Yoldaşların ufukları dar!

Atatürk, Türk ulusunu yeniden var etmek ve millet egemenliğini üstün kılmak için çıktığı yolda en yakınlarıyla bile ters düştü.

Prof. Dr. Şaduman Halıcı

10 Kasım günü Atatürk’ü ve bize emanet ettiği onurlu Türkiye’yi bir kez daha saygı ve minnetle andık. Her geçen gün onu yalnızca anmak değil anlamak gerektiğinin değerini de daha iyi kavrıyoruz. 

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, kanımca Türkiye’nin ilk ve en önemli girişimcisidir. Düş kurmuştur, en büyük düşü “vatanı ve milleti kurtarmak, Türk milletini egemen kılmak”tır. Daha 1907’de Ali Fuat Cebesoy’a “Meşrutiyet yeter çare olmaz” diyen odur. İhtiyaçlarını belirlemiştir; Türk milletini, “esin ve kuvvet kaynağım” diye tanımlamıştır. Kendisini “lider” olarak görmesi de ilk gençlik yıllarındadır. Selanik’te yakın arkadaşları Fuat Bulca, Nuri Conker, Fethi Okyar ve Salih Bozok’a heyecandan vücudu titreyerek gelecekte neler yapacağını anlatıp onlara biçtiği rolleri verdikten sonra Salih’e “Seninle hiç ayrılmayacağız. Seni yaverim yapacağım” diyen Atatürk, “Peki sen ne olacaksın?” sorusuna da “Sizlere bu görevleri verecek kişi” yanıtını verir. Yöntemi devrimcidir. 1918’de Karlsbad’da “Benim elime büyük yetki ve güç geçse, ben toplumsal hayatımızda arzu edilen devrimi bir anda bir coup (darbe) ile uygulayacağımı zannederim” diyerek gelecekteki yöntemini açıklar. Amacı para kazanmak yüksek mevkiler elde etmek midir? Hayır. 25 Ocak 1914’te Sofya’dan Madam Corinne’e yazdığı mektupla amacını şöyle açıklar: “Benim tutkularım var hem de pek büyükleri. Bu tutkularım yüksek makamlar ya da büyük paralar elde etmek gibi maddi emelleri karşılamakla ilgili değil. Ben vatanıma faydalı bir hizmet yapmış olmanın iç huzurunu taşıyacak bir düşünceyi gerçekleştirmek istiyorum.”

Atatürk amacına ulaşmak için örgütlenmenin önemini kavramış, yol arkadaşlarını çok erken yaşta belirlemiştir. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında düşünsel hazırlık tamamdır. Uygulama başlamıştır. Selanik’te 1907 yılında Hakkı Baha Pars’ın evinde “Köhnemiş, çürük idareyi yıkmak milleti hâkim kılmak için sizi göreve davet ediyorum” diyen Atatürk, Amasya Genelgesi’nde “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” cümlesi ile doğmakta olan laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ni işaret eder. İşaret, 29 Ekim 1923 günü resmen açıklanır. Açıklanır ama yol arkadaşları bu açıklamayı hazmedemez. Tıpkı İstanbul basını gibi onlar da Cumhuriyetin ilanı üzerinden Atatürk’le iktidar yarışına girmeye başlar. 

Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele, Cumhuriyet ilan edildiğinde İstanbul’dadır. 10 Kasım’da Kâzım Karabekir de onlara katılır. Milli Mücadele günlerinin bu dört önemli ismi de tıpkı kimi gazeteciler gibi Cumhuriyetin ilanını oldubitti olarak tanımlar ve kendilerine danışılmadığını ima ederler. Haklıdırlar, Mustafa Kemal Paşa onlara danışmamıştır. Çünkü Cumhuriyet konusundaki düşüncelerini ve giderek ayrıştıklarını bilmektedir. Orbay’a tepkisi Lozan görüşmelerinin ikinci dönemindeki tavrı, İsmet Paşa’yı karşılamaması, II. Grup’la dirsek teması nedeniyledir. Ankara’dan hareketinde kendisine Cumhuriyetten bahseden Kâzım Özalp’a “Buna mani olabilirsen, memlekete büyük hizmet etmiş olursun” diyen de Orbay’dır. Ali Fuat Cebesoy’a kırgınlığı Meclis ikinci başkanlığından ayrılması, bu makamı Rauf Bey’e hediye etmek istemesi nedeniyledir. Cebesoy’un 30 Ekim 1923 tarihli Vatan gazetesindeki demeci dikkatle okunmalıdır.

YOL DEĞİL YOLDAŞLAR DEĞİŞTİ

Cumhuriyetin ilanı hakkında benimsediği yol saltanat konusunun görüşüldüğü Refet Bey’in Keçiören’deki evindeki tavrıyla aynıdır. O gün Moskova’dan yeni döndüğü için görüş bildirmemiştir. Şimdi ise Konya Ordu Müfettişliği’ne atanıp siyaseti bıraktığı için görüşünü açıklamaz. Ama laf arasında diyeceğini der: “1908 inkılabında ben de çalışmış ve hazırlanmasında etkin olmuştum. Fakat ülke normale döner dönmez siyasetten çekilerek mesleğimle meşgul olmaya başlamıştım. Bugün de aynı davranışı gösteriyorum.”  

Karabekir’e gelince o, daha 1921 Mayısı’nda Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Grubu kurulunca Cumhuriyete gidileceğini anlamış ve “Cumhuriyet ilan edilirse Allah korusun, hayat ve bağımsızlığımızı bir kargaşa tufanı içinde boğar” demiştir (İH, s. 919). Karabekir, cumhurbaşkanını halkın seçmesinden yanadır. Adayı kendisidir. Refet Bele ise önce saltana sarılmış, o kaldırılınca hilafet saçağının altına girmeyi tercih etmiştir. Halifeye at hediye eden de odur. Orbay, Cebesoy, Karabekir ve Bele Atatürk’ün köşesine, Washington gibi çiftliğine çekilmesinden yanadır. 

Orbay, Cebesoy, Karabekir ve Bele’nin basını kullanarak yaptıkları açıklamaların amacı, 1946’da CHP içinden çıkan muhaliflerin DP’yi kurmalarıyla sonuçlanan Dörtlü Takrir’leri ile örtüşür. Nitekim Cebesoy, Vatan’daki demecinde özetle der ki: “TBMM’de tek parti vardır, başka parti olacağına ilişkin belirti şuan için yoktur. Ama bu gelecekte olmayacağı anlamına gelmez. Ben milletvekili olmakla birlikte asıl mesleğim olan askerliği seçtim.” Cebesoy, çok değil 13 ay sonra dava arkadaşlarıyla kurduğu Terakkiperver Cumhuriyet Partisi’nin genel sekreterliğini üstlenecektir. Cumhuriyetin ilanı öncesi Ankara’dan İstanbul’a geçmeden önce Cebesoy, Atatürk’e “Senin yeni apôtreslerin (yoldaş/yol arkadaşı) kimdir?” serzenişinde bulunur. M. Kemal Paşa’nın yanıtı net olur: “Benim apôtreslerim yoktur, Memleket ve millete kimler hizmet eder ve hizmet liyakat ve kudretini gösterirlerse apôtres onlardır.”

Bu düşüncesi nedeniyle yol arkadaşları, özellikle devrimleri uygulamaya koymaya başlayınca değişecek, Atatürk yolunu değil, yoldaşlarını değiştirecektir. Zira yol doğrudur, bazı yoldaşların ufukları dardır.