Ulaşılabilir sanat için

Süleyman Saim Tekcan ile özgün baskı sanatının ışığında bir yolculuk.

Güven Baykan

Geniş kitlelerin sanat eserlerine büyük bütçeler ayırması mümkün olmayabilir, özgün baskı sanatı, bu zorluğu aşmak için bir fırsat sunar. Litografi, serigrafi, gravür gibi tekniklerle çoğaltılan eserler sanatın erişilebilirliğini artırırken aynı zamanda sanatçının özgün ifadesini de korur. Türkiye'de bu alanda önemli bir yolculuğa çıkan sanatçı Süleyman Saim Tekcan, özgün baskı sanatını hem yaygınlaştırmak hem de geliştirmek için çalışmalar yürütmekte. Kendisiyle keyifli bir sohbet yaptık. Gelin özgün baskı sanatının büyülü dünyasına adım atalım ve birlikte keşif yapalım.

* Özgün baskı sanatına nasıl başladığınızı ve bu alanda kendinizi nasıl geliştirdiğinizi anlatır mısınız?

Ortaokulda bir matbaada çalıştığım dönemde kumpasa harfler diziyordum ve bu harflerden yazılar oluşturuyordum. Sonra yazıyı bir sayfa haline getirip tipografi olarak basıyordum. Ardından koltuğumun altına alıp “Trabzon’un Sesi Dergisi” olarak dağıtıyordum. Baskıyla ilgili yeteneklerimi belki de çocukluğumda yaptığım tipografi çalışmaları etkilemiş olabilir. Ancak çocukluğumda heykel ve yapı işleriyle de uğraşıyordum. Çamurla oynayarak at heykelleri, arabalar ve çeşitli figürler yapıyordum. Bu deneyimlerin etkisi elbette büyük ancak bunlar tek başına yeterli değildi. Öğretmen okulunda iyi hocalardan resim dersleri aldım ancak Gazi Terbiye'de Şinasi Barutçu gibi çok önemli bir hocamız vardı. Eğitimim sırasında, grafik, resim, heykel, maden işleri, ağaç işleri gibi farklı alanlarda eğitim alıyorduk. Gazi Terbiye'de geçirdiğim zamanlar benim için unutulmazdı. Hâlâ oradaki ilişkilerimi sürdürüyor ve zaman zaman orada konuşmalar yapıyorum.

* Türkiye’de özgün baskı sanatının gelişimi ve yaygınlaşması için neler yaptınız?

Picasso, Dali, Matisse ve Bacon gibi isimler, eserlerini dünya çapında tanıtmış olsalar da bu eserler genellikle orta sınıf için ulaşılmazdır. Bu yüzden litografi, gravür ve ağaç baskısı gibi baskı sanatlarıyla çoğaltılan eserler, sanatın daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlar. Türkiye’deki sanatçıların eserlerini de bu yöntemle çoğaltmayı ve kendi çalışmalarımı baskı sanatları aracılığıyla yaymayı düşündüm. Bu amaçla kurduğum atölye, yüzden fazla sanatçının eserlerini çoğaltabilecekleri bir mekân oldu. Atölyede dostluk ve yardımlaşma ruhuyla üretilen işler, 35 bin eserlik bir koleksiyon oluşturdu. Bu koleksiyon, yabancı sanatçıların da dikkatini çekti ve bienalimize katkıda bulundular. Sonuçta, müzemiz dünyanın en önemli müzeleri arasında yerini aldı ve 3 bin metrekarelik alanda sanat eserlerini sergilemeye başladı.

* Sinema oyunculuğu da yaptığınızı biliyoruz. "Sevmek Zamanı" filmindeki Başar rolü ile sinema tarihine geçtiniz...

Metin Erksan’la dostluğum, sanat tarihine ve resme olan derin bakış açımı zenginleştirdi. Onun “Sevmek Zamanı” filmi, her karesiyle sanatın inceliklerini yansıtan bir başyapıttı. Resimlerimi eleştirerek ve karşılıklı eser alışverişinde bulunarak birbirimizden öğrendik. Bu etkileşim, sanatımızı ve düşünce yapımızı geliştirdi. Sinema dünyasından aldığım teklifler ve bir dergi yarışmasında elde ettiğim ikincilik, sanatçı olarak görünürlüğümü artırdı. Sinemadan beklediğim maddi kazancı elde edemeyince öğretmenliğe yönelmeye karar verdim. Işık Lisesi’nde müdür yardımcılığı yaparken, Atatürk Eğitim Merkezi’nin kurucu hocası olarak eğitim alanındaki yolculuğuma başladım. Daha sonra Güzel Sanatlar Akademisi’ne geçiş yaparak akademik kariyerimi ilerlettim ve bölüm başkanlıkları ile dekanlıklar yaptım. Yeditepe Üniversitesi ve Işık Üniversitesi’nde kurucu hoca olarak görev alarak, sanat eğitimciliğimi daha da ileriye taşıdım.

TEKCAN TEKNİĞİ

* Özgün baskı sanatında kullandığınız “Tekcan tekniği” nedir? Bu tekniğin avantajları ve zorlukları nelerdir?

Sanat yolculuğumda eksiklerimi tamamlamak için Almanya’da eğitim aldım ve baskı atölyelerini inceledim. Baskı sanatında sürekli öğrenmenin ve araştırmanın önemini kavradım. Yaş üzerine baskı tekniğini geliştirerek üç temel rengi kullanarak sonsuz tonlar yarattım ve bu yenilik uluslararası alanda ilgi gördü. Çeşitli ülkelerde bu tekniği öğretmek için atölye çalışmaları düzenledim. Gravürde de yenilikler yaptım, metal üzerinde renkli gravür tekniğini geliştirdim. Bu çalışmalarım sanatçıların eserlerini daha çekici kılmalarına yardımcı oldu ve İmoga’nın kuruluşunda bu tekniklerle birçok sanatçıya hizmet ettim.

* Resim sanatınızda doğa, kültür ve tarih gibi konuları da işlediğinizi biliyoruz. Bu konuların sizin için önemi nedir ve nasıl yorumluyorsunuz?

Bedri Rahmi’nin Anadolu’ya olan sevgisiyle harmanlanan sohbetlerimiz, sanatımızın köklerini bulmamızda yol gösterici oldu. Aşık Veysel’in tınıları eşliğinde, kendi kültürümüzün izlerini taşıyan bir sanat yaratma kararlılığımızı pekiştirdik. Batı sanatçılarına öykünmek yerine toprağımızın renklerini ve motiflerini tuvallerimize taşıdık. Bu yolda ilerleyerek benzersiz eserler ortaya koyduk ve kendi sanat kimliğimizi oluşturduk.

BÜYÜK ÖDÜLÜ KAZANDI

* Son olarak 2022 yılında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne layık görüldünüz. Bu ödül sizin için ne ifade ediyor ve bundan sonra resim sanatında neler yapmayı planlıyorsunuz?

Önemli jüri üyelerinin ve sevdiğim insanların bulunduğu bir ortamda, adımın öne çıkması benim için büyük bir onurdu. Bu ödülü almak, çalışmalarımın ve sanatıma olan bağlılığımın takdir edildiğini gösteriyor. Kültür Bakanlığı tarafından verilen müze ödülü de dahil olmak üzere bu tür takdirler insanlığa hizmet etme yolunda attığım adımların değerli olduğunu kanıtlıyor.