Sovyetler dağıldı, dünya değişti

Mihail Gorbaçov’un son lideri olduğu Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından dünyada çok şey değişti. Çöküşün askeri, ekonomik, bölgesel ve küresel sonuçlarını uzmanlar değerlendirdi.

Hüseyin Hayatsever

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), 30 yıl önce bugün resmen varlığına son verdi. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte “Soğuk Savaş” sona erdi. Ekonomik dengeler değişti, dünya siyaseti yeniden şekillendi. Sovyetler Birliği’nin çözülüşünün hem kendi coğrafyasına hem de dünyaya etkileri hâlâ tartışılıyor. Bu konuda çeşitli görüşler olsa da herkesin üzerinde uzlaştığı nokta Sovyetler Birliği sonrası dünyada artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı.

Soğuk Savaş’ın sona erdiği tarih üzerinde çeşitli görüşler bulunuyor. Kimilerine göre Berlin Duvarı’nın yıkılmaya başlandığı 9 Kasım 1989, Soğuk Savaş’ın fiilen sona erdiğinin göstergesiydi. Sovyetler Birliği’nin varlığını resmen sonlanması ise yaklaşık iki yıl daha alacaktı.

1985’te Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreterliği’ne gelen Mihail Gorbaçov’un uygulamaya koyduğu glasnost (açıklık) ve perestroyka (yeniden yapılanma) süreçleri sonrası ülkede yaşanan iç çalkantılar ve 1991 Ağustosu’ndaki başarısız darbe girişiminin ardından o dönem Rusya Sovyet Federatif Cumhuriyeti Başkanı Boris Yeltsin, fiilen iktidarı ele aldı. 8 Aralık 1991’de Rusya, Ukrayna ve Belarus federatif cumhuriyetlerinin liderleri Sovyetler Birliği’ne son vererek yerine Bağımsız Devletler Topluluğu’nun (BDT) kurulmasına ilişkin anlaşmayı imzalarken Gorbaçov, 25 Aralık gecesi televizyondan halka seslenerek istifa ettiğini duyurdu. Sovyetler Birliği Yüksek Sovyeti içindeki Cumhuriyet Konseyi 26 Aralık 1991’de Sovyetler Birliği’nin varlığını resmen sona erdiren bildirgeyi kabul etti.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının Türkiye ve dünya siyasetine etkisini döneme tanıklık etmiş uzman isimler Cumhuriyet’e değerlendirdi.

DÖNEMİN DIŞİŞLERİ BAKANI HİKMET ÇETİN: DÜNYA HAZIRLIKSIZ YAKALANDI

Sovyetler Birliği’nin dağıldığı dönemde Dışişleri Bakanı olan ve bu görevini 1994’e kadar sürdüren Hikmet Çetin, Sovyetler Birliği’nin şaşırtıcı bir hızda dağıldığını ve bunun, o dönem Türkiye’de beklenmeyen bir gelişme olduğunu belirterek “Hem Türkiye’nin hem dünyanın bu konuda hazırlıksız yakalandığını düşünüyorum” dedi. Birliğin dağılacağı belli olduğunda Türkiye’nin tüm Sovyet cumhuriyetlerini resmen tanıma kararı aldığını kaydeden Çetin, “Türkiye, Sovyetler Birliği resmen dağılmadan bütün cumhuriyetleri tanıyan dünyadaki tek ülke. Sovyetler Birliği’nin dağılacağı anlaşılınca bu konuda Dışişleri Bakanlığı’nda çok kapsamlı değerlendirmeler yaptık. O zamanki Moskova Büyükelçimiz Volkan Vural’ı da çağırmıştık. Geç saatlere kadar yaptığımız değerlendirme sonucu Ermenistan dahil bütün Sovyet cumhuriyetlerini tanıma kararı aldık. Böylece Türkiye olarak Sovyetler Birliği’nin dağılan cumhuriyetlerini 16 Aralık 1991’de resmen tanıdık” dedi.

