Yelkenciliğin ‘Everest’inde iki Türk: Dalgalar arasında tarih yazacaklar
Ezgim Mıstıkoğlu ve Diren Deniz Binaroğlu bugün başlayacak Ocean Globe Race ile okyanuslarda yelken açan ilk Türk kadını ve en genç Türk erkek denizci unvanlarını alacak. Bu yıl 50. kez düzenlenen tarihi yarış daha başlamadan Türk yelkenciliğinin tarihine geçen Mıstıkoğlu ve Binaroğlu bize yelken sporunun inceliklerini anlattılar.
Deniz ÜlkütekinEzgim Mıstıkoğlu ve Diren Deniz Binaroğlu... Bu iki genç yelkenci bu yıl 50. kez düzenlenecek “Ocean Globe Race”in (OGR) katılımcılardan “Translated 9” teknesinin sporcuları arasında. Yarış öncesi, şimdiden tarihe geçen sporcularla hem yelken kariyerlerini hem de sporun “nasıl”larını konuştuk.
- OGR’nin yelkencilik için nasıl bir önemi var? Bir de kısaca yelken yarışlarını bilmeyenler için bu sporun doğasını ve yarış kurallarını anlatır mısınız?
Diren Deniz Binaroğlu: OGR dünyanın en zor ve uzun yarışlarından. 50 yıldır süren “Whitbread Around the World” yarışının devamı. Hem yarışın uzunluğundan hem de aşılan okyanuslardan dolayı bu yarış yelken yarışçılığının “Everest”i olarak biliniyor. Yelken tamamen doğaya dayalı bir spor. Motor kullanmadan tamamen doğanın gücüyle hareket ediyoruz. Eğer rüzgâr varsa ilerliyoruz, dalgalar izin verdiği kadar yol alabiliyoruz ve rüzgâr yoksa akıntıyla geri geri gittiğimiz bile oluyor. (Gülüyor)
OKYANUS DALGALARI KORKUTUYOR
- Yarışın rotası oldukça zorlu deniliyor. Tarihi Ümit Burnu da geçilecek. Daha önce bu parkurlarda yer almış mıydınız? Sizi korkutan rotalar var mı?
D. D. Binaroğlu: Ümit Burnu ve Horn Burnu yarışın önemli noktaları olacak çünkü Güney Okyanusu’na girişimiz ve çıkışımız bu iki noktadan. Bu parkurda daha önce hiç yelken yapmamış olsak da Atlantik’te geçirdiğimiz süreler çok yararlı oldu. Beni en c¸ok en korkutan Gu¨ney Okyanusu ve Pasifik. Teknedeki go¨revimin bas¸ u¨stu¨ olması nedeniyle en riskli bo¨lgedeyim ve “Gu¨ney Okyanusu’ndaki dalgalardan korkmuyorum” diyen bir yelkenci daha hic¸ tanımadım. Buna karşın o¨ncelik kesinlikle gu¨venlikte olmak. Sonra yarıs¸maya bakacagˆım.
- Yelkene nasıl merak saldınız?
E. Mıstıkoğlu: 9 yaşımda İskenderun Yelken Kulübü’nde başladım. 5 yıl optimist teknesinde yarıştım sonra da üst sınıflara geçtim. Yelkenin ne olduğunu yelkene başladıktan sonra öğrendim. Ailem yazları boş geçirmeyelim diye bir spora yazdırmak istemişti, o da yelken oldu.
D. D. Binaroğlu: Yelkenle 6 yaşında Dragos Yelken Kulübü’nün verdiği ücretsiz optimist eğitimleriyle başladım. Ailem eğlendiğimi ve su ile haşır neşir olmaktan hoşlandığımı görerek sonraki yıl beni İstanbul Yelken Kulübü’ne (İYK) yolladı. İYK’da optimist takımına alındıktan sonra da yarışmaya başladım. Laser 4.7 ve Laser Radial de yaptığım bu dönemde birkaç uluslararası, sayısız ulusal yarışta başarı gösterdim ve üç yılda birçok milli takım kampına katıldım.
