Tutkusuyla farklı dünyaları çağırıyor
Onun için oyunculuk bir tutku. Onlarca ödüllü yapımın içinde onu çok deneysel bir işte de görebilirsiniz. Türk sinemasının son yıllardaki en başarılı oyuncuların Nilay Erdönmez, çok ses getireceğe benzeyen Şahmaran’da izleyici karşısına çıkmaya hazırlanıyor.
Deniz Ülkütekin“Oyunculuğu her şeyden daha iyi bilirim” diyor. Yaşam verdiği karakteri en ince ayrıntısına kadar düşünüyor, hesaplıyor. Onun için oyunculuk bir matematik işi. Ancak bir yandan içinde bıraktığı sezgisel, evcilleşmemiş bir yönü var.
Oyunculukta işin sırrı bu ikisini bir aray getirmek, diyor. Nilay Erdönmez, merakla beklenen, 20 Ocak’ta gösterime girecek Netflix yapımı Şahmaran’da Hare’yi canlandırıyor. Böylesi sıra dışı bir yapıma, sıra dışı oyunculuk yaklaşımı ve becerileriyle katkı vermesini izlemeden önce kendisinden hem öykünün bütünü hem de karakteriyle ilgili ipuçları aldık.
- Şahmaran’ı
birçok izleyici merakla bekliyor. Çekim ortamı nasıldı, biraz
anlatabilir misiniz?
Çalıştığım en keyifli setlerden
biriydi. Aslında zordu. Adana’da olduğu için. Devamlı gidip
geldim. Burada da tiyatro oyunlarım ve başka projeler var. Öyle
bir trafiğin içinde şehir dışında iş yapmak kolay değil.
Ancak yorgunluğunu en az şekilde hissettiren bir çekim oldu. Büyük
ölçüde yönetmenden kaynaklı. Umur Turagay bence muazzam bir
yönetmen. Dolayısıyla seti de muazzamdı. Baştan aşağı
yaptığım en güzel işlerden biri oldu.
- Şahmaran
mitine aşinalığınız var mıydı önceden?
Evet ilgimi
çeken bir hikâyeydi. Evlerde gördüğüm, çok karşılaştığımız
bir sembol aynı zamanda. Ancak daha çok projeden sonra ilgilendim.
Derin, insanın içine dokunan, yüksek bir hikâye. Orada yarı
yılan yarı insan figürleri oynuyoruz. Bir kadın var, adama aşık.
Öyle bir aşk ki kendini feda ediyor.
- Yılanın olumsuz
bir imajı vardır. Ancak bir yandan bilgelik sembolüdür. Yılanla
eşleşen bir karakteri oynamak yılanın anlamını yeniden gözden
geçirmek açısından ilgi çekici oldu mu?
Yılan
yılandır bence! (Gülüyor) Yılanlara bakış açımın çok
değiştiğini söyleyemem ama karakterlerin yeniden doğuyor olması,
kendimizi yenileyebilmemiz anlamında düşünmemi sağladı. Metafor
olarak bakmak lazım. Canlı olarak görsem yine kaçarım. Edebi
olarak güzel ama görürseniz yine de kaçmanızı tavsiye
ediyorum.
- Hare karakterini anlatabilir misiniz?
Çok
sürprizli bir karakter. Daha önce oynamadığım tarzda bir rol.
Bana gelen rollerin genelde karakter rolü olmasının getirdiği bir
şans mı bilmiyorum. Uçuk kaçık, hafif çatlak, dobra ve net,
gerçekleri ortaya dökmekten geri kalmayan bir karakter. Zaten
hikâye başlı başına müthiş.
Bizim coğrafyamız mitler açısından o kadar zengin ki bunları diziye çevirmek de hikâye yazarlığı becerisi gerektiriyor. Pınar Bulut bu noktada şahane bir yazar. Dijitalde başarı hikâyenin gücüyle orantılı. Çok iş yapılıyor ama hikâyesi güçlü olanları hatırlıyoruz.