BRÜKSEL’E GELEN TELEFON

Çetin, Sovyetler Birliği’nin resmen dağılmasına ilişkin NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı’ndaki tanıklığını şöyle anlattı: 

“20 Aralık 1991’de, NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı’na katılmak üzere Brüksel’e gittim. Sabah oturumunda NATO üyeleri toplantı yaptı, öğleden sonra ise Sovyetler Birliği dahil Doğu Avrupa ülkeleriyle bir toplantı vardı. Öğleden sonraki toplantı başlamak üzereyken Sovyetler Birliği Büyükelçisi, bir telefon görüşmesi yapmak için dışarı çıktı. 10 dakika sonra içeri geldiğinde söz aldı, ‘Moskova’dan talimat aldım, artık Sovyetler Birliği yok, ben şu an sadece Rusya Federasyonu’nu temsil ediyorum’ dedi. Salonda büyük bir sessizlik oldu, koca Sovyetler Birliği’nin dağıldığını orada bir telefonla öğrenmiş olduk.”

HASSAS DENGE

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Türkiye’nin hızlı bir şekilde Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’yle ilişki kurduğunu kaydeden Çetin, “O zaman derhal Türk cumhuriyetlerine büyükelçi atadık, o cumhuriyetleri ziyaret ettik, her gittiğimiz yerde büyükelçimizi takdim ettik. Oralar bizim için çok yeni bir coğrafyaydı. Çok yoğun temaslar kurduk, neredeyse her ay o bölgeleri ziyaret ettik. O cumhuriyetlerin dünyayla bütünleşmesine önemli katkılarımız oldu” dedi. Bu ilişkilerin hassas bir dengede yürütülmesi gerektiğini belirten Çetin, “O dönem, Orta Asya ile Türkiye’nin kurduğu ilişkinin arka planında Pantürkizm ve Panislamizm olmadığını her fırsatta vurguladık. Rusya’ya, bu ülkelerin bağımsız bir şekilde dünyadaki yerini almasına birlikte katkı yapmamız gerektiği mesajını verdik. Bizden sonraki koalisyon hükümetlerinde bu konuda yanlış anlamalara yol açacak adımlar da atıldı. Örneğin, Türk dünyasından sorumlu devlet bakanlığı kuruldu. Bu, o ülkelerde bir hassasiyet yarattı, bunu bizzat o ülkelerin cumhurbaşkanlarından duydum. Türkiye resmen öyle bir politika izlememiş de olsa o ülkelerde Türkiye’nin kendileri üzerindeki etkisini arttırmak istediği yönünde bir yanlış izlenim vardı” diye konuştu. 

"GENİŞLEMEDE ACELE EDİLDİ"

Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra NATO’nun işlevinin de tartışıldığını anımsatan Çetin, “NATO, yeni konseptlerle kendisini yeniledi; terör, bir tehdit unsuru olarak tanımlandı. NATO, aynı zamanda açık kapı politikası da izledi. Bu süreçte NATO’nun yanlış politikası, Rusya’yı çevreleyecek ülkelerin üye yapılması oldu. Bana göre Doğu Avrupa ülkelerinin üye yapılmasında acele edildi. Rusya’yla bir uzlaşma sağlanarak bu mesele çözülebilirdi ama olmadı” ifadelerini kullandı.

Hikmet Çetin

EMEKLİ TUĞGENERAL ER: ABD, YOKLUĞU KULLANDI

Emekli Tuğgeneral Ali Er, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra NATO’nun temel görevinin yanına, “barışı koruma ve barışı kurma” gibi görevler de eklendiğine işaret etti. Bu durumu, “Sovyetler’in ardından NATO’nun genişleme projelerinin altyapısının kurulması” olarak nitelendiren Er, “NATO, yeni stratejisiyle kendisini fiili olarak tek kutuplu dünyanın koruyucusu olarak tanımladı” dedi.

