“Kırk” sayısının yerele de yansıyan tarihsel kutsallığı!

KONUK YAZAR | Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, Cumhuriyet Ege için yazdı...

İZMİR / Cumhuriyet

Sayılar, nesnelerin ve olguların niceliğini; çokluğunu ya da azlığını algılamamıza yardımcı olan, insan aklının   bulduğu en önemli soyut kavramlardan biridir. 

Türdeş iki elma ile beş elma arasında rengi, tadı, sertliği gibi somut özellikleri açısından nitelik olarak bir fark yoktur ama onların nicelik, çokluk olarak farkını bize bildiren sayılardır.

Zamanla sayılar; soyutlama yeteneğine sahip insanlığını varlığını sürdürme çabasına yardımcı olan, saymaya ve ölçmeye yarayan matematiksel nesnelere dönüşmüştür. 

Konuşmayı becermenin ardından “saymak” ve “ölçmek” eylemi “ilk insan” için müthiş bir buluş olmalı! 

Çok eski insanlar kemik gibi maddelerin üzerine çentikler atarak niceliği saymış ve kaydetmişler.

Fildişi üzerine, sayı yerine geçen çentikler

İ.Ö.4-2.bin yılları arasında, yaklaşık 5 bin yıl önce, Irak’ın güneyinde, Fırat ve Dicle nehirleri arasında, Aşağı Mezopotamya’da yaşamış, gelişkin bir uygarlık kurmuş Sümerler, çok kullanışlı, en çok 12’ye bölünebilen 60 sayısını kutsal kabul etmişler ve 60 tabanlı bir sistemle hesap yapmışlar.

Bunun yanında bir elin “beş”, iki elin “on” parmak olduğunun anlaşılması heyecan verici bir algıdır.

Sayılar ve onların yardımıyla yapılan saptamalar, insanın başlangıcından bu yana yaşamını kolaylaştıran ve değiştiren buluşlardır.

Gelişmesini çok etkileyen bu olguya insanlar zamanla özel anlamlar yüklediler. Sayılar arasındaki ilişkilere gizemli yakıştırmalarda bulundular. 

Sümerlerin çivi yazısıyla sayı işaretleri

Bu bağlamda ilginç 60 sayısının beşte biri olan 12 için doğada belirtiler vardı.

Ay Dünya’nın çevresinde yılda 12 kez dönüyordu.

Gökyüzünde burçlar kuşağı denilen 12 yıldız burcu vardı.

Jupiter gezegeni de güneşin çevresini 12 yılda dolanıyordu.

Astronomi dışında, sağlı sollu insan göğsünde 12 kaburga bunuyordu.

Dinsel ortamda sayılara verilen önem öyle yüksekti ki Kutsal Kitap Tevrat’ta, Hz. Musa’nın dördüncü kitabının adı “Sayılar” idi.

Ve günlük yaşam da nicelik belirten 12 sayılık bir kümeye “düzine” denildi.

Başlangıçta “hiçlik” olarak algılanan “sıfır” ise, İ.S.7.yüzyılda Hintli astronom ve matematikçi Brahmagupta tarafından bir işaret olarak somutlandı.

“0” sayısını bir işaretle belirleyen Hintli Brahmagupta (Temsili resim).

Buradan Orta Doğu’ya geçen bu kavram İ.S.9.yüzyılda Fars/İranlı Harezmi tarafından sayı dizgesinin bir parçası haline getirildi.

Oradan da Endülüs/İspanya yoluyla Avrupa’ya ulaştı.

O dönemde Avrupa’yı ağır bir baskı altında tutan Hıristiyanların Kilisesi, “her şey tanrıdan, yokluk şeytandan gelir” anlayışıyla “sıfır”ı yasakladı!

Ancak hesaplamalarda “sıfır”ın çok yararlı olması, ona ticarette ihtiyaç duyulması hızla yaygınlaşmasına, bir süre sonra, 17.yüzyılda Kilisenin baskısından kurtulup meşrulaşmasına, her alanda kullanılmasına neden oldu.

***

Batı Dünyası matematiğin geliştirmesine öncülük eden, antik çağın üç Helen bilgesini anar.

Fenike (Lübnan) kökenli bir ailenin Miletos (Balatçık Köyü-Söke-Didim) doğumlu oğlu Thales felsefenin ve bilimin öncüsü kabul edilir.

İskenderiyeli Öklid de matematik konusunda ilk adımı atanlardandır.

