Z kuşağının tarihçisi

YouTube’da gençlerin en çok izlediği içeriklerin başında tarih videoları geliyor. Bunun nedenlerinden birisi de Emrah Safa Gürkan. Şimdilerde Omnibus isimli kanalında hazırladığı içeriklerle yüz binlerce izleyiciye ulaşan Gürkan tarihi sıkıcı, ezberlerle dolu bir dal olmaktan çıkarıp gençlerin bağdaşıklık kurabileceği bir anlatı oluşturdu ve bu alanda öncü isimlerden oldu.

Deniz Ülkütekin

Tıpkı ekrandaki gibi enerjik, hızlı düşünen, hızlı konuşan ve karşısındakinden de aynı hızı bekleyen bir isim Emrah Safa Gürkan. Bu özellikleriyle günümüz genç kuşağının “bilgiye hızlı erişim” arayışına da uyuyor. Ancak tek özelliği bu değil elbette, onu böylesi popüler kılan. Oluşturduğu tarih anlatısıyla, dünyanın şekillenmesinde önemli rol oynayan olaylar ve dönemlerde kahramanlıklar, büyük akıllar kadar zaaflar ve sakarlıklar olduğunu hatırlatmasıyla da gençlerle farklı bir iletişim yakaladı. Gürkan’la iletişim becerilerini konuşmaya başladık ve laf lafı açtı.

Bir akademisyen olarak Z kuşağıyla kurduğunuz çok başarılı bir ilişki var ve bu konuda bence nadir örneklerdensiniz. Bu kendinden oluşan bir beceri mi, yoksa üzerine kafa yordunuz mu?

Ben oyun oynayan, interneti çok takip eden, teknolojiyle çok iç içe biriyim. Bunun da Z kuşağında bir karşılığı var. Bu iletişimi sürdürmek için bir taktik geliştirmiyoruz ama bunun beni yormaması için bir taktik geliştirmeye başladık. Çünkü çok yorucu oluyor. Farkındaysanız benim ardımdan bir sürü insan da papyon takıp ekranlara çıktı. Ama keramet onda değil, arkasında bir emek var. İnsanların beni kamera önündeki bir kişi olarak beğeneceklerini biliyordum. Fakat daha önce kimsenin ilgisini çekmemiş bir konuya onları yönlendirecek bir insana toplumun bu kadar aç olduğunun farkında değildim. Gazetelere bakın, herkes aynı şeyden bahsediyor değil mi? Örneğin seçim olduğunda seçim sistemleriyle ilgili bir tez okudum diye çıkan yok. Bu kadar popüler bilim insanı var ya bir film izlemiyor musunuz? Müzikle ilgili bir zevkiniz yok mu? Sadece güncel siyaset konuşmaktan bıkmadınız mı? Bizde insanlar ilkokul, ortaokul eğitimlerini ABD eğitimi yaklaşımıyla aldığı için tek boyutlu. ABD’liler de meslekleri dışında pek bir şey bilmezler ama bizim temel eğitimimiz de zayıf olduğu için ismi duyulan insanlar aslında hep aynı şeyleri anlatıyorlar. Benim anlattıklarımın bir kısmı da uzmanlık alanım değil, okuyarak öğrendiğim şeyler. İzleyiciler çok büyük emek olduğunu görünce aramızda bir bağ oluştu.

Türkiye’de aydın sınıfı popüler kültürle ilgili şeyleri tamamen dışarıda bırakıyor aslında bunlar da incelenmesi gereken şeyler değil mi?

Bizim gibi entelektüelin tek başına ayakta kalamadığı yerlerde insanlar hobi olarak değil, bir amaç uğruna entelektüel oluyorlarsa bu amaç para olamaz. O zaman niçin oluyorlar? Şık gözükmek için. Şık gözükmenin bir parçası da kaliteli şeylerle yan yana durmak. Halka inmek buna ters düşer. Kaldı ki Türkiye’de insanlarla sağlam iletişim kurmak o kadar kolay değil, sizi hemen linç de edebilirler. Bir de Türkiye’de çok fazla kentli, köylü çatışması olduğu için o kültür onlara hitap etmiyor olabilir. Bunu bir yere kadar anlayabilirim ama Kemal Sunal’ı bile beğenmemişler zamanında. İnsan şaşırıyor, sosyologların bunları çalışması lazım. Konu olarak beğenmiyor olabilirler ama iyi bir Türkçeyle beylik laflar... O zaman anlaşılmayan bir şey çıkıyor ortaya. Çok düzgün konuşmak, aksanlı insanlara aşağı hissettirmek için bulunmuş bir yöntemdir. Akademisyenlerin kimsenin anlamadığı terimlerle yazmasının da nedeni budur. Çünkü bazı dallar terim, kavram üretir ki dışarıdan gelen orada bir şey var sansın. Buna benzer bir şey konu seçimlerinde de oluyor. Gerçekten merakı olan birisi her konuyu çalışabilir. Entelektüellerin sanırım Lenin’den gelen bir “öncü olacağız” hedefi var ama öncü olurken iktidarı ele geçirip falan yapman lazım. Twitter hesabından ya da gazete köşesinden insanlara kültür empoze edemezsin. Bir de kendilerini, toplumun önde geleni görme huyu var, fakat burası Fransa değil ki. Cumhuriyetin kurduğu sağlıklı kurumlar yaşayamadı, sosyolojiye direnemediler, arkasından yeni kurumlar da gelmiyor. Bir de liberal çağdayız, adam kime bakacak bilmiyor. Senin entelektüel onayını kim veriyor, belli değil. Niye dinlesin adam seni? Kültürü ileriye taşımak istiyorsak yalnız demokrasiyle olamaz. Toplumun ortalamasının üzerinde olması gerekir ve devamlılık ister. Fuat Köprülü olacak, onun öğrencisi Halil İnalcık olacak, onunki İlber Ortaylı... Kültür ve bilimde süreklilik lazım. Sil, yeniden yap olmaz. Bunlar zaman isteyen şeyler ve bence cumhuriyetin en büyük başarısı kurumların zamanında yetiştirdiği o kültürel sermaye. Bizim sosyal yapımızdan gelen -bunu cumhuriyet de oturtamadı- bir tartışma kültürü yok. İnsanlar farklı fikirdeki herkesi ayrıştırıyorlar ve linç ediyorlar. Burada sorun şu: Bir tane özgün fikir için on tane saçma fikre tahammül etmeniz lazım.

