İzmir nire, Kosova nire?

KONUK YAZAR | Bergama eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, Cumhuriyet Ege için yazdı...

İZMİR / Cumhuriyet

Anadolu bir göç ülkesidir. 

Yaklaşık bin yıl önce doğudan gelen göçlerle Anadolu Türk kimliğiyle tanıştı ve bu kimlik bu topraklara yerleşti, kökleşti. 

Türk ve Müslümanlık kültürü Batı’ya, Anadolu üzerinden Balkan yarımadası yoluyla yayıldı. 

Bu ortamda farklı kimlikler ve kültürler yana yana yaşadı, varlığını sürdürdü.

19.yüzyılın sonunda, Osmanlının gerileyişi ve düşüşüyle birlikte tersine, bu kez Balkanlar’dan Anadolu’ya göçler yaşandı.

Son yıllarda Arap, Asya, Afrika ülkelerinden ülkemize gelen düzenli, düzensiz göçleri bu yazıdaki değerlendirmelerin dışındadır.

***

Uzun yıllar Balkanlarda Müslümanlık ve Türklük özdeş sayılıyordu.

1877-78 Osmanlı Rus Savaşı, 1912 Balkan Savaşı, 1923 Lozan Mübadelesiyle yaklaşık 2,5 milyon Türkün Anadolu’ya göç ettiği düşünülüyor.

1927 sayımında Türkiye nüfusunun 13 milyon olduğuyla karşılaştırılırsa bu, %23 gibi oldukça büyük bir sayı.

1956’da Yugoslavya’dan, daha sonra 1989’da Bulgaristan’dan gelen göçmenler de eklenirse bu daha da büyük bir yüzde olabilir. 

Araştırmacı ve İzmir eski Milletvekili Rıfat Sait, bugün ülkemizdeki Balkan göçmenlerin, oğullarının/torunlarının sayısının 20 milyon olabileceğini ileri sürüyor.

Bunlar arasında ataları Arnavutça konuşanların sayısının da 5 milyon.

Bu nüfus özellikle Batı Anadolu’da; Bursa, İzmir ve Trakya’da yoğun.

Demek ki Balkan yarımadası ile Batı Anadolu ve İzmir birbirine hiç de uzak değil!

*** 

Balkan toprakları birçok farklı kültürün yaşandığı, farklı dilin konuşulduğu değişik inançların kök saldığı bir coğrafyadır. 

Tam ortasında Kosova ülkesi bulunur.

Kosova, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Tito’nun sosyalist Yugoslavya’sının bir parçasıydı.

Sovyetler Birliğinin 1991’de dağılmasından sonra, kendini Dünya’nın efendisi sayan Batılı emperyal güçler, Avrupa’da büyük bir Yugoslavya istemediler. 

Ülke altıya bölündü.

Bu ortamda kültürel ve ulusal farklılıkları olan halklar bölgede özgürlük ve bağımsızlık mücadeleleri başlattılar.

Ardından, özellikle faşist unsurlar insanları birbirine düşürdüler.

Bosna Hersek’te yaşananlar bir trajedinin ötesinde, 2.Dünya Savaşından sonra Avrupa’da yaşanan en büyük soykırıma dönüştü.

Çok kan aktı.

Günümüzde Balkan insanları eski, barış günlerini arıyor mu acaba?

Daha güvenli, daha mutlu muydular o zamanlar?

Ya da daha mı az özgürdüler?

Sancılı geçen, geçmekte olan ayrışmadan sonra, Bosna gibi çok kültürlü ama Müslüman ağırlıklı Kosova, günümüzde dinmeyen anlaşmazlıkların ortasında bir devlet olmaya çalışıyor.

Çeşitlilikler içinde, farklı çıkarlar arasında.

Yıllardır süren bağımsızlık özlemiyle.

(Günümüzde Kosova’nın başkenti Priştine’de Fatih Camii)

***

Balkanlarda yüzyıllardır; Slav dilleri konuşan Sırplar, Hırvatlar, Boşnaklar, Slovenler, Karadağlılar, Makedonlar, Bulgarlar; Latince türevi Rumence konuşan Rumenler; Romca konuşan Romanlar/Çingeneler; kendi dillerini konuşan Yunanlılar, Arnavutlar, Türkler bir arada yaşadı.

Birbirlerinin kültürlerini öğrendiler, dillerini konuştular. Komşu oldular, evlendiler, birbirlerine karıştılar.

Gene de farklılıklar içinde kendi kültürlerini, kimliklerini korudular.

Bugünkü Kosova Cumhuriyeti Sırbistan, Karadağ, Kuzey Makedonya, Arnavutluk arasında kalan, 2 milyona yakın bir nüfusa sahip küçük bir ülkedir. 

