Mitolojik tetanoz

KONUK YAZAR | Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, Cumhuriyet Ege için yazdı...

İZMİR / Cumhuriyet

İnsanlık var olduğundan beri hastalıklarla uğraştı.

Hastalıkları yene yene varlığını sürdürdü. Aksi acı ve ölümdü.

Başlangıçta bilinmeyen güçleri ve ilkel deneyimleri kullandığına inanılan kişiler sağlık sorunlarını gidermeye çalıştı.

Yaşlı kadınlar, büyücüler, şifacılar, şamanlar böyle ilgili insanlardı. 

Antik çağda Ege dünyasında, muhtemelen başarılı bir şifacı olan Asklepios’un tanrılaştırılmasıyla ona adanan, onun adını taşıyan, Asklepion denilen hasta evleri aldı yürüdü.

(Asklepios ve kızı Hygieia)

Bunların en ünlüleri Mora/Peloponnesos yarımadasında Epidauros, Ege Denizinin Kos adasında ve Pergamon/Bergama’daki Asklepionlardı. Bergama’dakinde ruhsal tedaviler de yapılıyordu.

Yıllar boyunca Asklepios “sağlık tanrısı”, kızı Hygieia (Hijyen) “temizlik tanrısı” olarak tapkı ve saygı gördü.

İnsanlık tarihinde ilk kez, Kos adasında doğmuş Hippokrates adlı hekim hastalıkların maddi bir nedeni olduğunu, buna göre tedavi edilebileceklerini sihirle, büyücülükle ilgisi olmadığını fark etti ve anlattı (İ.Ö.5-4.yüzyıl). 

Bu bir devrimdi. Hekimliğin ilerlemesi bu yönde oldu.

Hippokrates’e “hekimlerin babası” deniyor. Bugün de tıp eğitimi görenler onun adına yemin ediyor ve hekim oluyorlar.

Ardından, Roma çağında Pergamon/Bergama’da hekim Galenos deneysel fizyoloji, kan dolaşımının anlaşılması gibi konularda edindiği ve yansıttığı bilgilerle “tıp biliminde” yeni bir çığır açtı (İ.S.2.yüzyıl).

Hipokrates ve Galenos’un öğretileri ve tedavi yöntemleri yıllarca kullanıldı.

M.S.10.yüzyılda, İslam’ın büyük bilgini, Özbekistan doğumlu İbni Sina, Avrupa’yı da etkileyen, Orta Çağ Biliminin kurucusu ve hekimlerin önderi olarak anıldı. Avrupalılar ona “Avicenna” dedi.

(İbni Sina- Hippokrates-Galenos)

***

Kuduz aşını bulan Fransız Luis Pasteur (18-19.yüzyıl), röntgen ışınlarını bulan Alman Wilhelm Conrad Röntgen (19-20. yüzyıl), penisilini (anti biyotiği) bulan İngiliz Alexander Fleming  (20.yüzyıl ilk yarısı), covid aşısını bulan Özlem Türeci ve Uğur Şahin (21.yüzyıl) gibi bilim adamlarının üstün çabalarıyla günümüze ulaştı tıp. Hala da gelişiyor.

Günümüzde, insanın biyokimyasal yapısına uygun bilimsel yöntemlerle yapılan teşhis ve tedaviyle insana yardımcı olmaya çalışıyor “modern tıp”. 

Kimyasallar, ilaçlar, ameliyatlar, yeni teknolojiler buna ön ayak oluyor.

Modern tıbbın henüz tümüyle çare bulamadığı kanser, kalp ve şeker hastalığı gibi alanlarında, bitkisel gıda takviyeleri, akupunktur gibi “alternatif tıp, tamamlayıcı tıp”” yöntemlerini de geçerli gören görüşler bulunuyor.

Ancak büyük çoğunluk bunu kabul etmiyor, kimileri bunları “şarlatanlık” olarak görüyor.

                            Pasteur1822-1895)                                                                    Wilhelm C. Röntgen  (1845-1923)                                                                      Alexander Fleming. (1881-1955)                                     *** 

Bütün bu gelişmeler elbette kolay olmadı.

Bilgi ve deneyim birikti. Akıllı insanlar bunları topladı, tasnif etti, denedi, yeni çıkarsamalar yaptı, yeni kararlar verdi, eylemde bulundu.