Soğuk Savaş döneminde NATO’nun, Sovyet Ordusu’nun olası işgaline karşı üye ülkeleri savunma senaryoları üzerine kurulu tehdit bazlı askeri planlamasının bulunduğunu belirten Er, “Yeni dönemde stratejik güvenlik, tehdit bazlı planlamadan risk bazlı planlamaya geçti. Stratejik güvenlik konsepti, NATO’ya kendi harekât bölgeleri dışında da sorumluluk tanımladı. Eskiden NATO’nun görevi, kendi toprakları üzerindeki olası Sovyet işgaline karşı savunmaydı. Ancak 1991 Roma Zirvesi’nden sonra NATO’nun görev alanı dışındaki alanlarda da harekât yapma olanağı getirildi” diye konuştu.

‘TERÖRİZM GÜÇLENDİRDİ’

Uluslararası terörizmin ortaya çıkışının, NATO’ya, kendisi için yeni bir misyon üstlenme fırsatı sağladığına dikkat çeken Er, “Kitle imha silahlarının yetkisiz insanların, örgütlerin eline geçme riski, NATO’nun elini güçlendirdi. Sovyetler Birliği’nin dağılması, ABD’ye, NATO’yu kendi ulusal hedefleri doğrultusunda kullanma fırsatı verdi” dedi. 

Er, 2000’lerin başından itibaren Rusya’nın ekonomik olarak kendini toparlaması ve Çin’in uluslararası alanda güçlenmesiyle birlikte dünyadaki güç dengelerinin değişmeye başladığına da işaret ederek “Özellikle 2010’lardan sonraki gelişmelerle birlikte Rusya ve Çin artık NATO için tehdit olarak tanımlandı. Gelinen durumda NATO’ya karşı Çin ve Rusya bloku var. İkisi arasında kurumsal bir cephe oluşmamış olsa da Rusya ve Çin, Batı dünyası tarafından bir kutup olarak görülüyor” ifadelerini kullandı. Ukrayna konusuna değinen Er, “NATO, bugün en büyük güvenilirlik sınavını Ukrayna’da verecek. Ukrayna’da yakın dönemde Rusya’nın askeri harekâtının olabileceğine dair işaretler var” diye konuştu. Emekli Tuğgeneral Ali Er

PROF. DR. MUSTAFA TÜRKEŞ: SALDIRILARA OLANAK TANIDI

ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Türkeş, geçen 30 yılda bölgesel savaşların daha çok yaşandığı ve nükleer silahlanma bakımından da gerilimin arttığı bir sürecin yaşandığına işaret etti. Sovyetler sonrası uluslararası siyasetin, kapitalist sistem içi mücadelelere dönüştüğünü belirten Türkeş, “Sovyetler’in çözülmesinin uluslararası düzene yeni sorunlar üretmenin ötesinde katkısı olmadı. Kapitalizme karşıt bir sistemin yokluğu, kapitalist sistemin başat aktörlerinin çok daha pervasızca saldırılar geliştirmesine olanak tanıdı” dedi.

‘TEK KUTUPLU OLMADI'

Sovyetler’in çözülmesiyle özellikle Ortadoğu’da çatışmaların arttığını, ABD’nin Irak’ı işgal ettiğini anımsatan, sadece ABD’nin değil, başka aktörlerin de bu durumu kendi lehine dönüştürmek için mücadele ettiğini kaydeden Türkeş, “Bugüne baktığımızda Çin ve Rusya’nın bir yandan rekabet ederken diğer yandan yakınlaşmasını görüyoruz. Bu da kapitalist sistem içinde birden fazla rekabet biçiminin olduğunu ve uluslararası düzenin tek kutuplu değil de çok kutuplu, çok taraflı olarak şekillenebildiğini gösterdi. Böylece 1990’lı yılların başındaki ABD’nin ‘tek kutuplu dünya’ varsayımının gerçekleşmediğini gördük” ifadelerini kullandı. Halihazırda ABD, Rusya ve Çin arasındaki ilişkilerin “yeni soğuk savaş” olarak tanımlanamayacağını vurgulayan Türkeş, “Savaşın esasını oluşturan şey, iki sistem arasında bir rekabettir. Bu nedenle bu ‘yeni soğuk savaş’ kavramını bir kenara bırakmak gerekiyor. Onun yerine kapitalist sistemin kendi içinde müzakere ve mücadelelerin yaşandığı bir rekabet ortamından söz etmek mümkün” diye konuştu.