Her ikisi de pratik hayata çok önemli katkılarda bulunmuşlardır.

Bir üçüncüsü ise matematiğin kuramlaşmasında sayıların etkisini görmüş hatta onlar arasındaki ilişkiyi bir dinsel inanç haline getirmiştir.

Bu yaklaşımın kurucusu “sayıların babası” olarak tanınan Pythagoras’tır (Pisagor).

Kuşadası’nın karşısındaki Sisam adasında doğan, dünyanın ilk filozoflarından sayılan bu bilgin İ.Ö.6.yüzyılda yaşadı.

Pythagoras’a ve öğrencilerine göre sayılar, biçim ve özün yönlendiricisi, tanrıların ve şeytanların varlık nedenidir. 

Her şey matematiğe bağlıdır ve sayılar gerçeğin özüdür. 

Ancak matematiğin yardımıyla olgular, ritmik model ve döngülerle önceden tahmin edilebilir ve ölçülebilir. 

Sayılar üzerinde oluşan mistisizm ve gizemcilik Pythagoras’la doruğa ulaşır. 

Pythagoras (Pisagor)

***                           

“Kırk” sayısı birçok başka sayı gibi, insanlar tarafından farklı değerlendirilen bir sayıdır.

Matematiksel olarak 1,2,4,5,10,20’ye bölünebilmesi, belirli bir nicelikte ne çok az ne de çok fazla olması dikkat çeken bir özelliktir.   

Bu özellik, eşit ya da eşite yakın “paylaşma”nın yaşamsal öneme sahip olduğu uygarlığın başlangıç yıllarında “kırk” sayısına saygıyla yaklaşılmasını sağlamış olmalı.

“Kırk”la ilgili olayların ve olguların, insan belleğinde silinmez yerler kapladığı açıktır.

Nuh Tufanı’na yol açan yağışların “kırk gün kırk gece” sürmesi, Hz. Musa’nın ilahi “On Emir”i aldığı Sina Dağında “kırk gün kırk gece” kalması, İsa Peygamberin çölde “kırk gün kırk gece” inzivaya çekilmesi,  Hz.Muhammed’in “kırk” yaşında peygamber olması, göksel dinlerde “kırk” sayısına verilen kutsallığın bir başka yansımasıdır.

Hz.Musa Sina Dağında 40 gün 40 gece kaldı (Temsili resim).

Ayrıca, Hz. Muhammed’in, İslam dininde yol gösterici olarak kabul edilen sözleri ve davranışları anlamına gelen “Hadisler”inin, değişik zamanlarda farklı bilginler tarafından kırk adet olarak derlenip bir seçki haline getirilmesi ve bunlara “Kırk Hadis” denmesi, bu sayıya verilen değerin bir diğer göstergesidir.

Alevi-Bektaşi ibadeti olan Cem ve Semah’ın kökeni kabul edilen “Kırklar Meclisi” anlatısında sözü edilen kadın ve erkek kişilerin, yani “can”ların toplamı da “kırk”tır.

Semah geleneği sürüyor

Orta Çağ Anadolusunun her karış toprağında ayak izi olan Yunus Emre’nin, Derviş olabilmek, Hakk’ın gizine erebilmek, “yüce sevgiye” ulaşabilmek için sırtında, pîri Tapduk Emre’nin tarikat tekkesine, “kırk yıl” boyunca her gün “kırk odun” taşıdığı söylenir.

Ölen bir kişinin, ölümünün ardından geçen kırkıncı günde anılması, adına mevlit okunması, hayır dağıtılması, “kırk” sayısıyla ilgili Anadolu’da yaşayan başka bir gelenektir. 

“Kırk” sayısı halk arasında da o kadar çok dillenir ki masallardaki “Ali Baba”nın haramileri de “kırk” tanedir!

Ali Baba ve Kırk Haramiler

***

Bazı bilginler, Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam’da “kırk”a 

verilen önemi Venüs  gezegeninin hareketleri ile ilişkilendirir.

Sabahın seher vaktinde ve akşamın alaca karanlığında gökyüzünde beliren bu parlak ve görkemli varlık ile “kırk” sayısının ilginç bir bağı vardır! 

Arapların “Zühre” dediği Venüs’e biz Çoban ya da Çolpan yıldızı deriz. Sabah göründüğünde “Sabah”, akşam ortaya çıktığında “Akşam” yıldızıdır “o”.  

Gökyüzünde gördüğümüz en parlak varlıktır.