Açıktır ki bilgi bizi akıldan akla taşıyor.

Bilginin öykülerle öğrenilmesi, ondan hisseler çıkarılması daha kolay içselleşmesini sağlıyor.

Bu tür öyküler kolay unutulmuyor kuşaktan kuşağa aktarılıyor.

Kimi neşe saçıyor kimi ürkütüyor.

Belki de insanlık adım adım böyle gelişti.

Asklepios bir hastayı tedavi ediyor

***

Bakın şu işe!

Tetanoz gibi herkes tarafından bilinen, insana çok büyük zararlar veren, hatta ölümlere yol açabilen bir hastalık da böyle kadim öykülerde kendine yer buluyor.

Tabii ki insan aklı soruyor: Tetanoz gibi bir uğursuz hastalığın mitolojisi olur mu?

Böyle irkiltici bir hastalıkla Antik Çağ söylencelerinin nasıl bir ilişkisi olabilir ki?

Gerçek nerde gizlidir?

Mitoloji bize nesnel olarak bilinmeyen ya da kaydedilmemiş geçmişi, evrensel ve doğal olayların açıklanışını, insana davranış örnekleri sunan olayları, olguları, kişileri başlangıçta sözle sonra yazıyla anlatan öykülerin toplamıdır.

Sözlerle söylene söylene, kulaktan kulağa anlatıla anlatıla insanın aklında yer etmiş, sonra kaydedilmiş, uzun zamanlar insan inancına ve davranışlarına yön vermiştir.

Vahşi doğada var olma mücadelesinde anlama, kavrama, yorumlama yetisini büyük bir beceriyle kullanan insanın kültürel birikiminin oluşmasının ilk adımlarından biri olmuştur Mitoloji. 

Bir başka deyişle “söylence” yazıya geçirilişiyle kalıcılaşmış, ancak insanlık bilinmeyenleri çözdükçe gözden düşmüş, hoş seda veren anlatılara dönüşmüştür.

Sözün gücü hiçbir zaman ve hiçbir yerde göz ardı edilemez!

Bir öykü olmasına rağmen içinde taşıdığı doğrular, örnek olabilecek deneyimler, Mitoloji’nin insanın çok meraklı olduğu, varlığını sürdürmesinin temeli olan “gerçeği” anlamasına yardımcı olmuştur.

“Mitoloji, söylence” her halkın dünyasında, öyle ya da böyle vardır.

Türklerin, Çinlilerin, Hintlilerin, Helenlerin/Yunanlıların, İskandinav halklarının kendilerine özgü, bazı yönleriyle benzeşen mitolojileri bulunur.

****

Paslı çivi ve Tetanoz bakterisi

Tetanoz hastalığıyla Mitolojinin ilişkisi bizi gülümsetebilir.

Oysa yüzyıllarca insana acı vermiştir bu hastalık.

İnsanlık onu anlamaya, neden olduğu sıkıntılardan kurtulmaya çalışmıştır!

Tabii onun hakkında konuşmuş, anlatmış, danışmıştır!

Bu hastalık insanın sinir sistemini etkileyen, kaslarda şiddetli kasılma ve gevşemelere neden olan, çok acı veren bir hastalıktır.

Tetanoz’a yakalananlarda çene, sırt, kalça, kol, bacak ağrıları çekilmez hale gelir. Bedendeki şiddetli kasılmalar ölümcül sonuçlar verebilir.

Halk arasında “Kazıklı Humma” olarak da bilinir.

Tetanoz’a neden olan, oksijensiz ortamda da yaşayabilen (… tetani adı verilen) bir bakteridir.

Bu bakteriler genellikle toprağın üstünde, gübrelerde bulunur.

Toprakla fazla temasta olan paslı demir parçaları, çiviler, kesici ve delici aletler vücutta yaralanmalara neden olduğunda bu bakteriler, deriden içeri girer, çoğalır, zehrini saçar. 

On, on beş gün içinde tüm bedeni ele geçirir.

Kazık gibi sertleşir vücut.

Tetanoz’u tedavi edecek bir ilaç yoktur.

Sinir uçlarına bağlanan bakterinin zehrini onlardan koparmak, çözmek şimdilik imkansızdır.

Tetanoz’a karşı tek önlem aşı olmak, ona yakalanmamaktır.