Bilginin internet üzerinden yayılır olmasıyla uzmanlığın tanımı da değişiyor sanırım...

Artık erişme problemi yok. Uzman olmak, yorumda uzman olmak, yöntemde uzman olmak... Bunu eğitim hayatı boyunca çok fazla şey ezberlemek zorunda kalan biri olarak söylüyorum. Türkiye dünyaya kapalıyken kendine özgü fikirler geliştirmiş. Bunlar dünyadan kopuk olduğu için artık çok demode kalıyor. Türkiye’de 60 ve 80 yılları arasında yetişmiş insanlarda eğitim sorunu olduğunu düşünüyorum. Yeni kuşaklar dünyayla iç içe. 80’lerden önceki orta kuşak kendini geliştirme açısından kendinden önceki ve sonraki kuşakların gerisinde. Türkiye’nin sorunlarının da bundan kaynaklandığını düşünüyorum.

TÜRKİYE’DE KAMUSAL ALAN YOK

Türkiye ahlaken iki yüzlü mü?

Evet, çünkü kamusal alanda baskı olan yerde, toplumlar ikiyüzlüleşir. Çünkü insanın zaafları var. Bunları makul ölçülerde gösterebileceği bir kamusal alan olmazsa dışarıda başka içeride başka yaşar. Türkiye’de kamusal alan yok. Bu mimariye de yansımış, meydan yok. Avrupa’dakinin tam tersi şekilde  evler büyük ama meydan yok. İnsanlar sorunlarını açık açık konuşmaz, ayak divanlarında, özel alanlarda halleder. İngiliz kabinesi nasıl toplanıyor, Türk kabinesi nasıl toplanıyor bir bakın. Onlarda ufacık bir masa etrafında, bizde ise devasa bir masa, insanlar mikrofonla konuşuyor. Böyle bir ortamda sağlıklı bir fikir teatisi ortamı olmuyor haliyle.

Tarihçiler kendini öykülerin duygusuna kaptırıyor mu sizce?

İyi bir tarihçi kaptırmaz. Zaten hangi meslek olursa olsun biri bir şeye kaptırırsa kendini, işini kötü yapıyordur. Yıllarca televizyona çıktım, bir tane doğru düzgün soru sormadılar. Kendi önüme kamera koydum, konuştum yüzbinlerce insan izledi. Medyadaki kişiler okuyucusunu, izleyicisini aptal zannettiği için hep aynı soruları soruyor ve gündemi de onlar oluşturuyor. Yanlış gündem oluşturdukları için de kimse ne gazete okuyor ne de haber izliyor. Twitter’da ne değerli çocuklar var, neler tartışıyorlar bir bakın. Neden televizyon yıldızları YouTube’da kanal açınca tutmuyor? İçerik verme konumundaki adamın, kaliteli içerik verebilecek kapasitesi yok, olmadığı için de “bunlar anlamaz” diyor. Anladıklarını nereden anlıyoruz? Farklı bir mecra çıkıyor, orada bir kaos oluyor. O kaosun içinde verince alıyor. Bu bence liyakat sorunu, bu tip mekanizmaların başındaki insanlar yeterince iyi değil.

Ekranda bazen şaka yollu da olsa pragmatist bir insan portresi çiziyorsunuz.

Pragmatist bir insan esprisi yapıyorum çünkü pragmatist değilim. Bunun güveniyle o espriyi yapıyorum. Öyle olsam bunu göstermem. Eleştirinin önünü kapatmak biraz da “Siz demeden ben diyeyim” gibi.

EVLİYA ÇELEBİ TARİHİN ÖTESİNDE

Tarih anlatımında kahraman yüceltmekten kaçınıyorsunuz ama sizin çok etkilendiğiniz bir tarihi karakter var mı?

Evliya Çelebi! Çok gurur duyuyorum bu ülkeden çıktığı için, mutlaka okusunlar mükemmel biri. Hem çok komik hem bilgili hem antropoloji merakı var ve o dönemde onun gibi uzun seyahatname yazan bir adam yok. Çağımızın çok ötesinde. Bu yüzyılda yaşasaymış YouTube’a çıkardı muhtemelen.