 Prof. Dr. Mustafa Türkeş

EMEKLİ BÜYÜKELÇİ HALİL AKINCI: DİPLOMASİ GELENEĞİ

Moskova’da birçok kez görev yapan ve Sovyetler Birliği’nin dağıldığı dönemde Türkiye’nin Moskova Büyükelçiliği’nde görevli bir diplomat olan Emekli Büyükelçi Halil Akıncı, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Rusya’nın bütün kurumları çökmüş bir devlet haline geldiğini ve Rus toplumunun büyük bir kesiminin sefalete sürüklendiğini anlattı. Rus toplumunun hafızasında tazeliğini koruyan 1990’lı yıllardaki istikrarsızlığın, iç siyasette önemli rol oynadığına ve ekonomik durumun, Putin’in gelmesinin ardından toparlandığına dikkat çeken Akıncı, “Putin, Rus halkının gözünde istikrarı temsil ediyor. Özellikle 1990’lı yıllardaki kaosu yaşamış Rus halkına ‘istikrar mı demokrasi mi’ diye sorsanız istikrarı tercih ederler” dedi. 

Rusya’nın, köklü bir devlet olduğunu ve “diplomasi geleneğini koruduğunu” söyleyen Akıncı, “Örneğin, Suriye’ye 2015’e kadar müdahale etmedi, olgunlaşmasını bekledi. 2015’te Suriye’ye müdahale ederken de hava kuvvetlerini kullanmadan önce Ukrayna krizine çözüm için kurulan Normandiya Dörtlüsü üyeleri Fransa ve Almanya’yla istişare etti. Sonunda hem askeri üs sahibi oldu hem de Suriye’de herkesle teması olan karar verici bir devlet konumunda. Yani Rusya, bölgesel bir güç olurken de askeri gücünden çok diplomasisine dayandı” diye konuştu.

‘ŞAHISTAN ŞAHSA’

Yakın dönem Türkiye-Rusya ilişkilerine de işaret eden Akıncı, “İlişkiler son dönemde devletten devlete olmaktan çok şahıstan şahsa ilişkiye dönüştü. Bu bir yandan kolaylık yaratırken çeşitli yönlerden sorunlar yarattı. Sorun hiyerarşisi bozuldu” değerlendirmesinde bulundu.  Emekli Büyükelçi Halil Akıncı

PROF. DR. BORATAV: DÜNYA İÇİN BÜYÜK KAYIP

Prof. Dr. Korkut Boratav, Sovyetler Birliği’nin çöküşünün bütün dünya bakımından “iki boyutlu büyük bir kayıp” olduğunu belirtti. “Sovyetler Birliği’nin temsil ettiği düzen, kapitalizmin alternatif bir sistemi olarak insanlığın belleğinde yer etmişti” diyen Boratav, “Sermayenin tahakküm etmediği, farklı bir dünyanın olabileceği, emeğin başkalarına artık yaratmadan çalışabileceği bir düzenin mümkün olduğu, Sovyetler Birliği’nin varlığıyla ve sosyalist sistemin bütünü içinde yer alan diğer örneklerle birlikte kanıtlanmıştı” ifadelerini kullandı. Sovyetler Birliği’nin çöküşünün, kendi iç çelişkilerinden kaynaklandığını vurgulayan Boratav, bunların çözülememesinin çok büyük kayıp olduğuna işaret etti. Boratav, “Bunların çözülememesi, o dönem Sovyetler Birliği yönetiminde bulunanların gaflet, hatta bazı yorumlara göre ihanet sınırına savrulmasının sonucu. İhanetten kastım, yönetim kadrosunun bir bölümünün emperyalist sistemin, ABD ve Batı Avrupa sisteminin ideolojik, hatta doğrudan doğruya bireysel bağlantılarıyla teslim alınmasıdır” dedi.

