açmazdan kurtulmanın en kestirme yolu yandaş, 'sendika'cıklarla yolları ayırmak, istifayı basmaktır" diyen Girgin ayrıca öğretmenlere bir uyarıda daha bulundu. Girgin, “memur öğretmen”likten kurtulup bir an önce öğretmen olunması gerektiğini söyledi.
Girgin'in konuya ilişkin yazısı şöyle:
"Öğretmenler “geçinemiyoruz” diyor. Sosyal medya üzerinden paylaştıkları yüz binler, hatta milyonlarca mesajla, günlerdir, haftalardır seslerini duyurmaya, dertlerini, sorunlarını anlatmaya çalışıyorlar.
Peki; kime, kimlere seslerini duyurmaya, dertlerini anlatmaya çalışıyorlar? Ne yazık ki nafile bir çaba olsa da… Bakmakla görevlendirilmiş ‘Bakan’a… Birer holdinge dönüş(türül)en yandaş, yancı ve yanaşma ‘sendika’cıkların, her biri birer CEO haline gelen ve maaşlarını bile açıklayamayan yöneticilerine… Daha ötesini söyleyip yazarak, sağır odaların sağır sultanlarının, kulağı eşikte olan çemişlerini uyandırmaya gerek var mı?
GEÇİNEMEYENLER YALNIZCA ÖĞRETMENLER Mİ?
Elbette toplumun alt gelir gruplarını cenderesine alan hayat pahalılığı, işsizlik ve yoksulluk koşullarında geçinemeyenler yalnızca öğretmenler değil.
Başta işsizler olmak üzere… Asgari ücretin altında bir ücretle çalıştırılan ya da çalışmak zorunda bırakılan ve asgari ücretle çalışan işçiler de geçinemiyor. Keza yoksulluk ve açlık sınırının da altında bir maaşla yaşama tutunmaya çalışan milyonlarca Bağkur, SSK ve memur emeklisi de… Hatta açlık sınırının altında yaşayan köylüler de geçinemiyor. Öğretmenlerin, devlet okullarında çocuklarını okuttukları veliler ve ailelerinin çoğunluğu da…
HERKES KENDİ KUYUSUNUN DİBİNDE...
Lakin toplumsal sorumluluk bilincinden yoksunluğun galebe çaldığı ve bu bilincin de gereğini yapabilecek bir örgütlenme ve mücadele iradesinin olmadığı koşullarda, her kesim kendi kuyusunun dibinden bakıyor gökyüzüne… Ve sanıyorlar ki kendi kuyusunun ağzı kadardır gökyüzü…
Sonra da bir kurbağa misali kendi gerçekliğine dönüp başlıyorlar, vıraklamaya… Yani her biri en iyi bildikleri ve alışkın oldukları yola yöneliyorlar: Düzenin efendi bildikleri muktedirlerinden lütuf ve ulufe dilenmeye girişiyorlar. Kendilerine acındırmaya çalışıyorlar.
Oysa sorun ortak… Geçinemeyen, hayat pahalığı, işsizlik ve yoksulluk pençesinde kıvranan yalnızca kendileri değil… Milyonlarca, on milyonlarca insan aynı dertten muzdarip… Çözüm yolu da belli: Hep birlikte mücadele etmek…
SİYASAL VE İDEOLOJİK KÖRLÜK...