Resmi dili Arnavutça ve Sırpçadır. Boşnakça, Romanca/Çingenece, Türkçe de %5’lik bir azınlık tarafından konuşulur.

Ülkede büyük çoğunluğun dili Arnavutçadır.

Türkçe; Prizen, Mamuşa, Priştine, Mitrovitça, Vıçıtırın, Gilan Belediyelerinde resmi dil konumundadır.  Doburçan ve İpek yörelerinde de Türkçe konuşulur.

Tabii ki hepsi çoğunluğun dili Arnavutçayı bilir. Öte yandan farklı dillerin, hangi yörelerde resmi dil olacağı hala tartışılıyor Kosova’da.

Bugünkü Balkan Devletleri: Ortada küçük mavi, Kosova

***

Ana dili Arnavutça olanlar; hem yüzü Adriyatik Denizine bakan, başkenti Tiran olan Arnavutluk Cumhuriyeti sınırları içinde hem de onun doğusundaki, eski Yugoslavya’nın bir parçası olan Kosova’da yoğun yaşıyorlar. Diğer komşu ülkelere de serpilmişler.

Arnavutların Balkanların en eski halklarından olduğu düşünülüyor.

Zeki, iri yarı, güçlü kuvvetli, sert mizaçlı insanlardır Arnavutlar. Doğru bildiklerinden şaşmazlar. Dolambaçlı davranışlar bilmezler!

Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid sarayı için onlardan bir muhafız alayı oluşturmuştu.

Arnavutların konuştukları dil en eski Hint-Avrupa Dillerinden biridir. Slav, Cermen, Latin dillerinden çok, çok daha eskidir.

Balkanlara uzun yüzyıllar Roma İmparatorluğu egemen olmuştu. Romalılar, bu bölgenin ortasındaki bu stratejik bölgeye “Dardania” diyorlardı. Balkanların, bugünkü Arnavutluk’u da içine alan batı yanı  da İllirya olarak adlandırılıyordu.

Düz ve verimli bir ovaya, Avrupa’nın her yanına kolayca ulaşılabilir bir konuma sahiptir Kosova.

İ.S.3-4.yüzyıllarda Balkanlara Hun, Avar, Bulgar, Peçenek, Uz, Kuman gibi Türkçe ve benzeri diller konuşan göçmen topluluklar gelmiş ve daha o zamanlar, kimileri geçici, kimleri kalıcı olarak bölgeye yerleşmişti.

Kosova’nın başkenti Priştine-1900’lar

Kosova’nın güneyinde, Makedonya’da, Üsküp’e yakın bir yer olan  Kumanova, Anadolu Türkçesiyle hemen hemen aynı dili konuşan Kuman Türklerinin adını taşıyor hala. Demek ki Türkçe konuşanların da geçmişi eskidir bu topraklarda.

Slavlar’ın Balkanlara gelişi ve yayılışı ise İ.S.6.yüzyıldadır.

Arnavutlar Slav değildir. Kendilerine, dillerinde “kartal” anlamına gelen “Şkipetar” derler. Ülkelerine de “kartal ülkesi”, “Şkipetarya”.  Gerçekten de yaşadıkları çevrede ancak kartalların barındıkları yüksek dağlar vardır.

Kosova’nın batısındaki Arnavutluk Devletinin bayrağında da zaten kırmızı renk üzerine iki başlı bir kartal bulunur.

Arnavutluk Devletinin Bayrağı

Kosova Devletinin Bayrağı

Çok eskilerden gelen iki lehçesi vardır Arnavutça’nın. Kuzeyde konuşulana “geg”, konuşanlara “Gega”, güneydekine “tosk”, bu lehçeyi konuşanlara “Toska” denir.

Türkçede; Yunanlıların onlara verdikleri ad olan “Alban/Albania” sözcüğünden, ses değişimleriyle dilimize uyarlanmış “Arnavut” sözcüğü kullanılıyor onlar için.

Kendilerine “Arnavut” demez, sayıları pek fazla olmayan bu kadim halk.

Balkan yarımadasının bu zor coğrafyasında bin yılarca varlıklarını ve kimliklerini, kültürlerini korumayı bilmişlerdir.

Kadınların, buğdayın hamuruna her türlü sebzeyi, eti katarak pişirdikleri böreklerle karınlarını doyurarak, sebzeleri turşu edip saklayarak, besledikleri hayvanları gözleri gibi bakarak bir yaşam tarzı oluşturmuşlar yüzyıllarca.

