Zamanın ötesinde bir yolculuk

Strasbourg, tarihin ve sanatın büyülü bir dokunuşla bir araya geldiği eşsiz bir kent.

Güven Baykan

Strasbourg, tarihin ve sanatın büyülü bir dokunuşla bir araya geldiği, her köşesinde geçmişin izlerini taşıyan, eşsiz bir şehir. Bu şehirde geçirdiğim her an, sanki zamanda bir yolculuğa çıkmışım gibi hissettirdi. Ortaçağ’ın zarif mimarisi, Barok sanatın ihtişamı ve modern dünyanın canlı renkleri, bu şehirde bir arada, uyum içinde yaşıyor. Her adımda Strasbourg’un derin tarihi, zengin kültürü ve sanata olan tutkusu beni büyüledi. Şehrin dar sokaklarında dolaşırken, nehir kıyısında dinlenirken ve görkemli müzelerini keşfederken Strasbourg’un bana sunduğu her deneyim, ruhuma işledi ve hafızamda silinmez izler bıraktı. Bu yazıda, Strasbourg’da geçirdiğim unutulmaz bir günün izlenimlerini ve bu büyüleyici şehrin ruhunu nasıl hissettiğimi anlatmaya çalışacağım.

Günümün ilk durağı, Gotik ihtişamıyla baş döndüren Strasbourg Katedrali oldu. Katedralin tepesine çıktığımda, şehrin kiremit çatılı evlerinden uzaklarda uzanan Vosges Dağları’na kadar uzanan manzara, âdeta beni büyüleyerek zamandan kopardı. Strasbourg’un yüzyıllardır sakladığı hikâyeler, bu manzara eşliğinde ruhuma fısıldıyordu. Her bir detay, her bir taş, bu şehrin derinliklerinde yankılanan tarihini hissettiriyordu.

Bir sonraki durağım, Rohan Sarayı’ndaki Güzel Sanatlar Müzesi oldu. Bu müze, sanatın zamansız doğasıyla beni büyüleyen bir tapınak gibiydi. Rönesans’tan Barok döneme uzanan eserler arasında dolaşırken, Caravaggio’nun (1571-1610) dramatik ışık oyunlarıyla hayat bulan tablolarında kayboldum. Özellikle “Kutsal Gece” adlı eseri, insan ruhunun en derin ve karanlık köşelerini gözler önüne seriyordu. Aynı zamanda, Botticelli’nin (1445-1510) “Meryem’in Taç Giyme” sahnesi, Rönesans’ın saf güzelliğini ve zarafetini taşırken, Rubens’in (1577-1640) “Antwerpen’de Büyük Etki” adlı eseri, Barok dönemin ihtişamını yansıtıyordu. 

Güzel Sanatlar Müzesi’nden sonra, Strasbourg’un tarihine daha derinlemesine dalmak için Tarih Müzesi’ne doğru yola çıktım. Eski bir kasap dükkânından müzeye dönüştürülmüş bu yapı, zamanın ve tarihin bir araya geldiği bir noktadaydı. Müzenin içindeki sergiler, beni Ortaçağ’dan günümüze kadar süren büyüleyici bir yolculuğa çıkardı. Bu sergi, Strasbourg’un Avrupa tarihindeki yerini daha iyi anlamamı sağladı; her bir eser, her bir belge, bu şehrin geçirdiği evreleri, karşılaştığı zorlukları ve kazandığı zaferleri fısıldıyordu. Strasbourg’un ruhu, bu müzenin her köşesinde yaşıyor gibiydi.

Günün sonlarına doğru, Modern ve Çağdaş Sanat Müzesi’ne (MAMCS) yöneldim. Bu müzede karşıma çıkan Gustave Doré’nin 1857-72 yılları arasında yapılmış “İsa Praetorium’dan Ayrılırken” adlı tablosu, beni derinden etkiledi. Doré’nin bu eseri, dramatik ışık kullanımı ve detaylı kompozisyonuyla, insanlığın acılarını ve derin ruhsal mücadelelerini gözler önüne seriyordu. Bu eser, dini temasıyla izleyiciyi tarihin derinliklerine götürürken, aynı zamanda insan ruhunun evrensel trajedisini ve kurtuluş arayışını güçlü bir şekilde ifade ediyordu. Müzenin geniş koleksiyonu, çağdaş sanatın güçlü ve etkileyici doğasını vurgularken beni modern sanatın derinliklerinde unutulmaz bir yolculuğa çıkardı. Bu koleksiyon izlenimcilik, art-deco, primitivizm, soyut sanat, sürrealizm, yeni realizm gibi çeşitli sanat akımlarını barındırıyor. Gustav Doré’nin (1832-1883) gravürleri, Jean Arp’ın (1886-1966) soyut heykelleri, Vassily Kandinsky’nin (1866-1944) soyut resimleri ve Pablo Picasso’nun (1881-1973) eserleri gibi yapıtlar, sanatın tarihsel evrimini gözler önüne seriyordu.

Strasbourg’daki bu büyüleyici günün sonunda, şehrin mutfağının lezzetlerini tatmadan ayrılmak istemedim. Bir Alsace restoranında oturup tarte flambée ve choucroute garnie gibi yerel lezzetlerin tadını çıkarırken, Strasbourg’un gastronomik zenginliğini damaklarımda hissettim. İnce hamur üzerinde krema, soğan ve tütsülenmiş pastırmayla hazırlanan tarte flambée, bu şehrin mutfak kültürünün özünü yansıtıyordu.

Son olarak, Ill Nehri’nde yaptığım tekne turu ile şehirle vedalaştım. Nehrin sakin sularında süzülürken, Strasbourg’un en güzel manzaralarını bir kez daha seyrettim. Güneşin batışıyla nehrin üzerindeki altın rengi ışıklar, bu şehri hafızama kazıdı. Strasbourg, tarihini, sanatını ve kültürünü benimle paylaşarak bana unutulmaz bir deneyim sundu. Bu şehirde geçirdiğim her an, kalbimde derin bir iz bıraktı ve bir gün yeniden bu büyülü şehre dönmeyi umut ediyorum.