Paslı çiviler ve demirlerden uzak durmanın yanı sıra bunlarla derinin yaralanması durumunda ya da 5-10 yılda bir “aşı” olmak tek çaredir.

Tetanozlu hasta resmi - Charles Bell - 1908

***

Peki böylesine insanı rahatsız eden, geçmişte nedeni ve çaresi bilinmeyen bu hastalık insanlık kültürüne nasıl yansımış?

Antik Helen/Yunan mitolojisinde, ünlü söylencesel Troya Savaşlarının gölgesinde kalmış ilginç ve anlamlı bir öykü şaşırtıcıdır.

Dönem, İ.Ö.3.ve 2. binyılları belirleyen Tunç/Bronz Çağının İ.Ö.1.binyılla beraber Demir Çağı’na dönüştüğü yıllardır.

Bakırla kalayın karışımdan oluşan bronza göre çok daha sert bir madde olan demir, yüksek sıcaklıkta yanan kömür ateşinden aldığı karbonla çeliğe dönüşünce artık, savaş ve üretim araçlarının değişilmez gerecidir.

Bu nedenle insanlık demirle daha çok haşir neşirdir.

Demirden imal edilen çivi gibi yapı gereçlerinin, kılıç gibi silahların “paslanması” o zamanın insanları için ilginç bir durumdur.

Bilimin, demirin havadan aldığı oksijenle “demir oksit”e, “pas”a dönüştüğünü açıklamasına daha yıllar vardır.

Ancak çivi gibi paslı demir gereçlerin çoğunlukla toprakla temaslı olması onları Tetanoz’a neden olan bakterilere bulaşmasına yol açar.

Eski çağlarda savaşta kılıçla, mızrakla, baltayla, okla, barışta çivi batması gibi deri yaralanmalarıyla bedene giren bu bakteriler, hastalananlara dayanılmaz acılar vermiştir

Gelelim öykümüze!

***

     

                          Sophokles (İ.Ö:495-406)                                                       (Euripides (İ.Ö.480-406)

Öyküyü bize, Aiskhylos, Sophokles, Euripides, Apollodoros,  Dictys Cretens, Flavius Philostratus gibi Antik Çağ yazarları anlatır:

O zamanlar, Anadolu’nun parlak kenti Troya’yı (Çanakkale-Hisarlık Tepesi) zapt etmek için denize açılan Agamemnon kumandasındaki Akha/Helen/Yunan donanması Ege Denizinde yolunu şaşırır. 

Tabii pusula bilinmez. Bulutlu havalarda yıldızlar da yön göstermez.

Çanakkale kıyılarına ulaşacağına İzmir-Dikili kıyılarında karaya çıkar Helenler/Yunanlılar.

O zamanlar, İzmir’in kuzeyindeki Bakırçay (antik çağda Kaikos) Ovası, bugünkü Bergama-Dikili arasında bulunan topraklar, merkezi “Kalarga Tepesi” (Bergama-Aşağıkırklar-Süleymaniye köyü) olan Teuthrania (Teftranya) ülkesi olarak anılır. 

Bu ülkenin kralı da Telephos’tur (Telefos).

Yöreyi yağmaya kalkışan Helenlere karşı Telephos ülkesini korumak için topraklarını savunmaya girişir.

Kanlı bir savaş olur.

Telephos’un eşi Hiera burada bir çatışmada, ün kazanmak isteyen genç Helen savaşçılar tarafından öldürülür. 

Daha sonraları, Pergamonlular/Bergamalılar Denizli’de kuracakları yeni kente onun adını verip Hierapolis diyeceklerdir:

Bugünkü Bergama ile Dikili arasından yapılan şiddetli savaşta bölgenin Kralı Telephos ile saldırgan Helenlerin ünlü kahramanı Akhileus (Aşil) üzüm asmalarıyla kaplı bir bağda karşı karşıya gelir.

Kılıç ve mızrakla süren dövüşte Telephos üstün gelmek üzereyken, öykü bu ya, Akhileus’tan yana olan bağcılık ve şarap tanrısı Dionysos devreye girer.

Akhileuslu Akhalar/Helenlerle Telephoslu Teuthranialıların/Bakırçaylıların savaşı

Akhileus’u korumak için üzüm asmalarının filizlerini Telephos’un ayaklarına dolar. Anadolulu kahraman sendeleyince işgalci Akhileus demir mızrağını/kargısını Telephos’un baldırına saplar.