Haklarını aramak, kendilerini korumak için kavgadan, savaşmaktan çekinmeyen bu dirençli insanlar, gerektiğinde içlerine kapanmışlar; hayatta ve ayakta kalmayı başarmış, varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Başlarına taktıkları, “keleşe” (yün) ya da “plisi” (kılıf) dedikleri yarım küre biçiminde beyaz bir başlık Arnavut erkeklerin simgesiydi/simgesidir.  

Batıda Adriyatik Denizi kıyısındaki Arnavutluk Devleti nüfusunun yarısı Müslüman yarısı Hıristiyan, içteki Kosova’nın hemen hemen tamamı Müslümandır.

Bununla beraber bugün laik bir devlet olan Kosova’daki Arnavut nüfusun %92’si İslami kökenleri olan seküler insanlardır.  

Herkesin inancı konusunda hoşgörülüdürler.

Farklı kimlikli, kültürlü halklar zaman içinde birbirine karışmış, birbiri içinde erimiştir Balkanlar’da.

Bugünkü Kosova’da Vıçıtırın

****

Müslüman Türklerin bu bölgeye Osmanlılar eliyle girişi ve Kosova çevresini kalıcı olarak yönetmeye başlaması 1389 yılında, I.Kosova Savaşı ile olmuştu.

Bu süreçte Anadolu’dan gelen Türk topluluklar Balkanlara yerleştirilirken, yerleşik halkın bir kısmı da daha kuzeydeki Boşnaklar gibi Müslüman olmuştu: Bazıları zorla, bazıları gönüllü!

1662’de Kosova’da“Vuştrri” (Vıçıtırın) yöresini ziyaret eden, Türk gezgin Evliya Çelebi, burada yaşayan halkı “Rumelili” diye adlandırır, Arnavutça ve Türkçe konuştuklarını yazar.

Osmanlı, “Rumeli” yani “Rumların, Romalıların ili, bölgesi” diyordu bu topraklara.

Balkanların fethine katılan beylerin soyundan gelen ve Balkanlara yerleşmiş Türklere “evladı fatihan” deniyordu.

***

1912-1913 yıllarındaki Balkan Savaşında yenilmesi üzerine Osmanlının Kosova’daki yaklaşık beş yüzyıl süren hakimiyeti sona erdi.

Osmanlı geride Türk olan ve olmayan çok önemli bir Müslüman topluluk bıraktı.

Adriyatik Denizi ile Kosova dağları arasında kalan bölgede yaşayan Arnavutlar 29 Kasım 1912’de Avlonyalı İsmail Kemali önderliğinde bağımsızlığa kavuştular, kendi devletlerini kurdular. 

Arnavutluk Devletinin kurucusu İsmail Kemali ve Arnavut önderlerden İsa Bolatin. Arkada, Mehmet ve kardeşi Zahit Konjuhi.

Ancak bu yeni Arnavutluk Devletiyle birleşemeyen, ona katılamayan Kosovalılar uzun yıllar kuzeydeki Sırp siyasal güçleriyle kanlı sorunlar yaşayacaklardı.

Konuyla ilgili araştırmacı Sacit Kutlu’nun verdiği bilgi ve yoruma göre; Osmanlının Balkan savaşı ardından bölgeden çekildiği 1912 yılına kadar, Türk varlığının etkisiyle Kosova’da Türkçe, genel kültür diliydi. 

Balkanlardaki etnik olarak Türk olmayan halklar, Türkçe ile hem dini yönden hem de kültürel yönden kendilerini geliştirdiler. 

Osmanlı idaresi, bölgede yaşayan Arnavutlara, Sırplara, Hırvatlara çok büyük bir zorlama uygulamadı. Özellikle Arnavutlar, kültürel yönden sıkıntılar yaşamadılar. 

Balkan Savaşına kadar Osmanlı Devleti’ne bağlı, kendilerini Türklerden pek ayırmayan bir halk kimliğindeydiler”. 

Gene de başka bir dil konuşan, merkezi İstanbul gibi çok uzak bir yer olan yabancı bir gücün buyruğunda yaşamanın hiç kolay olmadığını unutmamak gerek! Zaman zaman Osmanlıya da baş kaldırdılar.

1917, Kosovalı Arnavutlar

***

Osmanlı Devleti’nin 1912’de bölgeyi terk emesinden sonra Kosova toprakları kuzeydeki Sırbistan Krallığına bırakılmıştı.

Kosova bölgesinde Sırpça konuşan toplulukların, tarihsel süreçte hiçbir zaman %1’den fazla olmayan bir azınlık olmasına karşın Kosova’nın Sırp güçlerin gözünde, ulusal kimliklerinin oluşmasında büyük bir önemi vardır.