Solda Venüs gezegeni, sağda Dünya

Sabah erken saatlerde ve akşam hemen güneşin batışından sonra çıplak gözle kolaylıkla görülebilmesi Güneşe yakınlığı nedeniyledir. 

Ona “yıldız” dememizle beraber Venüs, büyük bir gök cismi olan Güneşin çevresinde Dünya ile birlikte dönen yedi gezegenden biridir.

Küçük kardeşi Merkür gezegeni ile birlikte Venüs Güneş ile Dünya arasında bulunur.  Yer küremize yakın büyüklüktedir. 

Beş bin yıl önce, bugünkü kültürümüzün ilk temellerini atan Mezopotamyalı Sümerler ve ondan çok sonra Orta Amerika’nın antik halklarından Mayalar Venüs’ün hareketlerini dikkatle gözlemişlerdi.

İzleri İ.Ö.1600’lü yıllara kadar giden Mayalar, Venüs’ün sabahları gözden kayboluşuyla yeniden görünüşüne kadar geçen süreyi, 584 günü, neredeyse tam olarak ölçmüşlerdi. 

Farklı davranış ve konumundan olsa gerek bu yıldız, Mayaların dinsel inançlarında en temel öğedir. 

Romalılar bu görkemli yıldıza, Helenlerin Aphrodite dedikleri aşk Tanrıçasının onuruna izafeten “Venüs” demişlerdi.

Aphrodite/Venüs büstü

Öte yandan Aşk Tanrıçası Venüs’ün (!) uzayda çizdiği alışılmamış yörünge şaşkınlık vericidir.  

Venüs’ün gökyüzünde Güneş, Dünya ve Merkür’le, bir ip üzerindeymiş gibi aynı doğrultuda sıralanması, ilk çağlarda gökyüzündeki yıldız hareketlerini izleyen gözlemcilerin ilgisini çekti. 

Bu dizilişin her sekiz yılda bir tekrarlanması ve 40 yıl sonra başladığı noktada beşinci kez yeniden oluşması, bu olayı daha da dikkat çekici bir hale getirdi. 

Üstelik Venüs “Zodyak”ın, tepemizde görünen göksel kubbenin içinde tam bir tur atarken, bu dizilişlerin olduğu noktaların bir “beşgen” (pentagram) oluşturması gözlemcilerin bu duruma gizemli anlamlar yüklemesine yol açtı. 

Bu nedenle, “beş köşeli yıldız” işareti yüz yıllardan beri değişik kültürlerde Venüs’ün simgesi sayılmıştır.

Belki de Türk bayrağındaki beş köşeli yıldız da bu simgeyi temsil eder.

İnsan inancını bu denli etkileyen Venüs’ün 40 yıllık “Zodyak” dolanımı sırasında görkemli bir beşgen çizmesi, bu hareketin insanlar tarafından titizlikle gözlenip, gizemli sözlerle ve törenlerle kuşaktan kuşağa aktarılması, “kırk” sayısının kutsallık kazanmasına yol açmış olmalı.  

Birçok sayı arasından seçip insanlığın özenle farklılaştırdığı “kırk”, zaman içinde halk yaşamının önemli kavramlarından biri olacak, Anadolu kültürünün bir başka boyutunu gösterecektir.

Pentagram

****

Değişik dinsel ve toplumsal olguyu “kırk” sayısının kutsallığıyla güçlendiren insanoğlu birçok yerleşim yerine ad olarak “kırk”’ı yakıştırmıştır.

Bugün Anadolu’da adı “kırk”la başlayan eski yeni birçok yer, birçok camii var!

Trabzon-Bayburt arasında dağ tepesinde Kırklar Mescidi

Gümüşhane’de Kırklar mağarası, Trakya’da; önceki adı Kırkkilise olan Kırklareli’de Kırklar tepesi, Diyarbakır Dicle ırmağı kıyısında ve Bayburt’ta Kırklar dağı, Bitlis Ahlat’ın Kırklar mezarlığı, Edirne’nin ünlü Kırkpınar’ı, ülkemizde sık sık karşımıza çıkan “kırk” sıfatına sahip yerlerin adlarından bazılarıdır. 

İzmir’in yaklaşık 100 km kuzeyinde bulunan Bergama ilçesi de iki tane, şimdi resmi yerleşim adı “Mahalle” olan “Kırklar Köyü”ne sahiptir. 

