Avrupa’da solun kara günü… Aşırı sağdan esen rüzgâr ne sonuçlar doğuracak?

Pazar günü yapılan Avrupa Birliği Parlamento seçimleri kıtanın birçok ülkesinde şok etkisi yarattı. Aşırı sağın damga vurduğu seçimler Belçika’da istifa getirirken Fransa’da Macron’u erken seçime zorladı.

Sarp Sinan Hacır

Avrupa Birliği Parlamento seçimleri kendi başına büyük bir değişim yaratmasa da AB ülkelerindeki yaklaşan politik krizlerin habercisi oldu. AB sınırları içindeki göçmen krizi, tüm ülkeleri etkileyen enflasyon ve artışta olan AB düşmanlığı bu sefer seçmeni sağ partilere itti. Parlamento’daki sol partilerin sandalye sayısı 304’e gerilerken sağ partiler 416’ya çıktı. En büyük kayıplar ise Fransa ve Almanya’dan geldi. Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuelle Macron’un desteklediği Renew grubu 23 sandalye kaybederken Alman yeşillerin lideri ve Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un desteklediği Yeşiller Grubu 20 sandalyeden oldu.

Birçok ülkede aşırı sağın yükselişi göze çarpsa da en belirleyici iki ülke Fransa ve Almanya oldu. Bu nedenle bu iki ülkedeki politik akımlara yoğunlaşmakta fayda var.

ALMAN STATÜKO KARŞITLIĞI ZİRVEDE

Alman siyaseti seçmen tercihi konusunda gelenekselcidir, genellikle oyların büyük kısmını CDU ya da SPD gibi köklü partileri alır. Ancak son dönemde esen popülist rüzgâr işleri Almanya için değiştirdi. Suriye İç Savaşı sonrası yükselen mülteci ve göçmen akınları Alman siyasetinde popülist sağ hareketini yarattı. 2013 yılında kurulan AfD (Almanya için Alternatif) kısa sürede ciddi bir oy oranına ulaştı. Buna karşılık, Almanya’nın aşırı sol olarak nitelendirilebilecek partisi olan Die Linke (Sol Parti) hedef kitlesini sandığa götürmekte zorlandı.

Bu dönemin yıldızı Die Linke’den yeni ayrılan Sahra Wagenknecht olmuştu. Wagenknecht, Die Linke’nin aksine liberal sol düşüncelerden uzaklaşmış, ABD’den yayılan kimlik siyasetine tepkili, göçmen karşıtı bir profil çizmişti. Wagenknecht, bu çizdiği yol sayesinde ciddi bir kitle toplayınca bir siyasi parti kurmaya karar verdi. Yalnızca 6 ay önce kurulan Bündnis Sahre Wagenknecht BSW (Sahra Wagenknecht İttifakı) Pazar günü yapılan AB Parlamento seçimlerinde yüzde 6 oya ulaşmayı başardı. İşin ilginç tarafı, bu ortaya çıkan yeni “muhafazakâr sol” akımı kitlesini AfD ile paylaşıyordu. Anketlerde BSW’nin oyunun artmasıyla AfD’nin azaldığı gözüktü.

Hem BSW’nin hem de AfD’nin tabanı genellikle Doğu Almanya’dan oluşuyor. Batı’ya nazaran daha yoksul olan Doğu Almanya’daki vatandaşlar, göçmen karşıtlığını ülkenin birincil sorunu olarak görüyorlar. Buna, AfD destekçilerinin geleneksel değerlere saldırı olarak algıladığı ABD kaynaklı liberal kimlik siyasetinin SPD ve Yeşiller iktidarıyla yaygınlaşması ve Rusya’nın Ukrayna işgali sonrası ortaya çıkan enerji krizi de eklendi. Yeşiller Partisi hem Rusya’yla savaş hem de nükleer enerjiden uzaklaşmaktan yanaydı. Bu politikalar, Alman ekonomisini yıkıma sürükledi. Devasa endüstrileri beslemekte zorlanan Avrupa ülkesinde alım gücü düşmeye başladı. Göçmen sorununun üstüne ekonomi de eklenince öfke Sosyal Demokrat SPD ve Yeşillere döndü.

KARARSIZ BİR FRANSA

Fransa’nın son birkaç yılı epey sancılı geçti. Fransız analistler, ülkenin dış politika konusunda yolunu çizememesinden şikayetçi. Sadece kısa bir süre içerisinde, Afrika’nın Sahel bölgesindeki Fransız nüfuzu, Rusların da zorlamasıyla tamamen silindi gitti. Bu kayıplara Yeni Kaledonya’daki isyan benzeri kalkışmalar da eklendi. Fransa, sömürgesizleştirme ile sömürgeleri devam ettirme arasında sıkışıp kaldı.

Bu sırada Fransız halkının birincil sorunu aynı Almanlar gibi göçmen meselesiydi. Ancak Fransız halkı, Macron’un sağ popülist rakibi Le Pen’den korktu. Le Pen, anketlerde yüksek sonuçlar alsa da Macron’a tepkili Fransızların ona karşı mecburen konsolide olmasını önleyemedi. Tabii bunlara bir de Rusya – Ukrayna savaşı eklendi. Macron’un NATO tutumu neredeyse birkaç ayda değişim göstermişti.

Önceden NATO için “beyin ölümü gerçekleşti” ifadesini kullanan Macron, Rusya’yla Afrika’daki sürtüşmenin de karşılığı olarak Ukrayna’yı daha yoğun destekledi. 2024 yılına girildiğinde ise Ukrayna’nın sahadaki durumu kötüleşti. Macron, savaşa asker gönderebileceklerini söyleyerek tüm dünyada “3. Dünya Savaşı” korkusu yarattı. Ancak ne Ukrayna’ya gönderilen silahlar ne de ordunun doğrudan müdahale etmesi Fransa’da popüler düşünceler değildi. Fransızlar yüzde 39’u Ukrayna’ya askeri desteğin azaltılması ya da tamamen bitirilmesini istiyordu. Dahası, son anketlere göre Fransızların yüzde 76’sı, Macron’un kendi partisinin ise yüzde 68’i Ukrayna’ya asker göndermeye karşı. Doğal olarak ekonomik sorunlar ve göçmen meselesine aynı Almanya’daki gibi Ukrayna politikası da eklendi.  

Özetle, Almanya ve Fransa da dahil olmak üzere dünyada milliyetçilik akımı tekrardan baskın hale geldi. Küresel çaptaki savaş iklimi ve ekonomik zorluklar, ulusları sınırlarına çekilmeye ve kendi çıkarlarını öncelemeye itiyor. Bu akımları algılamakta zorlanan sol ve liberal partiler ağır yaralar aldılar. ABD içinse dengeler biraz daha karışık. AB seçimleri sonrası gerçekleşecek erken seçimlerde sağ partilerin iktidara gelmesi, Biden ve Ukrayna meselesini önceleyen Demokratları üzecek, Kasım’da zafer kazanmayı bekleyen Trump ve Cumhuriyetçileri sevindirecektir. Henüz kesin yorum erken ancak sadece Fransa’da bile Le Pen’in başa gelmesi Ukrayna Savaşı’ndan göçmen politikalarına Avrupa’nın tutumunu baştan sona değiştirebilir. 30 Haziran’daki seçimleri yakından takip etmekte fayda var.