Osmanlının Balkanlara yerleşmesinin önünü açan, 1389’daki Kosova Savaşında I.Murat komutasındaki Osmanlı Devletine karşı savaşan Sırp Ordusunun başındaki Kral Lazar, Sırpların Kilise tarafından ilahileştirilmiş önderiydi.

Bir Sırp söylencesine göre; I.Kosova savaşı öncesinde bir melek Lazar’a görünmüş “Dünyada krallık yapmak” ile “ilahi krallık” arasında bir seçim yapmasını istemişti. 

Üstelik, Kutsal Kitap İncil’de belirttiğine göre Hz.İsa’nın, ölmüşken dirilttiği Lazarus’un adını taşıyordu.

Lazar, ona önerilen “dünyada krallık yapmak” yerine “ilahi krallığı” seçmiş, böylece Hıristiyanlık inancına göre aynı seçimi yapmış Hz.İsa ile arasından bir benzerlik kurulmuştu.

Osmanlının ve Hıristiyan güçlerin ağır kayıplar verdiği I.Kosova Savaşında iki yönetici, I.Murat Hüdavendigar ve Kral Lazar savaş meydanında öldürülmüştü.

Lazar’ın yerine geçen oğlu savaştan sonra annesinin tavsiyesine uymuş, Osmanlı padişahlığına gelen I.Yıldırım Beyazıt’a bağlanmayı kabul etmişti.  Gene de bu savaş Sırpların Osmanlı boyunduruğuna karşı ilk karşı koyuş eylemi olarak kabul ediliyordu. 

Kosova, Sırpların kendi ülkelerini Osmanlı işgaline karşı korumak için yaptıkları mücadelenin ilk adımıydı.

I.Kosova Savaşı ile ilgili Sırpça yazılan kahramanlık destanları, ağıtlar, söylenen şarkılar Sırp dilinin en iyi, en güzel örnekleri sayılır.

Bu olgu Sırp ulusal belleğine derinliğine işleyecek, kazanamadıkları Kosova Savaşı, Osmanlının yayılmasını önleyememeleri gönüllerinde bir yara olarak kalacaktı.

Yüzyıllarca süren bu duyguyu taşıyan Sırp önderler Kosova’yı yönetmek, elde tutmak için hep tutkulu olacaklardı.

Yakın zamanlarda, 20 ve 21. yüzyıllarda da Kosova Sırp yöneticilerin hedefindeydi.

Tabii ki Balkanların göbeğindeki Kosova’nın stratejik konumu, dış güçlerin ilgisi, bu topraklara sahip olmanın önemi göz ardı edilemezdi.

I.Kosova Savaşı-15 Haziran 1389

***

“93 Harbi” de denilen 1877-78 Rus Savaşında Osmanlı Devleti yenilip Rus Ordusu İstanbul kapılarına dayandığı ortamda Ruslar Arnavutların yaşadığı bölgelere de girdi. İstanbul’a gidiş yollarını kapadı. 

Onlarla gelen, Ruslar gibi Slav olan Sırp güçler Kosova’ya egemen olmaya kalkıştı. Ardından, 1912-1913 Balkan Savaşından sonra Kosova, kuzeydeki Sırp Krallığına bırakılınca bölgede huzursuzluk iyice arttı.

Sırp Devleti de Kosova’yı kendi toprağı sayıyordu. Kosova’da nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan Müslüman Arnavutlar arasında tabii ki hoş karşılanmadı Sırpların egemenliği.

Ama Sırp/Slav kimlikli dış siyasal ve askeri güç Kosova’ya girince durum değişti. Osmanlı Beylerinin çekilmesinden sonra yeni gelen Sırp Krallığı yerel halka karşı çok baskıcıydı.

Sırp egemenler tarafından yönetilmek istemeyen, özgürlüklerine düşkün Arnavutlarla, Kosova’ya sahip olmak isteyen Sırp yönetim arasında önce gerginlikler yaşandı sonra çatışmalar başladı.

Üstelik yeni siyasal iktidar, Kosova’da azınlık olan Sırpların yaşadıkları alanları arttırmak üzere Arnavutları bölgeden sürmeye girişmişti. Arnavut-Türk çoğunluğa yapılan baskılar giderek artıyordu.

O yıllarda birçok Kosovalı Müslüman daha güvenli gördüğü Anadolu’ya göçtü. Kimileri bu göçlerin Sırp Devleti ile Osmanlı arasından yapılan anlaşmalar çerçevesine olduğunu ileri sürer.

Bu süreç yer yer Arnavut isyanlarına yol açtı.

