Uyusun da büyüsün…. Ama ya hiç uyanmazsa?
İsveç’teki mülteci çocuklarda sıkça görülen aylarca, belki yıllarca hareketsiz kalma sorunu psikolojik ve genetik nedenlerle açıklanmaya çalışılsa da gizemini hâlâ koruyor.
Ömür TanyelGeçen aylarda basında, İsveç’te sığınmacı çocukların birden bire uykuya daldıkları, aylarca hatta yıllarca bu biçimde kaldıkları haberiyle bir kez daha karşılaştık.
Konu aslında 2000’lerin başında İsveç’te artan göçlerle gündeme gelmişti. Bazı çocukların uyanmaksızın hareketsiz kaldığı, idrar ve gayta kaçırmaya kadar giden bir durumdu bu. İlk olarak yine İsveç’te 1958’de bir psikiyatrist tarafından, şiddetli psikolojik travmadan sonra ortaya çıkan nadir bir bozukluk olarak tanımlanmış ama o dönemde çok da ilgi çekmemişti. Ancak 2019’da 424 mülteci çocuk üzerinde yapılan değerlendirmede konunun çarpıcı boyutu ortaya kondu.
Bu çocukların bulguları farklı olsa da sondayla beslenmeye gidecek kadar ağır tablo içinde olanlar da vardı. Hemen hepsinde belirli bir travmayla bağlantılı ortaya çıkan bir ruhsal sorun, depresif bozukluk veya travma sonrası stres bozukluğu denen bir öykü tespit edildi. Çalışmacılar bu çocuklara yaşadıkları sarsıntılar sonrası normal yaşamdan vazgeçmelerine dayanarak “vazgeçme sendromu” (resignation syndrome) tanısı koydular.
Zorlu yaşam koşullarında yüzleşmek yerine kaçma eylemi hem ruhsal hem fiziksel olabilir. Psikiyatride buna ilişkin çokça hastalık tanımlaması bulunur. Fiziksel kaçışı ise doğayı paylaştığımız bazı canlılarda görebiliriz. Çoğunlukla kuşlarda gözüken, tehlike anındaki “ölü taklidi” davranışı bunun tipik bir örneğidir. Sinir sisteminde yer alan ve “vagus” adı verilen, beyinle bağlantılı bir sinirin de işin içinde olması olayın sadece “psikolojik” olmadığının göstergesi.
Ölü taklidi eylemi insanda tam anlamıyla karşılığını bulamasa da bazı hastalıklarda bedenin tepki vermemesiyle ilgili de bir durum vardır. İsveç’te uyuyan çocuklar da zaman zaman psikiyatrideki bu önemli kavramla anıldı. Eski Yunancada kata (aşağı düşme) ve tone (gerginlik veya direnç) kelimelerinin birleşmesiyle tanımlanan bir durumdur, Katatoni.
Katatoni birçok psikiyatrik bozuklukla görülebilir. Çalışmalarda sadece katatoniye özgü bir genetik, yapısal, nörokimyasal bir neden saptanamasa da 40’tan fazla belirti tanımlanmıştır. Tepkisizlik, bedenin belli konumda durağan kalması, tamamen içe kapanma ve konuşmama en yaygın görülenler. Mülteci çocukların da muzdarip olduğu düşünülen bu olayla günümüzde daha kolay baş edilse de uzun yıllar katatonik bulgularla yaşayanlar oldu. Bu alanda rekor kıranlardan biri de ne rastlantıdır ki yine İsveç’ten.
Karolina Olsson, Oknö’de 1861’de doğmuştu. Kafa sarsıntısı geçirdiğinde 14 yaşındaydı. Beş gün sonra şiddetli diş ağrısı yaşamaya başladı. Ailesi, dönemin inançları gereği bu ağrının büyücü işi olabileceğini söyleyerek konuyu kapatmaya çalıştı.
Karolina o gece yattığı uykudan ertesi sabah uyanmadı. Kızın bakımını annesi sağlıyordu. Onun dışında çevreye karşı ilgisizdi. 32 yıl 42 gün geçmişti ki Karolina’yı yerde zıplar durumda ve ağlarken buldular. Uyuyan güzel artık uyanmıştı. Geçen süreye karşın okuma yazma içinde olmak üzere uykuya dalmadan önceki her şeyi biliyordu. 46 yaşında olmasına karşın 25 yaşın özelliklerini gösteriyordu. Karolina uykuda geçen yıllarını telafi etmek istercesine 88 yaşına dek yaşadı.
Tabii ki mülteci olmanın getirdiği travmalar eşliğinde ruhsal çöküntüleri yaşayan çocuklar sadece İsveç’te gözlenmedi. Ailesi Polonya’ya sığınma başvurusu yapmak isteyen ancak başvurularının reddedilmesiyle benzer sürece giren Eva’nın uyandıktan sonra çekilen simgesel fotoğrafı 2020 Dünya Basın Ödülleri Yarışması’nda aday gösterilmişti. Yine Güney Pasifik’te yer alan Nauru Adası’ndaki Göçmen Gözaltı Merkezi’nde de benzer çocuklarla karşılaşılmıştı.
Yakın dönemde Yunanistan’ın Midilli Adası’ndan bir göçmen kampından da benzer bilgiler yayımlandı. Ekim 2019’da Guardian’da çıkan habere göre Afganistanlı 9 yaşındaki Ayeşa’nın “neredeyse hareketsiz” olarak yaşamını devam ettirdiğinden bahsediliyordu. Bu durum küçük kızın ailesiyle yaşadığı çadırın yanında bir erkek çocuğunun bıçaklanarak öldürülmesinin ardından başlamıştı.
Peki, çocuklarda ortaya çıkan bu durum neden erişkinlerde yaygın olarak görülmüyor? Bu soruya net bir yanıt vermek mümkün değil. Nasıl fiziksel gelişim ergenliğin sonuna doğru tamamlanıyorsa, ruhsal olgunlaşmanın da çocuklukta geliştiği ve sarsıntılara açık olduğu, tehlike anında da kendini, bozulmamak için kapattığı ileri sürülen tezler arasında. Örneğin İsveç’te Göç İdaresi’nde bir aileye sınır dışı edilecekleri söylendikten sonra iki çocuk şiddetli bir endişeyle tepki vermiş ve birkaç gün içinde her ikisi de yemek yemez, hareket etmez duruma gelmişti.
Söz ettiğimiz olaylarda derin ruhsal çatışmalar yaşansa da kendini çevreden soyutlamayı başka olgularda da görmek mümkün. Japonya’da, “Hikikomori” olarak adlandırılan durum daha çok gençlerde gözükür ve kişiler yaşamdan elini ayağını çekip temel gereksinimler dışında, tüm zamanını odasında geçirir.
Bu hafta ayrılan yerimizin sonuna geldiğimiz için bu ilginç konuyu sonraki haftalara bırakalım. Son olarak henüz Türkçe’de çevirisi yayımlanmamış olsa da sizlere uyuyan güzeller hakkında Suzanne O'Sullivan tarafından yazılmış “The Sleeping Beauties: And Other Stories of Mystery Illness” adlı kitabı da öneririm.
Kaynakça:
Suzanne O'Sullivan, The Sleeping Beauties: And Other Stories of Mystery Illness, 2021
Anne-Liis von Knorring, Eur Child Adolesc Psychiatry, 2020 Aug; 29(8): 1103-1109