“Aşağı Kırklar”, Bergama-Dikili arasında bulunur. Halk dilindeki adıyla Kalarga, tarihsel Teuthrania tepesinin dibindedir. İ.Ö.5.yüzyılda Helen yazar Ksenephon’un yazdığı Anabasis kitabında buradan söz edilir ama yörenin “kırk” ile ilişkisi bilinmez.

“Yukarı Kırklar” ise adıyla ve sahip olduğu izlerle bize ilginç ipuçları verecektir. 

Bergama-Yukarıkırklar Köyü ve çevresi

Bergama’dan, İvrindi kasabası üzerinden Balıkesir’e giden yol, Bakırçay Ovasından Madra Dağı’na çıkan ara yollardan ilkine sapınca melengeç, kızıl çam ve zeytin ağaçlarının süslediği engebeli topraklar aşılarak “Yukarı Kırklar” köyüne varılır. 

Işığın yapraklarla oynaştığı, rüzgârın dallarla söyleştiği Yukarı Kırklar Köyü çevresi kutlu bir yöredir. 

Toprağı, sayıları, insanları kutlu yapan hep “insan” değil midir?  

Yukarı Kırklar Köyünde ve yakınında görülen iri yapı taşı blokları, Bizans figürleri işlenmiş mermer taşlar, kırık sütunlar, bozulmuş bağlar, buralarda eski zamanlarda büyük bir kilisenin olduğuna ilişkin söylentiler, geçmiş zamanlarda bu yörede önemli bir kurumun ya da yapının varlığına işaret eder.

Günümüz Bergama’sından, eski   Pergamon Akropolü’nden antik ılıca kasabası Alionoi’ye giden taş kaplamalı eski Roma yolu köyün yanı başından geçer. Yol boyunca belirli aralıklarla kazılmış, içi taş örmeli su kuyuları ve “Dokuz Ağar” denen pınar görkemini hala korur. 

Günümüzde de kullanılan Latince adı, belki buralara da ulaşan Haçlı Seferlerinden kalan “Dömençi” tepesi bu pınarın kaynağıdır.

Bergama-Yukkarıkırklar Köyü taşları

Peki bu yersel adların; Yukarı Kırklar Köyünün, Pergamon metropolüne giden taş Roma yollarının, Latince tepe isminin, eski üzüm bağlarının “kırk” sayısının kutsallığıyla ilgisi nedir?    

Bu topraklar geçmişin hangi gizini saklar?

Bergama-Yukarıkırklar Köyü yakınlarında bir çeşmede muhtemelen Bizans dönemi izleri. (Şimdi yerinde değil-Çalınmış)

****  

Yardıma Anadolu’nun eşsiz kültür harmanı, kollarında bin bir erdemli bildiri taşıyan, muhtemelen gerçek olaylardan kaynaklanan söylenceler yetişir. 

Hıristiyanlık dini Filistin topraklarında doğdu ama asıl geliştiği, kök saldığı yer Anadolu’dur. 

Toprağında var olmuş kültürleri koruyan, yeni yaklaşımları ona katan, atılan her adımı daha ileri taşıyan topraktır Anadolu.

Hıristiyanlığın peygamberi Hz.İsa yeni dinini insanlığa aktarırken bilinen dünyanın egemeni Romalılardı. 

Roma, İskoçya’dan Mısır’a uzanan geniş bir coğrafyaya hükmediyordu. 

O günkü dünyanın resmi inancı olan “çok tanrılı din/paganizm” eski ve tutucu, onun yerini almaya hazırlanan “Hıristiyanlık” yenilikçiydi.

Çok tanrılı Romalılar, Hz.İsa’nın inancını ve yaydığı düşünceleri kendi egemenliklerine tehdit saydılar.  Başlangıçta Hıristiyanlığın yok edilmesi için her türlü şiddeti kullandılar.

Örneğin, Pergamon’un elli bin kişilik amfitiyatrosunun ortasında bulunan yapay gölcükte, ilk Hıristiyanları timsahlara yedirdiler. 

Hz.İsa’nın havarisi St.John’un (Aziz Yohanna’nın) elçisi Antipas’ı bu amfitiyatroda, belki de Pergamon kentindeki Serapion tapınağında, Tanrı kabul ettikleri, bakırdan yapılmış iç boş  bir buzağı heykeli  içinde diri diri yaktılar. 

Buna benzer Hıristiyanlığa karşı birçok zülüm Roma İmparatorluğu sınırları içinde yaşanıp, durdu.

Bütün bunlara rağmen yeni inanç yavaş yavaş her yana yayıldı.  