Savaş ortamları, toplumsal kargaşalar her zaman “mikro milliyetçiliği”, “ayrımcılığı” tetikler. Komşuyu komşusuna düşman eder.

Arnavut İsyancılar

1912-1915 yılları arasında Kosova’nın “Vushtrri” (Vıçıtırın) vilayetinde de yerelde çoğunlukta olan Arnavut halk da yapılan baskılardan nasibini aldı.

Priştine Arnavut Bilimleri Enstitüsünün yayınladığı, Arnavut tarihçi Sabri Bexha’nın verdiği bilgilere göre; “bu süreçte bölge halkı Sırp yönetim tarafından temel insan haklarından yoksun bırakıldı.

Halkın elindeki mal mülke el konmaya kalkışıldı. Kimi köyler boşaltıldı. Bazıları yakıldı. Birçok Arnavut vatandaşı, özellikle erkekler bir gerçek suçlama ve yargılama yapılmadan idam edildi.”

Sırp Krallığının bu uygulamalarına karşı büyük tepki gösteren Arnavutların sessiz ve eylemli direnişleri gelişti.

Bu direniş; Azem Beyta, Şota Galica, Selim Drevia, Mehmet Konjuhi, Bel Popova, Bajçinovci kardeşler ve Ramazan Maliki gibi önderler çıkardı.

Yerel başkaldırılar bir süre sonra büyük bir isyana dönüştü. Dağa çıkan direnişçiler yurtlarını korumak amacıyla Sırp Ordusuyla çete savaşlarına giriştiler. 

Sırplar ve Arnavutlar onlar için, çete/gerilla anlamında, Türkçeden aldıkları “kaçak” sözcüğünü kullanıyorlardı.

31 Aralık 1912-New York Times Gazetesi Başlığı: Sırp Ordusu katliamı

***

Direnişçi önderlerden öne çıkanlardan biri de Mehmet Konjuhi idi. 

Mehmet, Vushtrri (Vıçıtırın) vilayetinin Dubnica köyündendi. 

Ailesi, babası Latifi’nin öncülüğünde, Kosova’nın ortasında, bugünkü başkent Priştine’nin hemen güneyindeki Konjuh (Toplica) köyünden Bardh köyüne göçmüştü. 

Mehmet 1895 yılında burada doğdu.

Bu nedenle Konjuhi/Konjuh’lu diyorlardı aileye. Bir başka lakapları da Türkçe sözcükle “muhacir” idi. Bir yerden başka bir yere göç etmişlerdi çünkü.

Mehmet, çok genç yaşta Zehra hanımla evlenen Latifi’nin iki oğlundan büyüğü idi. Kardeşinin adı Zahit’ti (Sahit).

Bir Arnavut aile

Baba Latifi bir Arnavut yurtseveriydi. Kosova’da filizlenen Sırp yönetime karşı direniş hareketine yardımcı oluyordu. Çocuklarını da böyle, özgürlük tutkusuyla yetiştirdi.

Bu ortamda, küçük oğlu Zahit’in günümüzde yaşayan torunu Abdül Konjuhi’nin verdiği bilgiye göre, baba Latifi köylerinde İsa Terneva adlı Sırplarla iş birliği yapan bir kişi tarafından sırtından vurularak öldürüldü.

Mehmet daha on bir yaşındaydı. İhanete karşı kinle yüklendi küçük çocuk.  Öyle koşulluyordu insanı olaylar. İntikam elzemdi!

Hatta, İzmir-Bergama’da yaşayan ikinci kuşak Kosova muhacirlerinden Hakan Kutlu’nun verdiği bilgiye göre, küçük Mehmet ailece biriktirdikleri parayla bir çift öküz alan annesine çok kızmıştı. 

Oysa o, bir tüfek alacaktı biriken parayla. Babasının kanını yerde bırakmayacaktı!

Yalçın doruklara sahip dağları, yaman geçen kışları gibi, Balkan insanının davranışları sertti.  Eğri yol bilmez, dümdüz koşarlardı varmak istedikleri hedefe.

İhanet ise affedilmezdi! Zaman, bu coğrafyada böyle düşündürtüyordu insanlara!

Mehmet 16 yaşında, 1911’de babasını öldüren adamın dört oğlunu da öldürdü. Sanki babası Latifi geri gelecekmiş gibi!

Hem de babasının katili İsa, oğulları yerine kendisini öldürmesi için Mehmet’e yalvarmasına rağmen.

Trajediler üretiyordu bu topraklar!

Bu yıllar henüz Osmanlının hâkim olduğu, az zaman sonra Balkan Savaşının patlak vereceği ve Osmanlının Kosova’dan çekileceği zamanın arifesiydi.