Ancak, tüm bunlara rağmen, öğretmenler de dâhil olmak üzere, bunların büyük bir çoğunluğunun bilinçleri, kendilerini “gönüllü kul”lara, ideolojik esirlere dönüştüren “siyasal ve ideolojik körlük”le malûl… Yani düşünce, söylem ve davranışlarını belirleyen bilinçleri yanılsamalı “siyasal ve ideolojik” kabullerle sakatlanmış durumda… Ne kendi gerçekliklerinin farkındalar ne de bütünsel anlamda kendilerini de kuşatan toplumsal gerçekliğin…
Örneğin; sayıları milyonlu ifadeleri çoktan geride bırakmış üniversite mezunu işsizler var. Bunların içinde de sayıları 300 ila 400 bin arasında olduğu söylenen ve kendilerini “atanamayan öğretmen” olarak niteleyen öğretmen adayları… Ama ne yazık ki bunlar, kendilerini genel işsizliğin ve diğer işsizlerin bir parçası olarak görme ve algılama bilincinden yoksunlar…
Bu yoksunluklarından dolayı da bunların büyük bir çoğunluğu taleplerini ve mücadelelerini (bu mücadele de neyse ve ne kadarsa artık) genel işsizliğe karşı yönelt(e)miyorlar. Bunun yerine, atanmak için “her yol mübah”tır anlayışıyla davranıyorlar.
NE ETİK VE AHLAK TANIYORLAR NE AHLAKİ DEĞER
Birlikte sınava girdikleri, hatta kendilerinden daha fazla puan almış arkadaşlarını bile ekarte edebilmek için, iktidar ve onun yandaş, yanaşma ve yancı kesimlerinden, ‘sendika’cı(k)larından, onların karşısında el pençe divan durarak, eğile büküle edindikleri “mülakat torpili”yle, yalvarıp yakarmayı seçiyorlar. Bir an önce düzenin ve efendilerinin memur ‘öğretmen’ciği olmak için...
Ve ne yazık ki bu uğurda ne ilke ve tutarlılık tanıyorlar, ne de etik bir yana ahlâk ve ahlâki değer… Çünkü kendilerinin diğer işsizlerden ayrıcalıklı olduğu yanılsamasını yaşıyorlar. Yüz binlerce ‘öğretmen adayı’ndan birileri ya… Atandıktan sonra da doğruluk, dürüstlük, hak yememek, ahlâk ve ahlâki değerler üzerine birilerine ve daha da önemlisi öğrencilerine ahkâm kesen memur ‘öğretmen’cikler olarak sınıflara girip çıkıyorlar.
İşin kötü tarafı da bunların sayısı hiç de az değil eğitim camiasında ve okullarda… İşte “Öğretmen gelecektir” denilenler! Düşünün bu toplumun geleceğini bu memur ‘öğretmen’ler inşa edecekmiş, bu toplumun gelecek nesillerini bunlar eğitecekmiş! Neymiş? Yeni nesil öğretmenlerin eseri olacakmış! Peki; bu memur ‘öğretmen’lerin eseri mi?
YA DİĞERLERİ...?
Kendilerini “Atanamayan öğretmenler” olarak nitelerken, birçoğu “mülakat torpili” ayrıcalığıyla kendilerinden daha başarılı olanların önüne geçip sözleşmeli statüsünde atanan memur ‘öğretmen’ler bu halde de diğerleri, yani atanmış, kadrolu memur ‘öğretmen’ler çok mu farklı? Var mı bir yanıtı olan…?
Toplumsal çözülme ve kültürel-ahlaki çürümenin, tüm toplumsal kurum ve kuruluşları sarmalına aldığı, yozlaşmanın ve kokuşmuşluğun dört bir yanı sardığı, yürütmeden yasama ve yargıya dek her şeyin yerle yeksan edildiği hiçbir toplumda eğitim ve öğretmen bunun dışında kalamaz.
Ülkenin yer altı ve yerüstü kaynaklarının talan edildiği, birilerine peşkeş çekildiği, kitlelerin yalanlar, hamasi sözler, milli ve dini savaş naralarıyla manipüle edildiği bir dönem galebe çalar.
Ne yazık ki bu dönemlerin en önemli meşrulaştırma araçlarından biri, hatta sistematik açıdan en işlevsel olanlarından biri eğitimdir. Ve elbette, eğitim-öğretim görevini sürdüren ve aymaz bir biçimde de gerçekliğin üzerine çekilen, yalanlarla ilmek ilmek dokunmuş, kapkaranlık şalı çekip almaya yeltenmeyen ve dahası var olan düzene hizmetten geri durmayan, siyasal ve ideolojik olarak onu üreten öğretmenlerdir. Dünyanın her yerinde, benzer koşullar altında geçerlidir bu...
