Cumhuriyet eseri Diyanet

KONUK YAZAR | Atatürk Araştırmacısı Ahmet Gürel, Cumhuriyet Ege için yazdı...

İZMİR / Cumhuriyet

Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, 22 Ocak 1924 günü gelen telgrafla kendisine iletilen halifelik sorunuyla ilgili olarak Uşakizade Köşkü’nde uzun bir çalışma yapmıştır. Gazi tarafından 22 Ocak 1924 Salı günü İzmir’den gönderilen cevap, Nutuk’ta şöyle yer almıştır: 

“…Halife ve bütün cihan, kesin olarak bilmek lâzımdır ki, mevcut ve korunmuş olan halife ve halife makamının, hakikatte, ne dinen ve ne de siyaseten hiçbir mana ve varlık nedeni yoktur. Türkiye Cumhuriyeti safsatalarla mevcudiyetini, bağımsızlığını tehlikeye maruz bırakamaz. Hilâfet makamı, bizce en nihayet tarihî bir hatıra olmaktan fazla bir öneme sahip olamaz. Türkiye Cumhuriyeti devlet adamlarının veya resmî heyetlerin, kendisiyle temasını istemesi dahi Cumhuriyetin bağımsızlığına açık tecavüzdür. Halifenin hayatının temini ve geçinmesi için Türkiye Cumhurbaşkanının tahsisatından mutlaka aşağı bir tahsisat kâfi gelir. Maksat debdebe ve gösteriş değil, insanca hayat ve geçim temininden ibarettir. Hilâfetin hazinesi yoktur ve olamaz. Böyle bir hazineyi ecdadından miras yoluyla elde etmişse resmen ve açık olarak bilgi verilmesini rica ederim” 

Saltanatın kaldırılmasına, cumhuriyetin ilânına karşın hiçbir gereği kalmayan halifelik, varlığını korumakta devam ediyordu. İstanbul’daki son halife de bu durumdan yararlanarak cumhuriyet rejimi karşısında ayrı bir kuvvetmiş görüntüsünü vermekten çekinmiyor, tantanalı törenler düzenliyor, devlet bütçesinden kendisine ayrılan ödeneği az görüyordu. 

Bu tutum, devrime karşı çevreleri kımıldanmaya yöneltiyor, bir kısım basın da halife yanlısı bir tutumun içine itiliyordu. Halbuki büyük özverilerle kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti’ni her türlü tehlikeden korumak vazgeçilmez görevdi. Artık halife sorununun da kesin şekilde çözülmesi gerekiyordu. 3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan bir yasayla hilâfet kaldırılarak son halife yurt dışına çıkarıldı.

Halifeliğin kaldırılışıyla Türkiye Cumhuriyeti, lâiklik yolunda bir büyük adım daha attı; zira millî egemenliğe dayalı bir rejimde, çağdaş ve lâik devlet kavramında "halifeli cumhuriyet" söz konusu olamazdı. 

Anayasa’da, 1928’de yapılan bir değişiklikle "Türkiye Devleti’nin dini, din-i İslâmdır" maddesinin de kaldırılması, cumhurbaşkanı ve milletvekillerinin yemin şeklinin yeniden düzenlenmesi, lâiklik yolunda aşılan büyük gelişmeler oldu. Nihayet 5 Şubat 1937’de lâiklik, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinden biri olarak Anayasa’da yer aldı.

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevi, kuruluş kanunu olan 429 sayılı Kanun’da “İslam dininin itikat ve ibadet alanıyla ilgili işleri yürütmek ve dini kurumları idare etmek” şeklinde ifade edilmiştir. Ülkedeki tüm cami ve mescitlerle bunların görevlilerinin idaresi Başkanlığa verildiği gibi tekke ve zaviyelerle bunların görevlisi olan şeyhlerin idaresi de Başkanlığa verilmiştir. 1925 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılması ile birlikte bunlara dair hususlar Başkanlığın görev alanından çıkarılmıştır.

Millî Mücadele'nin ilk yıllarında Ankara Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti'ni kuran ve ilk cemiyetin başkanı olan Mehmet Rıfat (Börekçi) Efendi, Millî Mücadele'yi desteklemiştir. O, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına Şeyhülislam Dürrizade’nin verdiği idam kararını bozmuştur. Günümüzde, onun yerine gelen başkanlar, Diyanet Başkanlığını kuran, vatan ve dinimizi düşman çizmesinden kurtaran Atatürk’ü hutbelerde anmamak aymazlığındadır. 

Mehmet Rıfat (Börekçi) Efendi, ülkemizin kurtarıcısı ve cumhuriyeti kurucusunun talimatıyla, Diyanet’i ve ülkeyi “meczuplar, şeyhler, tarikatlar devleti olmayacağız” diye yola koyulurken, günümüzün Diyanet başkanlığı, tarikatlarla içli dışlıdır. Devrim yasalarının uygulanacağı günler özlemimle. 

17 Temmuz 2023

Ahmet Gürel

Atatürk Araştırmacısı