İntikamın kötücül çekiciliğine kapılan, eli komşu kanına değen genç Mehmet Konjuhi dağa kaçtı ve “kaçak” oldu.

Anlaşmazlıkların arttığı, adaletin zayıfladığı koşullarda intikam meşrulaşıyordu sanki. Savaş ve kargaşa ortamı ya da bu durumun ayak sesleri insanı insanlıktan çıkarıyor; ölmeyi, öldürmeyi sıradanlaştırıyordu.

Mehmet ve Zahit Konjuhi

***

Sırp Krallığı, 1.Dünya Savaşının ardından 1918’de, bugünkü Sırbistan, Bosna Hersek, Makedonya, Kosova, Karadağ’ın tamamını, Slovenya ve Hırvatistan’ın bir kısmını içine alan Yugoslavya Krallığına dönüştü.

İkinci Dünya Savaşından sonra bu topraklarda Tito, “Yugoslavya Cumhuriyeti” adıyla sosyalist bir ülke oluşturmaya uğraşacaktı.

“Farklı kültürleri, kimlikleri olsa da insanlar eşit olacak, barış içinde yaşayacaktı”. Olamadı!

1918-1925 yılları arasından Yugoslavya Krallığı içindeki Kosova Arnavutları Sırpların başını çektiği Slav egemenliğine karşı çıktılar.

Priştineli Hasan Bey önderliğinde Kosova ile komşu ve aynı dili konuşan, Müslüman olanların yoğun yaşadığı Arnavutluk Devletinin birleşmesini amaçlayan “Kosova Ulusal Savunma Komitesini” kurdular.

Azem Beyta (Galica) önderliğinde, önde gelen Kosovalı Arnavutlardan Bayram Curri’nin de katıldığı silahlı büyük bir isyan hareketi başlattılar.

Baş kaldırı Azem Beyta’nın memleketi Drenica Vadisinde ortaya çıktı. Her yana yayıldı. Başlangıçta isyancı sayısının on binlere ulaştığı sanılıyor.

Daha önce de yer yer başlamış olan küçük isyan ateşleri tüm Kosova Dağlarını sardı. Azem Beyta’nın eşi, Şota Galica olarak anılan Kerime Radişeva da Azem’le birlikte savaşıyordu.

Bu ortamda Sırpların baskıları ve çete savaşları artarak devam etti.

Yugoslav: Sırp/Hırvat/Sloven Krallığı ve başındaki Sırp yöneticiler Kosova’daki Arnavut isyancıları bastırmaya kararlıydı. Bunun için acımasız şiddet kullanıldı.

Azem Beyta ve eşi Şota Galica

***

Araştırmacı Robert Elsie ve Beytullah D. Destani’nin verdiği bilgiye göre: 10 Şubat 1925’de Vuçitrin’in (Vıçıtırın) Ropice köyünde büyük bir katliam yaşandı. 

“Kaçak” Mehmet Konjuhi de köydeydi. 

Artık otuz yaşlarındaydı M.Konjuhi. Karıştığı cinayetlerden sonra dağa çıkmış, saklanmış, ilerleyen zamanda Sırp yayılmacılığına karşı çete savaşı veren Azem Bejta gibi önderlerin yanında direniş hareketine katılmıştı. 

Hatta Arnavut siyasetçiler: Priştineli Hasan ve İsmail Kemali’nin sağ kolu olduğunu iddia edenler vardı. Namlı bir isyancıydı artık olgun Mehmet Konjuhi.

Bölgenin Sırp Valisi Lukiç ve Jandarma komutanı Petroviçin emriyle asker Ropice köyünü kuşattı. “Kaçak” dedikleri, haydut saydıkları M. Konjuhi’yi yakalamak istiyorlardı. Ele geçirdikleri yerde katledeceklerdi onu.

Ancak Mehmet kaçmayı başardı. Sırp Jandarma Konjuhi’nin kaçmasından yalnızca ailesini değil tüm köyü sorumlu tuttu. Köy ateşe verildi.

Onu kadın, yaşları sekizin altında sekiz çocuk, elli yaş altında altı erkek olmak üzere 25 kişi yangında canlı canlı yandı, öldü. 

Bu kadar acımasızdı güçlü olan! İşgalcileri bu kadar çok rahatsız ediyordu demek Mehmet Konjuhi.

Mehmet Konjuhi

***

Kosovalı Arnavutların Yugoslav Krallığına karşı verdiği çete savaşları Kosova’nın her yanına yayılmıştı artık.

Sarp dağlar “kaçak”larla doluydu. Mehmet Konjuhi de bu savaşın içinde, isyanın elebaşlarındandı.

