Yaşamın eşlikçisi bir kupa

Maradona “Tanrı’nın eli”ni uzattığında neredeydiniz, ya da Baggio o ünlü penaltıyı kaçırdığında. İlhan, Senegal’e golü attığında ne yaptınız? Zidane Materazzi’ye kafa attığında yanınızda kim vardı? Futbol dünyasının dört yıl beklediği çılgınlık başlıyor. Dünya Kupası’nı Socrates Dergi’den İlhan Özgen’le konuştuk.

Deniz Ülkütekin

Dünya Kupası, futbolseverler için adeta dört yıl arayla gelen bir ayin. 1930’dan beri futbol dünyasını ülke bayrakları altında bir araya getiren organizasyonun 22.si Katar’da yapılacak. Ancak bu kez meşin yuvarlağın heyecanı biraz buruk. Turnuvanın sezon arasına alınması bir yandan, turnuvanın Katar’a verilmesinin ardındaki kirli pazarlıkların ortaya çıkışı diğer yandan... Kupa heyecanı daha başlamadan bitti mi? Bu soruya en iyi yanıtı verecek isim belki de Socrates Dergi Yazı İşleri Müdürü İlhan Özgen. YouTube’ta “Sinyor Ne Diyor” isimli programıyla futbol tarihi hakkındaki bilgisini binlerce izleyiciyle paylaşan ve takım tutmadan da futbolun sevilebileceğini gösteren Özgen ile Dünya Kupası’nın geçmişine, bugününe ve geleceğine bir yolculuk yaptık.

Hayal meyal hatırladığınız veya gerçek anlamda izlediğiniz ilk Dünya Kupası hangisiydi?

Hayal meyal hatırladığım bir Dünya Kupası yok. Avrupa şampiyonası Euro 92’de hatırladığım silüetler var. Danimarka’nın şampiyon olması... O zaman babamın görevi nedeniyle Konya’daydık. Oradaki insanların konuşmalarını hatırlıyorum ama oyuna ve oyunculara dair çok fazla bilgim yoktu. Okuma yazmayı o yıl Ömer Altay’ın Dünya Kupası kitabından sökmüştüm. Buna rağmen sahada olup bitene çok ilgi duymuyordum. 1993 baharında UEFA kupasında Roberto Baggio ile kesiştim. O günden sonra futbol bağımlılığım başladı. Bu yüzden 1994 Dünya Kupası öncesi birçok oyuncuyu biliyordum, Altay’ın kitabı daha çok şey ifade etmeye başlamıştı. Kupa sırasında da, -oğlu olacağını öğrendiğinde ilk cümlesi “Bir gün onunla Dünya Kupası izleyeceğiz” olan- babamla Almanya - Bolivya maçını izledik. Annemin hazırlıkları, evde içki içmeyen babamın birasını açıp içmesi… Dünya Kupası’nın ne demek olduğunu aslında o maçla anladım. Hatırladığım, her anıyla takip ettiğim, bende birçok şey ifade eden bir turnuvadır 1994.

Dünya Kupası’nın sizin için kişisel anlamı ve bu anlamın dünyaya yansıması hakkında neler söyleyebilirsiniz? Afrika’da iç savaştaki kabilelerin Pele'nin maçını izlemek için ateşkes ilan etmesi gibi örnekleriniz var mı?