‘MÜZİKSİZ NASIL YAPACAĞIZ!’
- Bu yıl yarışta teknolojik cihaz yok. Ne gibi dezavantajlar yaşayacaksınız?
Ezgim Mıstıkoğlu: En büyük dezavantajlar otopilot olmaması ve hava raporlarını alamayacak olmamız. Otopilotlar, dümende kimse olmadan tekneyi verilen rotaya götürebilen aletler. Özellikle bu kadar uzun bir yarışta çok yardımcı olurlardı diye düşünüyorum ve ekibin dinlenmesine büyük katkı sağlarlardı. Hava raporları ise daha sağlıklı bir rota çizmemiz için iyi olabilirdi, neyseki teknede basınç farkını gösteren barometremiz var.
- Bu durum oldukça genç sporcular ve teknolojinin içine doğmuş bir nesil olarak bu sizi nasıl etkileyecek?
E. Mıstıkoğlu: Teknolojinin içine doğmuş biri olarak en büyük zorluk müzik dinleyememek olacak. Yarış başında telefonlarımızı alıp mühürlü bir zarfa koyuyorlar ve her ayak sonunda veriyorlar. Teknede mp3 bile yasak. Sadece kaset getirebiliyoruz. Her türlü zorluğa göğüs gererim ama müziksiz nasıl yapacağımı bilemiyorum. (Gülüyor)
VARDİYALI ÇALIŞIYORLAR
- Sekiz ay açık denizlerde olacaksınız. Yelken sporunu bilmeyenler için soralım, yarışlar nasıl geçiyor? Gün içinde nasıl bir görev paylaşımı var? Nasıl uyunuyor ve yemek yeniliyor?
Diren Deniz Binaroğlu: Yarış dört ayaktan oluşuyor, yani dünyayı dört parçaya ayırıyorlar. Her ayağın sonunda karaya çıkıyoruz ve 2-3 hafta dinleniyoruz. Yarış boyunca vardiyalar halinde çalışıyoruz. Teknede 10 kişiyiz, beşer beşer ayrılıp altı saatlik vardiyalara bölüyoruz. Altı saat boyunca tam performans yarışa odaklanıyoruz, kalan altı saatte de uyuyoruz. Teknede herkesin bir görevi var. Yelkenleri rüzgara göre en iyi şekilde ayarlayanlar “trimci” oluyor, yelken değişiminde görev alanlara “baş üstü” deniyor, “dümenci” zaten dümende, “taktiksyen” yarış taktiği veriyor ve “navigatör” de yönümüzü buluyor. İtalyan bir takımda olduğumuz için yemek konusunda çok şanslıyız. Kahvaltıyı herkes kendi yapıyor, öğle ve akşam yemeği için sıcak yemek pişiriliyor. Yemek yapmak için teknede 2-3 kişi görevli ve mutfak onlardan soruluyor. İlk haftalarda bol yeşillik, sebze ve et tüketiyoruz. Sonlara doğru konserve yiyeceklere ve patates, pirinç, makarnaya doğru yöneliyoruz. Teknede su yapıcı var. Deniz suyunu içilebilir suya çeviriyor. O yüzden su sıkıntısı çekmiyoruz.
YILDIZLARA SORACAKLAR
Yelken dünyasının en prestijli organizasyonunda sekiz ay boyunca okyanusta yelken açacak olan sporcular, Southampton - Cape Town, Cape Town-Auckland, Auckland-Punta Del Este ve Punto Del Este-Southampton ayaklarından oluşan yarışta hem birbirleriyle hem de zorlu doğa koşullarıyla mücadele edecek. 50. yıla özel olarak bu kez otopilot, GPS ve dijital aletlerin kullanılmayacağı böylece yelken tarihindeki “analog” döneminde anılacağı yarışta yön bulmak için teknoloji öncesi yıllarda olduğu gibi yıldızlara başvurulacak veya ticari gemilerden yön bilgisi istenecek.