Merkel’in ‘denge siyaseti’ mirası sürer mi?..

Avrupa Birliği’nin (AB) lokomatif gücü Almanya’daki seçimler, gerek kıtanın küresel çapta yeni dönem stratejileri, gerekse Transatlantik ilişkilerin geleceği açısından merakla bekleniyor. Elbette aynı zamanda yaklaşık 3 milyon Türkiye kökenlinin yaşadığı ülkede sandıktan çıkacak sonuç Ankara-Berlin ilişkileri açısından da önemli...

Mine Esen

16 yıl başbakan koltuğunda oturan muhafazakâr Hıristiyan Demokrat Partili (CDU) Angela Merkel’in dönemi, Avrupa’nın Yunanistan’dan İspanya’ya uzanan pek çok ülkesinde  ağır ekonomik krizlerin, AB üyesi ülkeler arasındaki gerilimlerin, Rusya ile Batı arasındaki yüksek tansiyonlu ilişkilerin tam da merkezindeydi. 

Berlin, 2008’deki küresel finansal krizde yardıma ihtiyaç duyan üyelere Avrupa Birliği’nin (AB) sağladığı mali destek paketlerinde acı reçeteleri masaya dayattığı gerekçesiyle eleştirilerin hedefi oldu. Suriye krizinde göçmen akınında “açık kapı politikası” hamlesi ise aşırı sağın hedefindeydi... 

‘AVRUPA SAVUNMASI’ TARTIŞMALARI

Merkel yönetimi, kimi Avrupa ülkelerinin ya da ABD’nin karşıtlığına karşın Moskova ile ilişkilerde azami dengeyi gözetme politikasını sürdürdü. Ukrayna, Rus muhaliflere yönelik konularda Moskova’yı baskılayan hamlelere bir yandan ana aktör olarak katılırken diğer yandan da Rusya ile dev Kuzey Akım 2 doğalgaz boru hattı işbirliğinden geri adım atmadı.

Avrupa’nın dev ekonomik gücü Almanya’da bugün yapılacak seçimlerle ufukta sol cephe liderliğindeki bir koalisyonun olduğu yorumları çoğunlukta. Peki yeni Berlin yönetiminin dış politika gündem başlıkları arasında ilk sıralarda neler var dersek... Öncelikle pandemi dönemiyle birlikte yeni yönetimi, AB içindeki güçlü liderlik imajını kaybetmemesi açısından, üye ülkeler arasındaki bölünmüşlüklerle nasıl başa çıkılacağı konusunda yoğun mesai bekliyor. Bu arada AB’nin bir diğer lokomotif gücü Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimlerinin gelecek yıl yapılacağını da unutmamak gerek. Fransa Cumhurbaşkanı Macron’a, AB içinde Merkel’in desteği biliniyordu. Ancak ülkesinde kamuoyu desteği düşük olan Macron’a darbe, dış politikada hiç beklemediği yerden ABD-İngiltere-Avustralya’dan geldi. Üç ülke geçen hafta Asya Pasifik’te savunma işbirliğine giderken Avustralya’nın Fransa’dan nükleer denizaltı satın alma anlaşmasını iptali, Paris cephesinde “sırtımızdan bıçaklandık” tepkisiyle karşılandı. Paris, bu dışlanmışlığı sadece kendisine karşı değil AB geneline yapılan bir hareket olarak yorumlayan çıkışlarıyla dikkat çekiyor. Haliyle Berlin’e, tepkisine güçlü arka çıkması için bastırıyor.

Avrupa ülkelerinin Afganistan’dan çıkıştaki kaos tablosunda yetersizliklerine, ABD’ye yönelik sert eleştirilerini de hatırlarsak; bu gelişmelerle birlikte, Trump döneminde Avrupa’dan kimi cepheden yükselen AB’nin kendi savunma gücünün oluşturulması, Washington’a bel bağlanmaması çağrılarının daha yüksek, daha iddialı bir sesle çıkacağı ortada. Birliğin, ağır topu Berlin dahil, Trump dönemi sonrası Biden iktidarıyla Transatlantik ittifakına güveni pekiştirme arayışı bu son krizlerle yara almış gözüküyor.

PEKİN’LE İLİŞKİLER

Gözler Berlin’de işbaşı yapacak yönetimin bu son gelişmelerle Washington’la nasıl bir işbirliğine gideceği, özellikle Washington’ın baskıyı artırma arayışındaki Çin ve Rusya ile bugüne kadar yürüttüğü dengeli siyaset anlayışını sürdürüp sürdürmeyeceğinde. Çin, 2015’ten bu yana Almanya’nın en önemli ticari ortaklarından biri konumuna gelmiş durumda. Almanya’nın AB dönem başkanlığı yaptığı Aralık 2020’de de birlik ile Pekin arasında yatırım anlaşması imzalanmıştı. 