Dünya Kupası insanları bir araya toplamak için en büyük ve kolay neden gibi. Kendi açımdan konuşacak olursam insanlarla bir şey paylaşmak demek. Çok romantik konuşmak istemiyorum ama şöyle anlatayım: 1994’te babamla izlemeye başladık ve sonrasında teyzeme gittik, eşi ve onun akrabaları vardı. Zafer Abiler, Levent Abiler… Biri Valderrama için Kolombiya’yı seviyordu, biri Völler hâlâ gol attığı için Almanya’yı... Babam Brezilyacı’dır ama artık kötü oynadıklarından şikâyet ediyordu. Ben de Milan yeni şampiyon olduğu için onları sevip ”İtalyanları neden kimse sevmiyor?” diyordum. O insanlar başka türlü 8 yaşında bir çocukla muhabbet etmezdi ama ben “Levent Amca, Donadoni çok iyi futbolcu değil mi?” dediğimde kendimi varsaydırdığımı hissediyordum. Yaşım ilerledikçe de benden birkaç yaş büyük dayımla sık vakit geçirip bir şeyler paylaştım. Sokağa çıktık Suker’i konuştuk, içeri girdik Bergkampın golünü konuştuk… Yani Dünya Kupası’nı hep nerede izlediğimle hatırlıyorum. Mesela 2002’de Türkiye - Brezilya maçını okuldan kaçıp Umut Can Sanön’ün evinde izlemiştik.

Futbolseverlerin anılarını futbolla ilgili olaylar üzerinden hatırlaması ilginç değil mi? Hem zaman olarak hem his olarak birçok insana göre daha iyi hatırlanabiliyor.

Kesinlikle, ama bence zihni taze tutmasının sebebi tam bahsettiğiniz durum. Günceli konuştuğumuz programlardan sonra bazen açıp hangi maç hakkında ne söylediğimi dinliyorum. Çok nadir hatırladığım maç oluyor. Atalanta - Napoli maçı mesela çok yakın bir tarihte oynandı, bir ay sonra büyük ihtimalle unuturum ne olduğunu. Ama Dünya Kupaları’nı, Şampiyonlar Ligi’ni… Hayatın birçok alanında da böyle. Bir kitapla kendimizi özdeşleştirdiysek o kitap bizde farklı iz bırakır. Birçok kitap okudum ama Sartre’ın Akıl Çağı’nın yeri ayrıdır, çünkü o dönemim garip ve bunalımlıydı. Bizim kuşakta az maç izlememiz de etkiliydi bana göre. Şimdi 10 yaşında çocuklar Messi’nin, Ronaldo’nun kaç bin maçını izliyor. Biz de onlar kadar izleseydik, şimdi o yaşlarımızdaki maçları hatırlamayabilirdik.

Futbolla haşır neşir insanlar futbolun birçok açıdan kirli bir spor olduğunu biliyor. Peki neden bu sevdadan vazgeçemiyor?

Kirli olduğunu düşünerek izlemiyoruz, ondan olabilir. Belki onunla spor takip etmeye başladığımızdandır. Bizden öncesi de var, babam da bu sporu daha fazla seviyor. Takım tutmuyorum, maç izlerken bir coşkum yok, İtalya kazandığında eskisi kadar sevinmiyorum ama seviyorum izlemeyi.

Dünya Kupası tarihinde sizin için en özel performans gösteren futbolcu hangisiydi?

1966’dan itibaren bütün kupaların maçlarını internetten izledim. Bana göre bir numara Maradona’nın 1986’daki performansıdır, tartışma götürmez. Tek başına mı? Hayır, yanlış buluyorum “tek başına” olayını ama performansı muazzam. İzlemeye kesinlikle değer. Dünya Kupası’na damga vuran maçları seçecek olursam da “Belçika ve Uruguay maçları” derim.

2000’lere kadar neredeyse her kupa belli bir oyuncunun ismiyle anılıyor. 70 Pele, 74 Cruyff, 78 Kempes, 82 Rossi, 86 Maradona, 90 Schilacci, 94 Romario gibi. Sonrasında genelde futbolcu ismiyle anılan kupa pek yok. Siz buna katılıyor musunuz? Futbol daha kolektif bir hâle mi geldi?

