Paris'ten uzmanlar, Fransa banliyölerinden taşan öfkeyi Cumhuriyet'e değerlendirdi: Sonu faşizme çıkabilir

Paris’in banliyösünde Cezayir asıllı Nahel M’nin (17) polisin açtığı ateş sonucu ölümünün ardından çıkan olaylarda 80’i Belçika’da 2000’in üzerinde gösterici gözaltına alındı. Nahel M. için kameralardan uzak cenaze töreni düzenlendi. Uzmanlar, “Bu olaylara tepki olarak faşizmin taşları döşenebilir” dedi.

Derya Doğan

Fransa’da 17 yaşındaki cezayir asıllı Nahel M’nin 27 Haziran’da trafik kontrolünde polis tarafından öldürülmesinin ardından banliyöler ayağa kalktı. Eylemler şiddetini artırıken Paris’ten uzmanlar sürece ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Sorbonne Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi Su Erbaş, Fransa’da yaşananları değerlendirmek için öncelikle, banliyölerde yaşayan insanların toplumsal haklar, eğitim ve ekonomik olanaklar açısından “kendilerini marjinalleşmiş hissetmeleri” konusunun üzerinde durulması gerektiğini söyledi. “Protestoların bu kadar şiddetli olmasının ana nedenlerinden biri Afrika kökenli ve Mağriplilere yönelik polis şiddetinin yeni bir olgu olmaması” diyen Erbaş, “Diğer yandan, genç bireyin Cezayir kökenli olmasının toplumsal anlamda yüksek bir sembolik değeri bulunuyor. Fransa’da Cezayir iç savaşının yarattığı travma, nesilden nesile aktarılıyor ve etkisini sürdürüyor” dedi.

(Su Erbaş)

Protestoların Belçika’ya sıçramasına ilişkin ise “her iki ülkenin Fransızca konuşulan, entelektüel çeşitliliğin ve protesto kültürünün köklü bir geçmişe sahip olduğu yerler” olduğunu söyleyen Erbaş, “Belçika ve Fransa’da gettolaşma eğilimi daha belirgin ve bu, göçmen kökenli topluluklar ve yerli nüfus arasında belli gerilimlere yol açabilir. Bununla birlikte entegrasyon politikalarının ve toplumsal katılımın önemini vurgulamak gerekiyor. Bu süreçte, eğitim, iş imkânları ve sosyal hizmetler gibi alanlarda politika geliştirmek ve bu toplulukların seslerini duymak önemli” dedi.

‘MACRON GÜVEN ARIYOR’

Erbaş, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un olayın “kabul edilemez” olduğunu ifade etmesinin ve temkinli açıklamalarının, protestoları tırmandırmamaya yönelik bir çaba içinde olduğunu açıkça ortaya koyduğunu belirtti ve şöyle devam etti: “Aylarca süren emeklilik grevleri nedeniyle zaten hassas bir durumda olan halk nezdinde özür dileyerek kendisini daha güvenilir ve ayrımcılık yapmayan bir pozisyona taşımaya çalışıyor. Ancak, Fransa İçişleri Bakanı Gerald Darmanin’in daha güvenlik odaklı politikaları savunması, polis ve jandarma güçlerinin yetkilerinin genişletilerek durumun kontrol altına alınmasına yönelik bir çabada olduğunu gösteriyor.” 

‘2005’İN DEVAMI MI?’

Paris’teki Osmanlı, Balkan ve Orta Asya Çalışmaları Merkezi’nden (CETOBAC) Doç. Dr. Buket Türkmen ise 2016 yılında Fransa banliyösünde siyah Adama Traore’nun gözaltında öldüğünü anımsattı. Önce banliyölerde sonra pandeminin son yılında, ABD’de yükselen siyah ayaklanmanın da etkisi ile Paris merkezde bir siyah ayaklanmanın, Traore davası etrafında örgütlenerek yeniden yaşandığını belirten Türkmen, Cezayir asıllı Nahel’in ölümünün de “Fransa’da bu hattın devamı” gibi düşünülmesi gerektiğini kaydetti. Türkmen, “Önceki yıllarda da bir sorun olduğunu görüyorduk, polis insanları gözaltına alıyor ve daha sonra bu insanlar ölüyordu. Ve bu insanların hepsi Kuzey Afrikalı, siyah. Burada zaten ırkçılık tartışması başlamıştı. Buradaki önemli sorulardan biri şu: Bu eylemleri 2005’teki banliyö ayaklanmasının devamı olarak mı algılamalıyız?” ifadelerini kullandı.