Yaralanan Telephos’a yoldaşları yetişir, korur, savaş alanından uzaklaştırır.

Bu olayla savaş duracak, yapılan görüşmelerle barış sağlanacak, Akhalar/Helenler yanlış topraklara çıktıklarını anlayacak ve ülkelerine geri döneceklerdir.

Teuthrania Savaşı. Akhileus’in (Aşil) Telephos’u yaraladığını temsil eden bir resim

***

Ancak Telephos’un bacağındaki yara bir türlü geçmez. Sancılar içinde kıvranır Kral. Çare aranır.

O zamanlar ışığın ve kehanetin tanrısı olduğuna inanılan Apollon’un tapınaklarındaki “kahinler/biliciler” böyle durumlarda akıl alınan danışmanlardır.

Bugünkü Aliağa-Şakran’ın sevimli yarımadasındaki Gyrineon’da yöreye en yakın Apollon tapınağı bulunuyor olmalıdır.

Antik Çağın kahinleri

Muhtemelen Şakran’daki kahinler bilmeceli sözlerle Telephos’a yol gösterir:

(o trosas iasete)

Daha sonraları Helen dünyasında  bir ata sözüne dönüşecek bu ifade, “yaraya neden olan iyileştirir” anlamına geliyordu.

Batı kültürüne de geçen bu deyim hala kullanılır!

(Telephos baldırından yaralanmıştır. Bernardt Pickard-1773)

Yarayı Akhileus açtığına göre iyileşmek için Telephos, karşı kıyıya, Yunanistan’a gidip Helen savaşçıyı bulmalıdır.

Öyle de yapar. Mora/Peleponnesos yarımadasındaki Argos’ta Kral Agamemnon’un sarayına ulaşır.

Burada onu iyileştireceğine inandığı Akhileus’la karşılaşacağını umar.

Kimliğini saklamak için kılık değiştirmiştir. Çaputlar içindeki Telephos’u saraya sokmazlar.

Daha sonra Agamemnon’un karısı Klytemnestra’nın yardımıyla Telephos Kral’la karşılaşır. 

Agamemnon Telephos’u tanır ancak yardımcı olmakta isteksizdir. 

Telephos, yardım edilmesini zorlamak için Kralın küçük oğlu Orestes’i rehin alınca Saray’da panik yaşanır.

Araya İzmirli Kör Ozan Homeros’un deyişiyle Helenlerin en akıllısı Osysseus girer.

Telephos’un Orestes’i rehin alışı. Bergama’nın Berlin’e kaçırılmış Zeus Sunağının iç frizlerinden mermer parça. Panel 42

O zamanın ünlü kâhini Kalkhas’ın öngörüsüne göre, Helenlerin ele geçirmek istedikleri Troya’nın yönünü onlara ancak yolu bilen Telephos gösterebilecektir.

Bunun karşılığında ona yardım edilebilir.

Acıdan bıkmıştır Telephos. Yarasının tedavisi karşılığında Odysseus’in koşulunu kabul eder. 

Ancak, akrabalık ilişkilerinin olduğu Troya’ya Helenlerin saldırısına katılmayacaktır.

Bu pazarlığı Agamemnon’da kabul edince Telephos rehin tuttuğu küçük prens Orestes’i serbest bırakır.

***

Telephos çocuk Orestes, Agamemnon, Klytemnestra

Ardından hemen harekete geçilir. 

Tanrı Apollon’un kahinlerinin Telephos’a bildirdiği kehanete göre Telephos’un “yarasını açan iyileştirecektir”, ama nasıl? 

Kehanetin önerdiği tedavi nasıl sağlanacaktır?

Sorunu yine, daha sonraları ele geçirilemeyen Troya’nın, tahta atla kandırılıp düşmesini sağlayan kurnaz Odysseus çözer.

“Yarayı Akhileus’in mızrağının ucu açmıştır. Ancak demirden yapılmış ucu sivri kargının pası iyi edebilir yarayı”. 

Mızrağın paslı sivri ucu sürülmelidir yaraya. Bu pasın saçtığı zehirdir acı veren. Pas sonlandıracaktır hastalığı.

