Yalanı kavramlarla meşrulaştırmak
Gerçekliğin çarpıtılması veya kamufle edilmesi sırf günümüzün değil her dönemin sorunu.
Nazife GüngörTutturmuşuz bir post-truth. Yalan, dolan, kandırmaca ne varsa ona yükleyip çıkıyoruz işin içinden. Olup bitenlere bakılacak olursa, dünyanın çarpıtılmış bir gerçekliğin içerisinde olduğu doğru ama bunu gerçek ötesi, hakikat sonrası ya da post-truth gibi kavramlarla açıklamak ne denli doğru?
Eğer gerçek ötesi bir evre olarak kabul ediliyorsa, bu evreye ulaşmak için öncesini, yani gerçekliği tamamına erdirmiş olmak gerekmez mi? İçinde bulunduğumuz evreye post-truth denilmesinin nedeni insanların çarpıtılmış gerçekliği ya da gerçek olmayanı gerçekmiş gibi kabul etmeleri ise bunun örneklerine insanlık tarihinin her döneminde rastlamak mümkün. Belki de tek fark, içerisinde yaşadığımız çağda bunun, kitle iletişim araçlarıyla daha yaygın ve etkin olması. Özellikle de dijital teknolojilerin gelişmesiyle kitle iletişim araçlarının enformasyon üretim ve aktarım kapasitelerinin artıp etki alanlarının genişlemesiyle, adına post-truth denilen evrenin de çok daha belirgin duruma gelmesi söz konusu.
Gerçeğin, gerçek ötesinin ya da çarpıtılmış gerçekliğin temel unsuru bilgi olduğuna göre, bilginin üretimi, aktarımı ve yaygınlaşması ölçüsünde de gerçekliğin, çarpıtılmış gerçekliğin, yalanın, yanıltmanın vs. üretimi, aktarımı ve yayılması söz konusudur. O halde içinde bulunduğumuz evrenin bazı akademik çevrelerce post-truth olarak adlandırılmasının temelinde de kitlesel düzeyde bilgi/enformasyon aktarımının mümkün olması yatmaktadır.
Aslında post-truth insanlık tarihinin bütün evreleri için geçerlidir. Her şeyden önce insanlığın, kendi tarihini kayıtlara ne denli doğru geçtiğini sormak gerekiyor. Örneğin, tarih kitaplarında neden yalnızca güçlülere ilişkin kayıtlar yer alıyor? İnsanlık tarihi yalnızca yönetenlerden ibaret mi? Emekleriyle, alın terleriyle gündelik yaşamın sürdürebilirliğini mümkün kılan kölelerin, işçilerin, hizmetçilerin, yaşamına ilişkin neden hiçbir bilgiye yer verilmiyor? Kralların saraylarının, beylerin şatolarının görkeminden söz ediliyor da bunları inşa eden duvar ustalarının ortaya koydukları işin başarısına neden hiç değinilmiyor? Paşaların, padişahların zaferleri anlatılıyor da kanlarıyla bu zaferlere damga vuranlardan neden söz edilmiyor? Seçkinlerin tarihi yazılıyor da sıradan insanlar, kitleler neden kayıt dışı bırakılıyor? İnsanlığın kayıtlara geçen tarihi de bütünüyle bir post-truth değil midir?
Yaşadığımız dönemi bir yandan bilgi çağı olarak adlandırmak, diğer yandan da yalan yanlış her tür bilginin yayılmasını meşru zemine oturtarak, aktörlerini ve aygıtlarını temize çıkarmaya çalışmak tam bir çelişkidir. Bilgi, gerçeği, doğruyu içeriyorsa bilgidir. Gerçekle ilgisi olmayan, çarpıtılmış gerçekliği içeren şey bilgi değildir zaten. Yanlış, yalan, gerçekdışı enformasyon olabilir, bilgi olmaz. Bilgi, enformasyonun işlenmiş halidir. Enformasyonun işlenmesi ise işlenmemiş, yani ham bilginin aklın, zihnin, bilimin filtrelerinden geçirilerek doğruluğunun, geçerliliğinin sınanması, yalandan, yanlıştan, çarpık olandan ayıklanmasıdır. Günümüzü farklılaştıran ise dijital teknolojiler nedeniyle enformasyon kaynaklarının ve kanallarının çeşitlenmesi, yaygınlaşması, dolayısıyla da enformasyonun işlenmesi sürecinin çok daha çetrefilli hale gelmesidir. Ama diğer yandan da enformasyon kanallarının çeşitlenmesi, aktarılan enformasyonun farklı kaynaklardan test edilip doğrulanmasını, ayıklanmasını önceki dönemlere göre çok daha mümkün hale getirmiştir. Yani dezavantajlar var, ama bunları dengeleyecek avantajlar da yok değil.
Ayrıca içerisinde yaşadığımız çağı post-truth olarak adlandırırken bunun kimler için ne oranda geçerli olduğuna da bakmak gerekir. Bir yandan bilgi ve enformasyon kanallarını ellerinde bulunduran, dolayısıyla da enformasyonu istedikleri gibi işleyip, biçimlendirip kitlelere ileten kesimler ya da güçlüler; diğer yandan maruz kaldıkları enformasyonun doğruluğunu, geçerliğini değerlendirmekten bile aciz kitleler. Bir yandan zenginlik ve lüks içerisinde yaşayanların gerçekliği, diğer yandan yoksulluk ve yoksunluk içerisinde yaşayan kitlelerin çarpıtılmış gerçekliği. O halde adına post truth denilen çağımızın truth tarafında gücü elinde bulunduranlar, post tarafında ise yine her zamanki gibi güçten yoksunlar var. Güçlü kesim, kendini kamufle ederek, ürettiği çarpıtılmış gerçekliği kitlelere gerçekmiş gibi sunarak konumunu sürekli kılma çabasında. O halde post-truth olarak nitelenen şey, aslında egemenlerle egemenlik altındakileri ayıran bir filtre alanından başka bir şey değil.