Sovyetler’in, sadece varlığıyla dünya sistemi içindeki dengelerin, yani sistemin merkezinde yer alan büyük kapitalist devletlerle çevrede yer alan göreli olarak bağımlı ülkeler arasındaki ilişkilerin emperyalizmin lehine ölçüsüz bir şekilde bozulmasını frenleyen bir etken olduğunu belirten Boratav, “Yani emperyalizmin dünya çapında hegemonyasının hem neoliberal politikaların küreselleşme boyutuyla hem de doğrudan doğruya askeri devlet gücünün ağırlığıyla rol oynamasının önündeki en önemli engel, bir anlamda dengeleyici işlev ortadan kalktı” diye konuştu.

‘DÜNYA İÇİN TRAJEDİ’

Boratav, “Elbette Sovyetler Birliği, kapitalizmin tek düzen olmadığını kanıtladı. Sovyetler Birliği, kendisi ve o yörüngeyi izleyen ülkelerle beraber sosyalizmi alternatif bir sistem olarak kanıtladı. Dünya dengelerinde bağımlı, yoksul, mazlum halkların güvenebileceği bir alternatif güç olması nedeniyle çok önemli bir işlevi olmuştur. Bu katkının yok olması dünya için büyük bir trajedi” ifadelerini kullandı. Prof. Dr. Korkut Boratav

RUSYA’NIN ANKARA BÜYÜKELÇİSİ ALEKSEY YERHOV: ÇÖKÜŞ, JEOPOLİTİK BİR FELAKET

Cumhuriyet’e mülakat veren ve “Gazetenizin ve sizin bu tarihleri hatırlamanız beni duygulandırdı” diyen Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Aleksey Yerhov, “SSCB gerçekten hatırlanmaya değer çünkü dünya tarihine gerçekten şanlı sayfalar yazdırmıştır. Bunların arasında, Türkiye’de de olduğu gibi, yabancı istilacılara karşı kazanılan bir zafer, yeni bir dünya savaşı tehdidi altında hızlandırılmış sanayileşme, 2. Dünya Savaşı’ndaki zafer ve başta uzaydaki atılım olmak üzere 20. yüzyılda teknolojinin geliştirilmesindeki sıçramanın da yer aldığı savaş sonrasındaki yeniden yapılanma var. Bu nedenle, SSCB’de doğanların gurur duyacakları şeyler var” dedi.

‘MOTTOMUZ KARDEŞLİK’

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, Sovyetler Birliği’nin dağılmasını “büyük bir jeopolitik felaket” olarak nitelendirdiğine atıf yapan Yerhov, eski Sovyet cumhuriyetleri arasındaki ekonomik bağların tam anlamıyla “kesildiğini” belirterek “Bu da hüzünle hatırlanan 90’lı yıllarda halklarımızın yoksulluğuna neden oldu” diye konuştu. Sovyetler Birliği’nin barışçıl bir şekilde dağıldığını, bu nedenle post-Sovyet coğrafyasını “büyük miktarda kan dökülmesinden uzak tutmayı ve yeni temelde ilişkiler kurmayı başaran eski Sovyet cumhuriyetlerinin liderlerine haklarını teslim etmek gerektiğini” vurgulayan Yerhov, “Eski Sovyet cumhuriyetlerinin, geleceğe güvenle bakan Avrasya Ekonomik Birliği (AEB), Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ) gibi önemli yapılar altında birleşerek entegrasyonu geliştirdiğini görüyoruz. Bugünkü mottomuz kardeşlik, işbirliği ve ortak çıkarlardır” ifadelerini kullandı.