Roma İmparatorluğunun İ.Ö.395’de kesin olarak, Doğu ve Batı diye  ikiye bölünmesinden önce, İ.Ö.313 yılında İmparatorluğun doğusu iki yöneticiye, İmparator I.Constantin ve Lucianus’a bırakılmıştı. 

Sivas’ta Hıristiyanlığın 40 şehidi

Bu süreçte Hıristiyanlığı seçen ve koyu bir dindar olan I.Constantin İstanbul’un, Constantiniye’nin kurucusudur.

Onunla İmparatorluğu paylaşan Lucianus ise Hıristiyanlığa inanmayan bir pagandı.

Farklı inançlara sahip bu iki (eş) İmparator aralarında anlaşılıp yasak olan Hıristiyanlığın ülkede serbest bırakılmasını kararlaştırmalarına, halkın inancına karışmayacakları konusunda sözleşmelerine rağmen pagan Lucianus ona karşı davranmalarından çekinip ordusundaki Hıristiyanları temizlemeye karar verdi.

O zamanlar, İ.S.316’da bir Ermeni şehri olan Sebaste/Sivas’taki Roma ordusunun komutanı Agricola ona bağlı “Legio XII Fulminata” (Yıldırım Kuvvetleri) adlı bölükte bulunan Hıristiyanlığı seçmiş ”kırk” askere inançlarından vaz geçmelerini, pagan tanrılara kurban sunmalarını emretti.

Askerler emre uymayınca onları hapsetti. Müminler hapiste dua ve ilahilerle bu cezaya karşılık verdi. Ertesi gün Agricola’nın tatlı dille onları ikna etme çabası da işe yaramadı.  

Yedi gün sonra dönemin ünlü yargıcı Lucius Sivas’a geldi. Hıristiyan askerleri yargıladı, ölümle tehdit etti.  Ancak askerler inançlarından dönmedi.

Bunun üzerine yargıç Lucius emrindekilere müminleri taşlamalarını buyurdu. 

Anlatılara göre göre taşlar inançlı askerlere değmedi, atanlara geri döndü. Bir taş Romalı komutan Agricola’nın dişini kırdı.

Sivas’ta müminlere atılan taşların geri dönmesini tasvir eden bir çizim

Ardından yargıç Lucianus,  “eskiye karşı çıkıp yeniliği seçen” “kırk askere”, Hıristiyanlık dininde kalmaları yolundaki inatlarına karşı çok ağır bir ceza verdi. 

Onları, çok soğuk bir kış gecesi soyunuk, Sivas yakınlarında donmuş bir gölün üzerine bıraktı. Kaçmasınlar diye başlarına nöbetçi dikti.

Gölün kıyısına, cezalıların ulaşabileceği bir yere, içinde sıcak su bulunan küçük bir hamam yaptırdı. 

“Yenilikçilik’te ısrar edenler soğuktan donacak, ölecek, “inançlarından dönenler” “eski”ye sığınacak, sıcak suya koşacak, donmaktan kurtulacak, yaşayacaktı.    

Gecenin ilk saatlerinde, askerlerden biri soğuktan yıldı, inançlarında direnen ve donmakta olan otuz dokuz askeri, yoldaşlarını terk etti. Onlardan ayrıldı, ölmemek için sıcak suyla dolu hamama koştu. Ancak hamama varmadan düşüp öldü.

Geride kalan dirençli müminler donuk gözlerle ayrılan arkadaşlarının arkasından bakarken, onların direnişinden etkilenen Aglaius adlı  nöbetçi bir Romalı asker soyundu, gölün üstüne koştu, soğuktan donmakta olan inançlılara katıldı. 

Böylece, sayıları otuz dokuza inmiş yoldaşların sayısı yine “kırk”a çıkmış oldu.  

Bu sırada, inananlara göre gökyüzünden gölün üstüne parlak bir ışık indi, yeni inançlarına sıkı sıkıya sarılmış askerleri sardı. Donarken acı çekmelerini engelledi!

Romalı komutan Agricola ve yargıç Lucius ertesi sabah donmuş göle geldiler. Kimi soğuktan kaskatı kesilip ölmüş, kimi hala yaşamakta olan askerlerin üzerine bol odun yığarak onları yaktılar. Küllerini bir dereye attılar.

Sivas’ta Hıristiyanlığın 40 şehidi

“Zalim” Romalı yöneticilerin amacı, bu eziyetin “yenilikçilere” ders olmasını sağlamak, yeni inancın yayılmasını engellemek, isteklileri caydırmak, resmi düşünceye ve devlete karşı çıkanların nasıl cezalandırılacağını herkese göstermek idi. 