2002’ye Ronaldo, 2006’ya da Zidane kupası diyebiliriz aslında, ama sonrasında pek yok. Hem kolektif hâle geldi hem de herkesi tanıyoruz artık, şaşırtmıyor. Paulo Rossi ile İtalyanca bir röportaj yapmak en büyük mesleki hayalimdi. Hastalığını bilmiyordum, öldüğü gün çok üzüldüm. Pırlanta gibi de bir adamdı. Oyun olarak bir Maradona bir Zidane değildir ama hikâye olarak muazzamdır. Totonero’da ceza alıyor, bir türlü kendini aklayamıyor. Euro 1980’i kaçıyor. 1981-1982 sezonunun sonlarına doğru af veriliyor. Dünya Kupası’na geliyor. Varlığı hoş karşılanmıyor, grupta bir hayalet gibi geziyor. Turnuva’nın en kilit maçına çıkıyorlar, Brezilya ve İtalya. Cabrini’nin ona özgürlüğünü kazandıran ortasıyla hikâye başlıyor. Filmi yapılabilecek bir olay. Beni Ömer Altay’ın Dünya Kupası kitabında en çok etkileyen hikâyelerdendir. Pele de muazzam bir hikâyedir, hele 1970 performansı... Pele’nin attığı bin golünden çok futbola olan katkılarından bahsetmesini isterdim, zevzeklikleri ve her şeye bir kulp takması dışında çok önemli bir figür. Uruguay maçında kaleciye attığı vücut çalımı, İngiltere maçında kontrolü ve Jairzinho’ya asisti... İtalya’ya attığı goldeki atletizm... 1994’te Romario da beni çok etkilemişti. 2002’de Ronaldo’nun dönüşü çok güzel, bence bir Dünya Kupası kahramanı. Sonrasında çok fazla hikâye yok. Dünya Kupası denince aklıma gelen şeylerden biri de 1974’te Cruyff ile Beckenbaurer’in yan yana sahaya çıkışı. Çok ikonik bir an.

1974’TE DEĞİŞİM BAŞLADI

Dünya Kupası ne zaman ismiyle özdeşleşip dünyanın kupası hâline geldi?

Bence 1974. Televizyon sayesinde çok daha fazla yayıldı. Oyun bu dönemde modernleşmeye başladı. Doğu Bloku takımlarının paylaşıp hareket ederken oyandığını görürsünüz. Önceden teknik önemliyken fizik daha önemli olmaya başlıyor. 80’lerdeyse bu denge kuruluyor, hem teknik hem fizik var. Figürler açısından da 1974 çok önemlidir. Takımların ikon yüzleri karşı karşıya gelmiştir. Üçüncüsü, bildiğimiz Dünya Kupası tasarımı ilk kez bu yıl görülüyor. Babalarımızın yıllarca 1974’ü sayıklaması boşuna değil.

Her ülkenin kendi tarzıyla gelmesi de anlam katıyordu belki de. Şu an öyle bir şey var mı sizce?

Bence 2002 Dünya Kupası ile o bitti. 2002’den sonra herkes topun arkasına geçebildi. Babam 1982’deki maç yüzünden İtalya’ya yıllarca kin kustu. Yıllar sonra o maç YouTube’a düşmüştü, hemen babama izlettim. İzleyince “İtalya kötü oynamamış, sadece bugünkü gibi topun arkasına geçmişler” demişti. Bugün bakınca öyle tabii, o zaman, o futbola alışkın olmayınca başkaydı.

FİFA’NIN KARANLIK YÜZÜ

Kupanın Katar’da düzenlenecek olması çok eleştiriliyor. Ayrıca sezon arasında olması da “Yapalım da bitsin” havası veriyor. Daha başlamadan turnuvanın havası sönmüş gibi bir izleniminiz var mı?

Aslında 1978 Arjantin ve 2014 Brezilya’da da ev sahibi ülkeler kışı yaşıyordu, haksızlık etmeyelim. Ama dediğin çok doğru. 78 Dünya Kupası’nın Arjantin’e verilişi bir facia, 2010’daki felaket Netflix belgesellerine bile konu oldu. Afrika’da sanırım şehrin fakir tarafını göstermemek için perde çekilmişti. Birçok kupada kara bulutlar dolaştı ama Katar’da bunlar katmerlendi. Organizasyon kesinleştikten beş yıl sonra kışın oynatma kararı çıktı. Yazın orada futbol oynanıp oynanmayacağı bile tartılmadan verilen bir karar. Fikstür olayı, veriliş tarzı, insan hakları ihlalleri… Birçok soru işareti var ama Dünya Kupası’nda soru işaretleri hep vardı ne yazık ki.