‘DERS ALMALIYIZ’

Türkiye-Rusya ilişkilerini de değerlendiren ve “Rus halkında ve Türk halkında hoşuma giden şey, geçmişimizi unutmayarak bundan ders almaya çalışmamız” diyen Yerhov, “Rus-Türk ilişkileri açısından bence bu derslerin en önemlilerinden biri, mevcut anlaşmazlıklara rağmen, ki bunlar normal, mümkün ve gerekli olan alanlarda işe odaklı, pragmatik ve aynı zamanda dostça ve iki taraf için faydalı bir şekilde ilişkilerimizi geliştirmemizdir. Gelecekte de bu yaklaşımı esas alacağız” diye konuştu.

‘MANYAKÇA TAKILMIŞLAR’

Yerhov, Batı ile Rusya arasında yaşanan Ukrayna odaklı gerilimi ve “yeni Soğuk Savaş” söylemlerini de değerlendirdi. Günümüzde artık “Soğuk Savaş”ın değil, “sıcak savaş”ın konuşulduğuna işaret eden Yerhov, “Ukrayna ve onun NATO’ya üyeliği, Minsk anlaşmaları gibi konularda son derece gerilimli bir durum oluşturmakta” dedi. Mevcut durumun, “Batı’daki etkili siyasi kuvvetlerin NATO’nun zapt edilmez şekilde genişlemesi fikrine manyakça takılıp kalmış olmasından kaynaklandığını” söyleyen Yerhov, şunları kaydetti:

“SSCB’nin dağılmasından sonra bu askeri blokun var olma sebebi birçok açıdan kaybolmuş ancak NATO’yu korumak ve Rusya sınırlarına mümkün olduğu kadar yakınlaşmak için büyük çabalar sarf edilmiştir. Bizi direkt olarak aldatıyorlardı, çeşitli muğlak beyanlarla oyalıyorlardı ama sonuçta NATO’nun genişlemesi hakkındakiler de dahil olmak üzere çeşitli konularda verilen güvenceler kaba şekilde ihlal edildi. Şimdi de buna ilave olarak, resmi olarak ittifak yapısına dahil edilmemiş olan bazı ülkelerin doğrudan Rusya’ya bitişik topraklarının provokatif şekilde ‘sömürülmesi’ politikası uygulanmaya başlandı. Fakat bunlar bizim için gerçekten ‘kırmızı çizgiler.’ ”

‘GARANTİLERE İHTİYAÇ VAR’

Rusya Devlet Başkanı Putin’in, NATO’ya, Rusya’ya sağlam ve uzun süreli güvenlik garantilerinin verilmesine dair kapsamlı görüşmelere başlama çağrısı yaptığını anımsatan Yerhov, “Rus tarafı, Washington’un temsilcilerine Rusya’nın güvenliğinin sağlanmasına ve NATO’nun doğuya ilerlememesine yönelik hukuki garantilerin geliştirilmesi ile ilgili somut tekliflerde bulunmuştur. Türkiye de dahil olmak üzere partnerlerimizin bu inisiyatiflere ciddiyet içinde yaklaşacağını ümit ediyoruz” dedi.Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Aleksey Yerhov

