Yaşadığını hissetmek için
Savaşın ortasında çaresizliği paylaşan iki yabancının yaşamı güzelleştirme çabası.
Deniz Ülkütekin“Gellert Tepesi’nde Düş ve Gerçek”, bugünlerde acılarına yakından tanık olduğumuz savaşa, kurbanların gözünden bakmamızı sağlıyor. Deniz Barut ve adaşı Deniz Hamzaoğlu birlikte yer aldıkları oyunda savaşın içinde çaresizce sığındıkları bir sığınakta tüm acı ve korkuya karşın yaşamı güzelleştirmeye çalışan iki yabancıya rol veriyor. Başarılı oyuncu Deniz Barut’la savaşın tiyatrodaki yansımalarını konuştuk...
- Oyun, siyasi gelişmelerle birlikte son derece güncel bir konuya da temas eder oldu. Bu açıdan bakınca izleyici nasıl bir ruh haliyle ayrılıyor oyundan?
Bu üzücü bir tesadüf. Keşke bizim sahnede yaşadığımız bombalar altındaki mahsuriyeti bugün yaşayanlar olmasaydı ama oyun tam da buna işaret edecek şekilde zamansız bir algı üzerine kuruldu. Savaş dünün ve bugünün en acımasız kavramı. Hâlâ dünyada bir yerlerde oyundaki iki yabancı gibi bomba sesleri altında mahsur kaldıkları yerlerde ölümü bekleyen insanlar var. Seyirci böyle bir gündem olmasaydı da savaş temasından ve oyunda yaşanan gitgelli hallerden etkilenirdi ancak şimdi sahnede bizim yaşadığımız yoğun duygularla seyirci de daha da etkilenmiş, empati kurmuş, zaman zaman gülümsemiş ve düşünceli bir hal içinde çıkıyor salondan. Oyun sonunda bütün salonun bizimle birlikte yaşadığı kısa sessizlik anı bana çok şey anlatıyor. Seyircilerimizle, planlanmamış ama aynı anda hissettiğimiz, savaş mağdurlarını anlar, onları anar bir yerden kısa bir saygı duruşu gibi.
- Savaş gibi çaresizliğin yoğun olarak hissedildiği anlar, insanlararası dayanışma ve empatiyi de öne çıkarıyor. Ancak bu kavramları sırf zor zamanlarda hatırlamamız hakkında oyun üzerinden diyecekleriniz vardır mutlaka...
Evet ama azınlıktaki bir grup duyarlı insanın çığlıkları yeterli olmuyor çoğu zaman. Tıpkı önceki zamanlarda olduğu gibi bunu da unutacak insanlık. Yine önümüze sunulan haberler kadar bileceğiz savaşın gerçeğini. Başkalarının acılarından ders almama gibi bir huyu var insanlığın. Kendine dokunmayanı dertten saymıyor birçoğumuz. Dünyayı bencillik esir almış. Bugün gördüğümüz gibi kendilerini, medeniyet algıları, insan hakları konusunda söz sahibi ilan eden ülkeler savaşı görmezden gelebiliyor. Oyun, savaşın ortasında şans eseri sığındıkları bir sığınakta, çaresizce birbirine tutunmaya çalışan, oyunlar oynayarak yaşama ve güzel günlere dair umutlarını yarıştıran iki yabancıyı anlatıyor. Her türlü zorluğu ve travmayı yaşamış olmalarına rağmen birbirlerine tutunup hayatta kalmaya çalışıyorlar.
- Oyun savaşla birlikte düş ve gerçek arasında bulanıklaşan bir çizgide geziniyor. Bunun en temel nedeni de savaşın getirdiği şartlar. Oyunun psikolojik yönünü anlatabilir misiniz biraz?
Ben cenaze evlerinde gelen gülme hissine benzetiyorum oyunun ruh halini. Hani açıklayamadığımız bir blokaj olur acıya ve çaresizliğe karşı. Ölüme yakınlaşılan, ölümü hatırladığımız her an onu unutmak istercesine, reddedercesine iter zihnimiz varlığını. Oyunda da tüm zorluklara, çaresizliklere, açlığa ve yalnızlıklarına karşın bu iki yabancı bir an olsun gülmek, yaşadıklarını hissetmek için, sığındıkları mekanın nispeten şanslı imkânlarıyla oyunlar oynuyor. Savaş anksiyetesinin etkisinde insanın umuda olan bağlılığı, yaşama içgüdüsü, düş ve gerçeğin birbirine karıştığı bir ruh hali.
- Bugüne kadar rol aldığınız yapımlardaki karakterlerinizin birçoğu psikolojik derinliği olan karakterlerdi. Psikolojiye ilginiz olduğunu biliyorum. Bir karakteri incelerken onun psikolojik durumuna da bakar mısınız?
Kesinlikle, bence temelini de bu oluşturuyor. İnsanın varoluşu, mücadelesi, yoksunlukları, arızaları, erdemleri, toplamda ruh hali beni her zaman inanılmaz ilgilendirmiştir. Sanırım en keyif veren yanı bu. Bende var olan ya da hiç tatmadığım hisleri, olumlu olumsuz birçok duyguyu karakter aracılığı ile deneyimlemek.
KARAKTERLE KİMYA UYUŞMASI
- Bir karaktere bürünmeyi seçerken onun nelerine dikkat edersiniz? Nasıl bir karakter Deniz Barut'la yaşam bulmayı hak eder?
Ben oynayacağım bütün karakterlere her ne olursa olsun, iyi ya da kötü, bir haklılık zemini oluşturma, savunulacak bir alan bulup ona tutunma eğiliminde oluyorum. Bu bana o karakteri sevmeye, canlandırmaya teşvik etmeye ve sahiplenmeme yardımcı oluyor. Karakteri anlamaya ve bağ kurabileceğim kadar ayakları üzerinde duran, iyi hayal edilmiş ve metne iyi aktarılabilmiş olmasına dikkat ediyorum. Bence tıpkı hayatımıza giren diğer insanlarla olduğu gibi bir kimya uyuşması bu. Senaryoyu okuduğumda hissettiğim bir bağ.
YAZIYLA İLGİLİ DÜŞLER
- Yazmak sizin için bir kendinizi dinleme yolu mu, yoksa bir dışavurum yöntemi mi?
Kendimi iyi ifade ettiğimi düşündüğüm alanlardan biri. Üzerine çalışmaya devam ediyorum. Hayallerim var bu konuda. Umarım kısa zamanda bunların da üzerine konuşuyor oluruz.
TİYATRO BİR MEYDAN OKUMA
- Zor zamanlarda tiyatro insanların ve toplumların yaşamında nasıl bir rol oynar sizce?
Yüzyıllardır süregelen duyguların, düşüncelerin, durumların, olguların sahnede sergilenmesi. Bir meydan okuma. Bir yansıtma. Bir ışık tutma. Dikkat çekme eylemi. Her zaman her koşulda sahneden seyirciye seyirciden sahneye iyi gelecek ve ışık olacaktır.