Sırp güçleriyle yapılan çatışmaların birinde ağır yaralandı. Arkadaşları onu direnişçilerin önderi Azem Beyta’nın köyü Galica’ya götürüp tedavi ettirdiler.

Ancak sol eli kalıcı olarak sakat kalmıştı. Bu haliyle bile kavgadan vaz geçmiyor, işgalcilerle vuruşmaktan çekinmiyordu.

Yugoslav Ordusu, 15 Temmuz 1925’de yine daha önceki bir çatışmada yaralanan Azem Beyta önderliğindeki otuz kişilik isyancı birliğini Kosova’nın ortasındaki Drenica dolayında kuşattı.

İsyancılar yörenin en yüksek yeri Çiçavica Dağına çekildiler. Her yanları kuşatılmış, çember hızla daralıyordu.

Çatışmalar dur durak bilmedi. İsyancılar teker teker ölüyordu. Sonraları bu olay üzerine yakılan Arnavutça türkülerde:

“Sa ka duşk ne mal aç kişte uştare”

“Dağlardaki meşeler kadar asker vardı”, deniyordu.

Komutan Azem Beyta da sağ kalan bir yoldaşıyla birlikte ağır yaralandı. Diğerleri öldürülmüştü.

Yaralı önderin Sırpların eline düşmesi an meselesiydi.

Bu durumu öğrenen diğer yurtsever önderlerden Popova ve Bayçinovci kardeşler bulundukları Llap Dağlarından, Beyta’nın saklandığı Drenica yöresine doğru yola çıktılar.

Yolda Şala Dağlarında bulunan Mehmet Konjuhi’yi de yanlarına aldılar.

Bu sırada M.Konjuhi de kendi küçük birliğiyle birlikte dağlarda tetikteydi.

Önderleri Beyta’ya yardıma koşanlar bir Sırp kontrol noktasına saldırarak, askerleri öldürdüler ve yoldaşlarını kurtarmak için Sırp Ordusu tarafından sarılmış Çiçavica Dağına sızdılar. Azem Beyta ve arkadaşını buldular.

“Kaçak”lar, çeşitli yerlere kurulan pusuları aşarak kuşatma bölgesinden çıkmayı başardılar. Ancak güvenli bir mağaraya vardıklarında Azem Beyta’nın bedeni çoktan tükenmişti.

Naaşının Sırpların eline geçmemesini vasiyet ettiği için içinde öldüğü mağaraya gömüldü. O mağara, o mezarın yeri bilinmiyor.

Anısı unutulmadı ancak. Şarkılara, destanlara konu oldu. Azem Beyta’nın adı Arnavutlar arasında bir bayrak gibi hala.

Ona yakılan türküleri dinlediklerinde gözleri yaşla doluyor Kosovalıların. Yaşamını halkına adamış kahramanlar ölmüyor.

Eşi Şota Galica, bir diğer önder Bayram Curri ile birlikte Sırp Ordusuna karşı direnmeyi yıllarca sürdürecekti.

Arnavutluk Devletinin Mehmet Konjuhi’ye verdiği kimlik kartı

*** 

Arnavutların önderleri öldürülmüş, ama isyan tam bastırılamamıştı. Yugoslavya’nın Sırp yöneticileri yakalattıkları isyancıları bulundukları yerde katlettirdiler.

Yaman bir direnişçi olan Mehmet Konjuhi kâh saklanarak, kâh kılık değiştirerek bir süre gizlenmeyi başardı.

Hatta, yine Bergamalı Hakan Kutlu’nun verdiği bilgilere göre bir kilisede kimseye fark ettirmeden, Hıristiyan kimliğine bürünerek barındı. 

“Meryem Ana” dualarını papazlardan daha iyi okuyor, bu ortamda edindiği bilgileri diğer “kaçak” yoldaşlarına iletiyordu.

Tabii ki bu çatışma ortamında yakalanamayan, öldürülemeyen M.Konhuji’yi egemen Sırp güçler her yerde fellik fellik arıyordu.

Bu süreçte, 1925 sonunda Mehmet Konjuhi yurt dışına çıktı. Karakterinde teslim olmak yoktu.

Kosovalı Arnavutların siyasal önderlerinden Priştineli Hasan’ın verdiği görevle, daha önce Sırbistan’dan zorla sürülmüş, Kosova’dan Anadolu’ya göçmüş muhacirlerden bir kısmını ikna edip Kosova’ya dönmelerini, direnişçilere katılmalarını sağlamaya çalışacaktı.