KAZAKİSTAN CUMHURİYETİ’NİN ANKARA BÜYÜKELÇİSİ ABZAL SAPARBEKULY: EN KARANLIK DÖNEM

Kazakistan Cumhuriyeti’nin Ankara Büyükelçisi Abzal Saparbekuly, Cumhuriyet’e verdiği mülakatta, “Sovyet döneminin, Kazak tarihinin en karanlık dönemi olarak tanımlanabileceğini” belirterek “Çünkü bu dönemde Kazaklar büyük felaketlerle yüzleşti. Sovyet döneminde Kazak nüfusu keskin bir şekilde azaldı. 1913 nüfus sayımında 6 milyon olan Kazaklar, 1959 sayımında 2 milyon 787 bine inmişti” dedi. Bu nüfus azalmasının birkaç nedeni olduğuna işaret eden Saparbekuly, nedenleri şöyle sıraladı:

“1931-1933 yıllarında büyük açlık yaşandı. Bu açlık Bolşevikler tarafından dayatılan kolektifleştirme sonucunda yaşanmıştı. İkinci Dünya Savaşı da de mografiyi etkiledi. Kazakistan toprakları nükleer test sahası olarak kullanıldı. Sadece Semipalatinsk sahasında 456 nükleer patlama meydana geldi. Burada patlatılan atom bombaların toplam gücü, Hiroşima’ya atılan bombadan iki buçuk bin kat daha fazla. Bu da doğal olarak Kazakların doğurma oranını düşürdü.”

‘HALK BAŞSIZ KALDI’

Kazak nüfusunun azalmasıyla Kazakistan’daki Kazakların oranının da azaldığını, 1959’da Kazakların Kazakistan nüfusunun sadece yüzde 30’unu oluşturduğunu vurgulayan Saparbekuly, “Bunu Sovyetler’in iskân politikası da etkilemekteydi. 1960’larda Kazakistan bozkırlarının tarıma açılmasıyla Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya’dan Kazakistan’a büyük göç yaşandı. Ayrıca, Kazakistan, Sovyet döneminde açık alan toplama kampı olarak kullanıldı. Sovyet rejimine tehdit olarak belirlenen Doğu Avrupa, Kırım ve Kuzey Kafkasya’daki halklar Kazakistan’a sürüldü” diye konuştu. 

Sovyet döneminde Kazakların yaşadığı ikinci felaketin ise 1936-1938 yıllarında Kazak aydınlarının bir kuşağının yok edilmesi olduğunu vurgulayarak “Kazak halkı adeta başsız kalmıştı” değerlendirmesinde bulunan Saparbekuly, “Bu sebeplerden dolayı Kazaklar ulusal bilincini kaybetmeye başladı. Şehirlerdeki Rus dilinin etkisinden dolayı Kazaklar, Rus okuluna gitmekte ve yeni nesil Kazakça bilmemekteydi. Sonuçta, Kazaklar özdeğerlerinden uzaklaştı ve milli kimliğini kaybetti” ifadelerini kullandı. 

Kazakistan’ın bağımsızlığının ardından bu durumun değişmeye başladığına işaret eden ve Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in ilk yaptığı işin Semipalatinsk nükleer test sahasını kapatmak olduğuna dikkat çeken Saparbekuly, “Kazak dili devlet dili olarak anayasaya yazıldı ve milli kimliğin güçlendirilmesi için ‘Kültürel Miras, Manevi Modernizasyon’ gibi programlar başlatıldı. Nüfus bağlamında bir yandan doğum teşvik edilirken, diğer yandan yurtdışındaki Kazakların ülkeye gelmesi için programlar başlatıldı. Bu zamana kadar 1 milyon Kazak ülkeye geldi” dedi ve ekledi: “Kazakistan, demografik duruma rağmen ülke içinde barış ve huzur ortamını tesis etmiş oldu. Kazakistan, çok zor coğrafik ortamda bulunmasına rağmen başta Çin ve Rusya olmak üzere bütün komşularıyla sınır sorunu çözmüştür. Çok zor jeopolitik ortamda bulunmasına rağmen bölgesel ve küresel aktörlerle güvenilir ve dengeli dış politika geliştirebildi.” Kazakistan Cumhuriyeti’nin Ankara Büyükelçisi Abzal Saparbekuly