Telephos’un tedavisi için mızrağın sahibi Akhileus aranır.

Odysseus, Telephos’la birlikte Akhileus’i bulur.  

Daha kısa bir zaman önce Anadolu’da, Teuthrania bağları içinde dövüştüğü Telephos’u karşısında gören tez ayaklı Akhileus çok kızmıştır.

Ama yine de olanları dinlemek için de sabırsızlanmaktadır.  

İş bilir Odysseus Agamemnon’dan sonra Akhileus’i de ikna edecektir. 

Agamemnon ve baldırı yaralı Telephos-British Museum

Durumu anlatır: “Telephos’un Yunanistan’a, ülkelerine gelişi Troya seferine çıkacak Akhalar/Helenler için bir fırsattır. Yolu, o bilmektedir. Telephos onlara rehber olmayı kabul etmiştir”. 

Çok güçlü kuvvetli olmasına rağmen pek akıllı olmayan Akhileus bu büyük seferde bir yabancının onlara önderlik etme olasılığına kuşkuyla baksa da Odysseus onu yatıştırmayı, durumu kabullenmesini sağlamayı başarır. 

Bu arada yoksul giysileri taşıyan Telephos yardımcı olması için Akhileus’e yalvarır. Acı onu tüketmektedir.

Akhileus (Aşil) daha fazla karşı koymaz, kabullenir durumu. 

Ancak yine de Batı Anadolu’daki/Şakran’daki Apollon bilicilerinin kehaneti kafasını karıştırmıştır. 

İyileştirme sanatını bilmez ki o, telaşlanır. Kendi başına Telephos’u nasıl iyileştirecektir?

Telephos, Orestes, Klytemnstra - Metropolitan Museum

Odysseus Akhileus’a ne yapılması gerektiğini anlatır: 

Küçük Asya’dan gelen kehanet Telephos’u Akhileus’in tedavi edeceğini söylememekte, yani yaradan mızrağının sorumlu olduğunu söylemektedir. 

Kehanetin gereğini yerine getirmek için Akhileus’in mızrağı bulunur. 

Mızrak yaranın üstüne sürtülür. Demirin pası yaraya bulaşır.

Ve Telephos’un yarası iyileşir. 

***

Antik Çağ anlatılarına konu olan bu olay gerçek mi, yakıştırma mı bilinmez!

Söylenenler belki bir öyküdür belki de bazı yaşanmışlıkların yansıması!

Belki böyle kişiler vardı, belki onlar masal kahramanlarıdır!

Ancak bu öyküde başından geçenler anlatılan, demir mızrak ucuyla yaralanan Telephos’un başına bu derdi açanın, bu yaraya bulaşan olası bakteriler olduğu, bunların Telephos’u hasta ettiği ve bu nedenle onun dayanılmaz acılar çektiği açıktır.

“Muhtemelen Telephos demirin pasından “Tetanoz” hastası olmuştu! 

(Akhileus Telephos’un baldırına pas sürüyor İ.Ö.1.yüzyıl Napoli müzesi).

Onu iyileştiren de yara üstüne konulan “pas”dır!

Yani Telephos’a, bir anlamda “aşı” yapılmış ve bu aşı onu iyileştirmiştir!

Mitolojinin kahinleri geleceğe yönelik tedavilerde öngörüde bulunmuştur sanki!

Adını koymadan “Tetanoz” hastalığını ve çözüm için aşı yapılması gerektiğini önermiştir.

Tabii ki bu bir metafor, yakıştırma olarak algılanmalıdır.

Günlük hayatta tetanozdan korunmak için hastalandıktan sonra değil, hemen yaralanınca ya da yaralanmadan önce aşı olunmalıdır.

Bu hastalığa karşı uyarmakla birlikte bu Mitolojik öykü, tuncun/bronzun yerini demire bırakacağını, demirin tuncu yenip çok eski bir çağı bitireceğini işaret etmektedir.

Bazen “gerçek” sisler içinde görünüyor!

Akıl seçiyor onu!

(Not: Bu yazının oluşmasına Sefa Taşkın’ın, Arkeoloji ve Sanat Yayınlarından çıkan “Mysia ve Işık İnsanları” kitabı ve çeşitli internet kaynakları yardımcı olmuştur.)

Sefa Taşkın

29.06.2024

Bergama-İzmir