‘SINIFSAL BOYUT ATLANIYOR’

2005'te, Kuzey Afrikalı Zyed Benna (17) ile Bouna Traore'nin (15) kimlik kontrolü yapan polis tarafından kovalanırken yüksek gerilim trafosuna sığınıp elektrik çarpması sonucu yaşamını yitirmesinin ardından Fransa'da başlayıp diğer ülkelere yayılan banliyö ayaklanmalarını anımsatan Türkmen, temeli yine ırkçılık olan bu ayaklanmaların daha sonra sakinleştirildiğine işaret etti. “Ancak ırkçılık sadece ırk ayrımcılığı şeklinde değerlendirilmemeli, bunun sosyal, sınıfsal boyutu da var. Sınıfsal ezilme ile ırk ayrımcılığı el ele gidiyor” diyen Türkmen, şöyle konuştu: “Mekânsal olarak da sorunlu kentleşmenin bir sonucu bu banliyöler. Hem ırksal hem sınıfsal olarak altta bulunan kitleler bu banliyölerde yoğun şekilde oturuyor. Kültürel yaklaşımlarla işin sınıfsal boyutu atlanıyor. Burada kesişimsel bir ezilmeden söz etmek daha doğru olacaktır.” Tükmen, Fransa’da başlayan bu ayaklanmanın, neoliberalizmin yoğunlaştığı bir dönemde ortaya çıktığına dikkat çekti. 

(Buket Türkmen)

‘NEOLİBERAL POLİTİKALAR’

Türkmen, Macron’un, neoliberalizmi Fransa’da yoğunlaştırma projesi olduğunu belirterek şu ifadeleri kullandı: “Macron ile başlamasa da bu ekonomi politika, Macron ile neoliberalizmi tamamen sisteme yayma çabasında. 90’ların başında banliyöler sosyal devletin olduğu yerlerdi. Bu bölgelerde işsizliği azaltmaya, gençleri topluma kazandırmaya çalışan pek çok dernek, sosyal kurum vardı. Sosyal devletin ayakları vardı yani. Neoliberalizm sosyal devleti yok etti. Banliyölerde devlet sadece polis gücü şeklinde kaldı, bir de belki okullar ve spor salonlarını sayabiliriz. Kurumlar yok edildi. Neoliberalizm dev bir ekomekanizma ve onu beslemek gerekiyor. En fazla hastane ve okulara para ayrılıyor. Fransa’da kamu hastaneleri de can çekişiyor, finanse edilmesi zor oluyor. Hepsini birlikte değerlendirdiğimizde Macron’un getrirdiği hızlı neoliberalleşmenin tepkiyle karşılandığını söyleyebiliriz.”

‘SOSYAL DEVLET YOK OLDU’

Fransa’yı kasıp kavuran emeklilik protestolarını da anımsatan Türkmen, emeklilik reformu ile getirilen iki yıl fazla çalışma zorunluluğunun, devletin sırtından büyük bir yük alacağını ancak bunun insanları sinirlendirdiğini ifade etti. “Fransa’da sokaklar çok uzun zamandan beri durulmuyor” diyen Türkmen, “Orta sınıf emeklilk için ayaklandı, banliyöler, alt sınıf ırkçılık için. Hepsi için aynı şey geçerli: Alıştıkları sosyal devlet artık yok. Bu süreç, başka devletlere de yansıyabilir, global bir neoliberal politikadan söz ediyoruz çünkü. Popülist politikalar, insanları ikna etmeye çalışıyor” ifadelerini kullandı.

‘DEMİR YUMRUK İSTENEBİLİR’

Türkmen, son olarak sağ siyasetin süreçteki etkisine ilişkin ise şunları söyledi: “Neoliberal Macron’u radikal sağcı Le Pen gelmesin diye iktidara getirdiler, solcular bile Macron’a oy verdi, ırkçı bir yönetim gelmesin diye ama son olaylardan sonra Le Pen iktidara gelebilir. Şu anda ayaklananlar orta sınıf değil, bu yakıp yıkan, şiddetten kaçınmayan bir ayaklanma tipi. Sokaklada şiddet var ve insanlar sokağa çıkamıyor. Bu durumda, orta sınıflar bile kaos içinde yaşamamak için daha otoriter bir devlet, bir demir yumruk isteyebilir. Nihayetinde neoliberalizm de faşist yönetimlere giden yolun taşlarını döşüyor.”