Aslında o güne kadar ürettikleri ve üretmeye devam ettikleri, onları “GEÇİNEMİYORUZ” dedikleri işsizlik, hayat pahalılığı ve yoksulluk koşullarına sürükleyen düzen ve o düzenin efendileridir.
Ancak kendilerini diğer toplumsal kesimlerden daha ayrıcalıklı gören memur ‘öğretmen’ güruhunun “siyasal ve ideolojik körlüğü” öylesine hat safhaya erişmiştir ki onları, toplumsal gerçekliği görüp algılayamayacak miyoplar haline dönüştürmüştür. İşte bu, düzenin egemenlerinin en önemli başarısıdır. Çünkü yeni “siyasal ideolojik kör”ler ve esirler yetiştirmenin öncelikli temel koşulu, onları yetiştirecek olanları aymaz birer “siyasal ve ideolojik kör” kılmaktır.
İDEOLOJİK KÖRLÜK ÖĞRETMENİ ÖLDÜRÜR
Ne yazık ki günümüzün çoğu memur ya da memurlaştırılmış ‘öğretmen’inin, düşünüş, söyleyiş ve eyleyişini belirleyen böylesi bir bilinç halidir. Tam da bundan dolayıdır ki ne yaşadıkları sorun kaynağının insanın insanı sömürüsüne dayanan kapitalist sömürü düzeni olduğunun farkındadırlar, ne asıl sorumluların ne de çözüm adresinin… Daha önemlisi ve kötüsü de bir öğretmen olarak kendilerinin tarihsel ve güncel anlamda asli işlev ve görevlerinin bile farkında değildirler.
Hal böyle olunca da işverenin ya da ‘Patron’un ödediği aidatlarla kendilerini yandaş, yanaşma ve yancı ‘sendika’cıkların üyesi sanmakta; kaydettiği her kişi başına ‘patron’dan, ödül niyetine para alan kuruluşlara sendika demekte hiçbir beis görmemekte; hatta bunu düşün(e)memektedirler bile…
Kendileri “GEÇİNEMİYORUZ” derken; bu çığlığı duymazlıktan gelen, gereğini yapmaya da girişmeyen, hatta öğretmen maaşlarının durumuna değinmeksizin, hem de dalga geçer gibi “enflasyon koşullarından dolayı banka promosyonlarının arttırılması gerektiğini” söyleyen, ‘sendika’cı(k)larla yollarını bile ayırmaya çalışmamaktadırlar.
Neylersiniz ki büyük harfle yazılan “ÖĞRETMEN”ini yitiren toplumların makûs talihi budur. Küçük harfle yazılan memur ‘öğretmen’e kalan ise bir yandan “GEÇİNEMİYORUZ” diye çığlığı basarken, diğer yandan adına sendika denilen ‘Patron’ şeylerinin çatısı altında lütuf ve ulufe dilenmeye devam etmektir.
Bu açmazdan kurtulmanın en kestirme yolu ise malum yandaş, yanaşma ve yancı ‘sendika’cıklarla yolları ayırmak, istifayı basmaktır. Daha da önemlisi ise memur ‘öğretmen’likten kurtulup bir an önce ÖĞRETMEN olmaktır. Çünkü bu toplumun, asıl ihtiyacı olan memur ‘öğretmen’ değildir. Aksine yaşadığı toplumsal gerçekliği kavrayan, toplumsal sorumluluğunun bilincinde olan ve her şart altında bunun gereklerini yapabilen ÖĞRETMENdir. Gerisi laf-ı güzaftır artık! "
**Ankara Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Güncel ve Düşünsel; http://atalaygirgin.blogspot.com