İKLİM KRİZİ ANA GÜNDEMLERDEN

Aynı zamanda Berlin’de yeni yönetimle birlikte iklim değişikliğiyle mücadele konusunun da artık küresel siyasetin ana gündemi olarak kilit önem kazanacağı görünüyor. Olası koalisyon ortağı Yeşiller’den İklim Bakanlığı kurulsun çağrıları daha önce gündeme yansımıştı. Berlin’den çıkacak olası bir sonuçla, Avrupa’da sol, yeşil, göçmen dostu bir siyaset dalgasının küresel çapta domino etkisinin olup olmayacağı da merak konusu. Merkel döneminin dış politikası küresel liderlik düzeyinde geri dönülemez krizlere gömülmek yerine, uzlaşılabilecek konular üzerinden işbirliğinin sürdürülmesi, diyalog kapısının tümüyle kapanmaması üzerine kurulu bir strateji çerçevesinde ilerledi. Şimdi ise ABD’nin Çin’le mücadelesinde Batı bloğuna yönelik ya benlesin ya da onla yönünde bir baskısı halinde Berlin’in atacağı adımlar Avrupa’da kilit önemde. Ama diğer yandan da gözler Merkel döneminin sakin, güven verici ama uzun vade yerine kısa ve orta vadeye dönük krizlerden kaçınma politikasının Berlin’in yeni yönetiminde nereye evrileceği. Paris’le yakın ama bir o kadar tarihi mücadeledeki Berlin hattında diyalog, denge siyasetinin mi sürdürüleceği yoksa ABD dahil küresel çapta uluslararası areneya karşı daha agresif politik söyleme mi dönüleceği...

ANKARA’YA KARŞI AB SUSKUNLUĞU

Kurulacak yeni koalisyon hükümetinin Türkiye ile ilişkilerde izleyeceği yol da merak konusu. Hak, özgürlükler, demokratik değerler konularında Berlin siyasetinde Ankara’yı neredeyse eleştirmeyen yok gibi. Ancak diğer yandan Türkiye ile ortak çıkarlar vurgusuyla işbirliğinin, diyaloğun sürmesi gerektiği söylemi de sıklıkla dile getiriliyor. Almanya’daki Türkiye kökenli toplum nedeniyle de iki ülke arasındaki güçlü bağlara işaret ediliyor.

DW’nin haberinde, Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD), seçim programında Türkiye’ye “Avrupa komşuluk politikasını geliştirmek” başlığı altında yer vermesine, AB üyelik müzakerelerinden söz etmeyişine dikkat çekilmişti. Oysa bir zamanlar SPD, Türkiye’nin AB üyeliğine destek tutumundaydı. Tıpkı Yeşiller gibi... Yeşiller de bu seçimlerde demokratik değerler şartıyla üyelik müzakerelerine dönüşe onay mesajı verdi. Merkel döneminde imzalanan AB-Türkiye mülteci mutabakatı, Yeşiller’in en çok eleştirdiği dış politika konuları arasında yer alıyor ve partinin önümüzdeki dönemde koalisyon görüşmelerine katılması durumunda bu alanda yoğun tartışmalar bekleniyor. Yeşiller programında, Türkiye’nin AB üyesi 27 ülkenin toplamında daha fazla Suriyeli sığınmacıyı ülkesine kabul ettiğine dikkat çekerken AB-Türkiye mutabakatının, uluslararası mülteci hukukunu ihlal eden unsurlar içerdiğini vurguluyor ve “mevcut mutabakat sonlandırılmalı” vaadine yer veriyor.

Hıristiyan Birlik Partileri CDU/CSU ise Türkiye’nin tam üyeliğine karşı çıkışlarıyla, farklı bir ortaklık şeklinin oluşturulması talepleriyle biliniyor. Liberal kanattan Hür Demokratlar partisi de Türkiye ile üyelik müzakerelerinin sona erdirilmesini, yeni bir ilişki şekline odaklanması gerektiğini savunuyor. 

TÜRKİYE KÖKENLİ ADAYLAR

Ankara’ya karşı en sert muhalefeti yürüten ise Sol Parti. Programlarında, “Mısır ve Türkiye’deki gibi otoriter rejimlere silah ihracatı derhal durdurulmalı” ifadeleri daha önce gündeme yansımıştı. Irkçı Almanya için Alternatif (AfD) partisi ise “Türkiye kültürel olarak Avrupa’ya ait değil” söylemini sürdürüyor. 

Bugünkü seçimde DW’nin haberine göre yaklaşık 900 bin Türkiye kökenli seçmen oy kullanacak. Meclisteki partilerin aday gösterdiği ve seçilme şansı bulunan Türkiye kökenli aday sayısı yaklaşık 40. Son haftalarda düzenlenen kamuoyu yoklamalarından birinci çıkan Sosyal Demokratlar, üst sıralardan en çok Türkiye kökenli vekil adayı gösteren parti oldu. Aralarında eski bakanlardan Aydan Özoğuz’un da bulunduğu 14 SPD’li aday yarışacak. Sosyal Demokratları 12 Türkiye kökenli aday ile Sol Parti izliyor. Göçmen kökenli vekil sayısı görece yüksek olan Yeşiller’in seçilme şansı bulunan aday sayısı beş. Bu adaylar arasında partinin daha önce eş genel başkanlığını da yapmış, Yeşiller’in önde gelen isimlerinden Cem Özdemir de var.

Hıristiyan Birlik ittifakının büyük ortağı, Başbakan Merkel’in partisi CDU ise üç Türkiye kökenli vekil adayı ile geri sıralarda geliyor. Bu üç aday arasında halen Türkiye kökenlilerin yoğun yaşadığı Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti Uyum Müsteşarı Serap Güler de bulunuyor. Serap Güler, Hıristiyan Birlik ittifakının başbakan adayı Armin Laschet’e en yakın isimlerden biri olarak biliniyor.Aydan Özoğuz