Direnişçiler, Kosova’dan çekilip onları düşmanlarıyla baş başa bırakan Osmanlıya olduğu gibi, Kosova’yı terk eden soydaşları Arnavutlara da küskündüler biraz: Onları Sırp işgalcilere karşı mücadelelerinde yalnız bırakmışlardı’ 

Kosova’dan ayrılan Mehmet Konjuhi önce İstanbul’a ulaştı. Yanında bir çanta dolusu para getirdiği söylenir. Ülke dışında da direnişi örgütleyecekti.

Osmanlı, Kosova muhacirlerini çoğunlukla Batı Anadolu’ya yerleştirmişti. Mehmet Konjuhi, akrabalarının anlattığına göre, İzmir-Bergama’ya, burada bulunan yakınlarının yanına geldi.

Kapı kapı dolaşıyor, onlardan bir kısmını yanına alıp Kosova’ya götürmek istiyordu. Direniş Anadolu’dan geri dönenlerle güçlenmeliydi.

Ancak o zamanki Sırp/Yugoslav Krallığı peşini bırakmadı. Kosova’daki isyan ateşini dipten söndürmekte, önderlerinin tümünü yok etmekte kararlıydı.

Kosova onlar için kutsaldı ve Sırp güçlerin olmalıydı! Ya da bölgenin siyasal birliğini sağlamaktı amaçları! Öyleyse karşı çıkan, baş kaldıran ezilmeliydi!

Mehmet Konjuhi’yi adım adım izleyen Sırp gizli ajanlar onu İzmir-Bergama’da buldu.

Kendini bir Arnavut direnişçi olarak tanıtan Ali Bajgora adlı bir Sırp casusuyla, kadim Bergama’nın yorgun sokaklarında karşılaştı Mehmet.

Kardeşi Zahit’in torunu Abdül Konjuhi’nin anlattığına göre, “bir kahvede oturup bir şeyler yediler, çay içtiler bu hainle!” 

Muhtemelen bu sırada Mehmet zehirlendi ve ertesi gün öldü. Yakınları tarafından Bergama’da gömüldü.

Mezarının, Bergama’nın eskiden mezarlık olan Akasya Parkı ile Kızıl Avlu denilen ören yeri arasındaki alanda, o zamanlar yeni açılan Kınık yolunun altında ya da çevresinde kaldığı sanılıyor.

Bergama Akasya Parkı

***

Yugoslavya’dan koparak, Sırbistan’ının itirazlarına rağmen yakın zamanda bağımsızlığını sağlayan Kosova’nın Arnavutları günümüzde ülkelerinin bütünlüğünü korumaya çalışıyor.

Hatta, idealleri “Molla e kuqe”: “Kızıl Elma” olan, komşu Arnavutluk Devleti ile birleşip “Büyük Arnavut Ülkesini” kurmayı isteyenler de güçlü Kosova’da. 

Öte yandan kuzeyde, Sırbistan sınırında, doğal zenginlikleri olan, Osmanlı döneminde de önemli bir yer olan Mitroviçe’de yaşayan Sırpların Kosova Merkez hükümetinin otoritesini dinlememe tutumu yöreyi istikrarsızlaştırmayı sürdürüyor hala.

Bağımsızlık savaşçısı Mehmet Konjuhi Kosova’da bir kahraman olarak anılıyor bugün. Yaşadığı yöre Vıçıtırın’de bir sokağa adı verilmiş.

Vıçıtırın’da Mehmet Konjuhi Sokağı

Son zamanlarda Kosova’dan gelen yakınları Mehmet Konjuhi’nin mezarını Bergama’da arıyor. Ondan arta kalan kemikleri alıp doğduğu topraklara götürmek istiyor.

Yurtlarını savunan kahramanlara saygı insanlık onurudur.

İzmir, Bergama nire Kosova nire?

Ege Bölgesinde, İzmir’de, Bergama’da o kadar çok Kosova muhaciri yaşıyor ki?

Yerlerinden yurtlarından edilmiş, yüzlerce yıl yaşadıkları topraklardan koparılmış, savaşın, savaşların kurbanları olmuş onlar!

Anadolu toprağında kendilerine yeni bir vatan bulmuş,  yeni bir hayat kurmuş,  göçtükleri yeni ülkeyi, katkılarıyla yüceltmişler.

Bir dönem İzmir’e Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapmış Ahmet Priştine’nin kökeni bile bugünkü Kosova’nın başkenti Priştine’ye dayanıyor olmalı.

Daha niceleri gibi!

Her zaman çoşkulu, özverili, dik, kararlı Kosova kökenli hemşerilerimize selam! 

 

Sefa Taşkın

03.02.2023

Bergama-Karşıyaka/İzmir