-
Önceki yapımlarınız da Anadolu’dan güncel öyküler
içeriyordu. Bu bilinçli bir tercih mi?
Aslında
bilinçli. Ancak “Gelen senaryolar içinde bu ülkenin insanlarını
anlatanları seçiyorum” gibi değil. Bu benim yaşam biçimimle
ilgili. Siz neye meraklıysanız, o çıkıyor karşınıza. Ben hiç
bir zaman insanın tek yönüyle ilgilenmedim. Zaten hayata öyle
baktığım için... İki üç gün bir yere gittim geçenlerde, hiç
oturmadım. Sürekli bir merak... Dolanıyorum, bakıyorum. Pek rutin
bir yaşantım da olmadı. İnsanlarla iletişimim de öyledir. Tek
başıma gider kafede otururum, tatil yaparım, yurtdışına
giderim...
- Kolay uyumlanan bir insansınız
o zaman.
Hiç değilim aslında, kısa süreli gidip
gelmeyi seviyorum. Düzenime çok düşkünüm. Ev değiştirmek,
kıyafet değiştirmek sıkıntı. Ancak farklılığın içinde
olmak da beni dengeliyor. Merak olunca da çağırıyorsun farklı
farklı dünyaları.
- Çok fazla yapımda yer aldınız.
Bir kısmı ödüllü yapımlar, bir kısmı deneysel. Devamlı
denemeye devam ediyorsunuz. Bu biyografi bende, sinema ve oyunculukla
ilgili bir derdiniz varmış izlenimi uyandırdı.
Evet,
doğru bir gözlem. Her projede hayal edilen şey gerçekleşmiyor.
Kimse de “Filmimi 10 bin kişi izlesin yeter” diyerek yola
çıkmıyor. Herkes ya Cannes’a gidiyor, en olmadı Berlin’e
gidiyor. En son Antalya’da gösterime kadar gidiyor. Kimi zaman
“Buna da şükür” oluyor. Ya da herkes reyting rekoru kırmayı
hayal ediyor ama işler öyle gitmiyor. Proje seçmek diye bir şey
var ama genele etki edemezsiniz. Siz ne kadar iyi olursanız olun,
kamera sizi doğru çekemiyorsa geçmiş olsun. Tiyatro biraz daha
kendimin kotarabildiği bir alan bence.
- Projeyi
seçerken, “tutar mı”dan başka öncelikleriniz oluyor mu?
Ona
da bakıyorum tabii ki. Ancak şuna da bakıyorum, beni nasıl
kullanacak? Bildiği bir yerden tekrar eden bir figür olarak mı
istiyor yoksa yeteneklerimden faydalanmaya niyeti var mı? Risk de
alabilirim. Deneysel olarak gördüğünüz şeyler, risk aldıklarım.
Çünkü biliyorum ki niyet yeteneklerimi kullanmak. Ben yalnızca
televizyon oyuncusu değilim, karakter oyuncusuyum. O zaman kafa
kafaya verecek miyiz yönetmenle? Çünkü benim patronum yönetmen.
İşte orada işverenimle nasıl yaratıcı bir bağ kuracağımız
çok önemli. Deneysel işlere de ana akım işlere de bu yüzden
giriyorum ya da girmiyorum.
- Ana akımdan bir süredir
uzaksınız. Bunun nedeni de bu söyledikleriniz mi?
Evet.
Gerçekten inandığım bir karakter olmalı.
- Çok fazla
ödülünüz var..
Bunları nereye koyuyorsunuz diye mi
soracaksınız. (gülüyor)
- Onu da merak ettim siz
söyleyince. Bir köşeniz var mı evde?
Kitaplığımın
bir yerinde, evet.
- Asıl merak ettiğim, bir insan bir
işi iyi yapıyorsa o insanın işin formülünü bildiği öngörülür.