Biraz geçmişe dönersek “Futbolun yüz karası” diyebileceğiniz olaylar neler?

Arjantin’in kazandığı 1978 Dünya Kupası bence en öne çıkanı, felâket bir şey. 2002’de Güney Kore aynı şekilde. Kore-İtalya ve Kore-İspanya maçlarında felâket şeyler yaşandı. Geçen turnuvada Rus milli takımında şaibeler oldu. Çeyrek finale çıkan kadrodan devam eden oldu mu? 1974 elemelerinde Şili’nin boş kaleye attığı golü hatırlayalım. Sovyetler Birliği, Pinotchet rejimini protesto etmek için Şili’ye gitmemişti. Şili’nin en önemli oyuncularından Caszely’nin ailesi aslında Pinotchet rejiminde büyük sıkıntılar çekmiş siyasi figürlerden biri. Ve tabii 1982’deki Almanya – Avusturya maçı, her iki takımın da Almanya’nın golünden sonra top oynamadığı ve beraber gruptan çıktıkları bu maç da yüz karasıdır.

MESSİ KAZANRISA İZ BIRAKIR

Katar’da ne olursa bu kupa hafızalarda iz bırakır?

İz bırakma ile ilgili örnek vermek gerekirse 2014’te 7 - 1’lik Almanya – Brezilya maçını hiçbirimiz tahmin edemezdik. Çok özdeşleşti o turnuvayla. Katar’a gelirsek, Messi kazanırsa seve seve iz bırakır. Messi bu sene pasörlüğü, topu alıp yönetmesi, takımla uyumu gibi açılardan beni büyülüyor. Bu arada şunu da söyleyeyim, bence Messi 2014’te yapacağını yaptı, o açıdan haksızlık edildiğini düşünüyorum.

Turnuvada favoriniz kim?

Favori, bana bilmişlik taslamak gibi geliyor, o yüzden biraz çekiniyorum. Ama Arjantin’i 1998’den beri bu kadar organize ve takım gibi görmemiştim. Kimi tutuyorsun derseniz, Danimarka ve Sırbistan’ı tutacağım. Danimarka geçen turnuvadan takdirimi kazandı. Plajdan gelip şampiyon olmaları aklıma kazınan ilk hikâye. 1998’de Danimarka gönlümüzü çalmıştı. Peter Schmeichel da en sevdiğim kalecidir.

KUPANIN GELECEĞİ SORU İŞARETİ

2026’da Dünya Kupası’na 48 takım katılacak. İlerleyen yıllarda Dünya Kupası’nın önemini kaybetmesi tehlikesi söz konusu mu sizce?

O karar bir facia, Katar kadar facia kararlardan biri bence. Çok elit takımların orada olması gerektiği bir turnuvayken yakında “Elemeye gerek yok hepsini oynatalım”a dönecek. FİFA belgeselinde de her noktada “FİFA para kazanmalı”yı görebiliyorsunuz. Önemini kaybetme tehlikesine gelecek olursak bence epeydir kaybetti zaten. Bunda Şampiyonlar Ligi’nin de yayıncılığın da payı var. Erişim çok kolaylaştı, istediğimizde Portekiz’den tutun Brezilya ligine kadar her şeyi izleyebiliyoruz. Futbolu bu kadar sevdiğimiz halde işimiz gereği birçok maç takip ettiğimiz için bazen “Yeter” diyebiliyoruz, futbolu hobi olarak gören insanlarda “Zaten yeterince izledik futbolu, Dünya Kupası’na gerek var mı?” anlayışı yaygın olabilir. Ben hâlâ o heyecanı duyuyorum tabii.