Böyle emir almıştı çünkü.

Ama, tam tersi oldu. Kırk askerin yakıldığı yere gelen Sebaste/Sivas Piskoposu, Azizi Petrus askerlerden arta kalan kül ve kemikleri topladı, kaplara koydu ve Anadolu’nun dört bir yanına dağıttı. Öyküleri dilden dile dolaştı, söylence oldu. 

***

Olayın altmış üç yıl ardından, İ.S 378 yılında, Kayserili din adamı piskopos Aziz Basil, “inançlarından dönmeye” yaşamları pahasına karşı çıkan “kırk” askeri kutsadı, onlara “şehit”, “martyr”, “ermiş”, “aziz”; “saint”, “hagia”, “agaios” unvanı verdi. 

Kayserili Aziz Basil  (İ.S.330-378)

Anadolu’da, Sivas yakınlarında bir grup ilk Hıristiyan’ın yok edilişi, böylece Hıristiyan dünyasında çok büyük yankı buldu. İzleri ve anısı günümüze kadar sürdü

Yeni gelişen dinsel inanış, Hıristiyanlık için çok önemli bir simge oldu.

Bu olayın anıları yaşatıldı. Şehitlerin onurlarına, Anadolu’nun dört bir yanında sayısız kilise kuruldu. 

Onlardan biri hala Mardin’de ayaktadır.

İ.S. 6.yüzyılda inşa edilmiş, daha sonra adı “Kırklar Kilisesi”ne çevrilmiş dinsel yapı günümüzde de bölgedeki Süryani topluluğuna Metropolitlik kilisesi olarak hizmet veriyor. 

Mardin-Kırklar Süryani Kilisesi

Bu, söylenceye dönüşen olay ve anma dünyanın birçok yerine yayıldı. Bugün, Arnavutluk’un güneyinde “Hagia Saranta, Kutsal Kırklar” isimli bir kıyı kasabası var.

O zamandan bu zamana, Dünyanın dört bir yanında, Ortodoks ve Latin kiliselerinde, her yıl 9 Mart’ta “Kırk ermişler” ya da “Kırk şehitler” adına ayinler düzenleniyor, anma günü yapılıyor.

Elbette bu kültürel etki dalgasının, geçmişin büyük metropollerinden tarihsel Bergama ve çevresine ulaşmaması düşünülemez!  

Bergama’nın Yukarı Kırklar köyü çevresinde bulunan kalıntı ve izler; yüce Madra Dağının etekleriyle bitek Bakırçay Ovasının kesiştiği bu görkemli coğrafyada, antik Pergamon/Bergama yakınlarında, Hıristiyan inancının en yaygın söylencelerinden biri olan “Kırk ermişler” ya da “Kırk şehitler” adına Bizans döneminde yapılmış büyük bir kilisenin varlığına işaret ediyor.  

Öte yandan, 1922’den önce, Türklerin ve Rumların bugünkü Yukarı Kırklar köyünde birlikte yaşadıkları biliniyor. 

Anadolu’dan Yunanistan’a göç eden Rumların kayıtlarında Yukarı Kırklar Köyünün adı “Hagia Saranta”, veya “Agaios Saranta”dır. Bunun Türkçe anlamı “Aziz ya da Kutsal Kırklar”dır.

Bergama-Yukarıkırklar Köyü çevresi

“Kutsal Kırklar” anlamına gelen “Hagia Saranta” ya da “Aya Saranta” kilisesinin yöreye adını verdiği, Yukarı Kırklar köyünün de ismini bu dinsel mekândan aldığı muhtemeldir.

Anadolu’daki birçok yerde rastlanan “kırk” sayısıyla adlandırılmış yere bu isimleri verenler yüzyıllar önce Sivas’ta yaşandığı söylenen bu trajik olaydan esinlenmiş olmalı.

***

İnsanlık kültüründe yaptığımız bu kısa gezinti bizi, basit sayılardan karmaşık göksel gezegen hareketlerine, köklü dinsel inançlardan kararlı ve dirençli insan davranışlarına götürdü.  

Ve bunların izleri hep yaşadığımız ülkede ve çevresindedir.

 Anadolu toprakları kim bilir daha ne gizler ne bilinmezler saklıyor? 

Sefa Taşkın

İzmir-Bergama-Karşıyaka

01.02. 2024