Siz de “Karakter oyuncusuyum” dediniz. Bir karakter oyuncusu
olmanın formülünü bilerek mi oynuyorsunuz? Yoksa kendiliğinden
gelişen bir durum mu?
Rol an işidir. Siz istediğiniz
kadar bir şey tasarlayın, fark etmez. Ben tamamen bilerek yapıyorum
bu işi. Hayatta en iyi bilerek yaptığım şey oyunculuk. Herhangi
bir yemeğin tarifini bile o kadar bilmiyorum. Milimine kadar
hesaplayarak oynuyorum. Ancak ömrüm boyunca da -o an gelecek
olanlara kendimi kapatmayacak kadar- bir yanımı cahil ve içgüdüsel
bırakacağım. Zaten oyunculuk yapmamın iki nedeninden biri o an
gelecek ve beni de şaşırtacak “Ne yaşadık dedirtecek”
anların heyecanı. Diğeri de ön hazırlıktaki heyecan.
-
Oyunculuğun bir matematiği var o zaman.
Olmaz mı? Metin
okurken analitik zekâ önemli. Çünkü her rol, başrol değildir.
Oynadığın her durum o kadar da önemli değildir. Bunu algılamak
için metnin bütününü okumayı bilmek lazım. Bütünü okumak da
analitik zekâ isteyen bir şey. Dramaturjinin içinde matematik
vardır. Ben küçücük bir sahneyi dev bir sahne kadar büyük
oynamıyorsam bu analitik bir çıkarım sonucu. Ancak bu formül de
sezgilere dayalı bir formül. Bunu da atlamamak lazım.
-
Bir yandan yönetmence bakış açısı geliştiriyor musunuz?
Oyun
yönetiyorum ara sıra. Yönetirken de oyuncuların çıkaracağı
şeyleri hevesle takip ediyorum. Hiç yönetmen olayım diye bir
hevesim de olmadı. Bana proje geliyor niyeyse. (Gülüyor)
Beğendiysem yapıyorum. Öncelikli mesaim oyunculuk.
-
Her karakterin tutkusu daha mı farklı oluyor?
Kimi rol
sizden fiziksel bir hazırlık ister. Kimi saçınızı kestirmenizi,
kimi uzatmanızı talep eder. Kimi kilo almasını gerektirir.
Gözetleme Kulesi için 10 kilo almıştım örneğin. Kimi rol de
çok dramatiktir. O rol de dramatik yönünüzü ister. Hangi
tarafınızı istiyorsa, o tarafın açığa çıkması gerekir.
Nasıl açığa çıkarıyorsunuz derseniz, o da işin sırrı.
-
Bu biraz da doğuştan edinilip geliştirilen bir şey gibi geliyor
bana.
Kesinlikle öyle ama bence herkes de oynayabilir bir
yandan. Benim için bu çok küçüklüğümde başlayan bir serüven.
Kendimi bildim bileli tiyatrolardaydık annemle. Benim için ileride
yapacağım işti o sahnede oyunculuk yapmak. Gerçekten de öyle
gelişti. Çok küçük girdim konservatuara, 17 yaşımdaydım.
-
Asıl sahneniz tiyatro mu?
Yoo, öyle bir şey yok.
Eğitimimi tiyatrodan aldım. Zaten konservatuar sizi tiyatro
oyuncusu olarak yetiştiriyor. Repertuvar oyuncusu derlerdi bizde.
Oyunculuğu öğrendikten sonra, “Şimdi tiyatroda oynuyorum, şimdi
dizide veya sinemada” diye düşünmedim. Rolle ne kadar
yakınlaştığım, aramdaki mesafeyi ne kadar azaltabildiğim
önemli. Benim meydan okumam bu.
"YOGA
YAPMADAN SAHNEYE ÇIKMAM"
- Meditasyon ve yoga da çalışma
pratiğinizin bir parçası mı?
Kesinlikle evet. Yoga
yapmadan hiç sahneye çıkmam zaten. Yogayı öğrendiğimden beri
böyle. Bu zaten çok bilinen bir yöntem ama biz bunları yeni
öğrendik bence. Sahnede ve kamera önünde anda kalabilmek için
bedeni çok dengeleyen bir alışkanlık. Oyun anında dış
etkenlere kendinizi kapatmanızı kolaylaştırıyor. Duyguların
akması, düşüncelerden arınmış biçimde orada var olabilmeniz
için çok kadim bir öğreti.
- Yaşamınızda nasıl bir
iyileşme yarattı?
Çok, bir sürü insan gitti
hayatımdan, bir sürü yeni insan geldi. Sonra onlar da gitti.
Beslenme düzenim değişti. Frekansı düşük şeyler çok fazla
kalmadı yaşamımda. Düşünce sistemini rahatlatıyor insanın.
Her şeyimi etkiledi.
"AYLA İLE
SEVMEDİĞİM TARAFLARIMLA YÜZLEŞTİM"
- Tiyatrodaki güncel
çalışmalarınızdan söz etmek ister misiniz?
Şu an
Galata Perform’un Kalanlar oyununda oynuyorum. Ekim’de DasDas’ta
prömiyer yaptık. Yeşim Özsoy yönetti, Itır Karabulut yazdı.
Aynı zamanda oyunun içinde bir kısa film var. Seyirci onu da
izleyebiliyor. Onun yönetmeni de Özgürcan Uzunyaşa. 11 Ocak’ta
Alan Kadıköy’de, 24 Ocak’ta DasDas’ta sahne alacağız. Beni
de iç dünyamda başka başka yerlere götüren Ayla isminde bir
karakteri oynuyorum. Biraz inişli çıkışlı bir karakter. Olay
bir cenaze evinde geçiyor. Dolayısıyla benim de kendi içimde çok
sevmediğim, yüzleştiğim zaman yorulduğum taraflarımla meşgul
olmamı gerektiren bir rol. Yüzleşme dediğim aslında bildiğimiz
şeyler de. Babam öldü iki yıl önce, oyunda da bir cenaze evi
var. Ne kadar benim olmayan duyguyla oynayabilirim ki? Hepsi benim
duygularım. Niye haftada bir babamın ölümünün yasını tutayım
ki insan yapar mı bunu? Ancak orada oynuyorsanız ortaya çıkan yas
size ait. Sağlıklı bir insan bundan keyif almaz ama oyunculuk da
keyif alıp en iyi şekilde yapmanızı talep ediyor.
- Dokunmak
yerine dokunma fikrini alsak?
Meta Aşk içerik
açısından oldukça yenilikçi ve dijitalleşmenin duygular
üzerindeki etkisini irdeleyen bir diziydi. Bizim için bir maraton
gibiydi. 12 günde çektik diziyi, işin zorluğu oydu. Metaverse
dünyasıyla çok haşır neşir değildim. Bu yenilikler
yakınlaştırdı. Bir de Kıvanç Sezer olması işin başında.
Onunla çalışmak çok keyifli.
- Peki metaverse’te aşk
nasıl olur diye düşündünüz mü?
Garip geldi.
Telefonumuz ne kadar ekrana baktığımızı gösteriyor ya, bazen “
Ekrana bu kadar baktım mı?” diyorum. Çevrene o kadar süre
bakmamışsın. Bu, algımızda bir şeyleri mutlaka değiştiriyordur.
Bir de metaverse, VR gözlükler işin içine girince “Hangisi
gerçek” diye soruyor insan kendine. Dizide de adam “Bir kere
dokunayım yeter” diyor benim oynadığım karaktere. Gerçekten
yetebilir mi diye düşündüm. Dokunma yerine dokunma fikrini satın
almak da daha az çatışmalı bir yaşam sunabilir belki, niye
olmasın ki.