“Türk üreticisi, Türk işçisi yükseleceksin!”
Mahmut Esat “komünist” suçlamalarına karşın sonuna kadar Türk’ün emeğini savunmuştu.
Prof. Dr. Şaduman HalıcıBaşlığı yine ben değil, Mahmut Esat Bozkurt atıyor. Bazı televizyon kanallarında Türk çiftçisinin/köylüsünün alın teri olan ürünlerin tarla fiyatı ile market/pazar fiyatları karşılaştırılarak aradaki uçuruma işaret ediliyor, çözüm isteniyor ya da çözüm önerisi sunuluyor. Bu haber ve yorumları dinlerken bir tüketici olarak, Mahmut Esat’ı sıklıkla anıyorum.
Mahmut Esat’ın çocukluğu Osmanlı’nın son döneminde Kuşadası’nda geçer. Çocuktur, sorgular. Babası ile çiftliğe giderken neden yanlarında silahlı korumalar olduğunu düşünür, sorar. “Eşkıyalardan korunmak için” der babası. “Çakırcalı, Gökdeli, Kamalı…” Halktan zorla para alan aynı eşkıyanın köprü, çeşme yaptırdığını, fakir kızları evlendirdiğini de duyar. Eşkıyalarla jandarmalar arasında çıkan çatışmaları işittiğinde onlara “lanet” eder çocuk yaşında. Sonra büyür. Milletvekili olur, öğretim üyesi, bakan olur… Bu süreçte gördükleri ve yaşadıklarıyla lanet ettiği günlerden utanır. (Anadolu, 9 Ekim 1933/M.E Bozkurt,Toplu Eserler, III, s. 91) Neden?
1930’lar Türkiye’nin dünya ekonomik bunalımının acı etkileriyle yüzleştiği yıllardır. 1929 yılında Lozan’ın gümrük bağıtlarından kurtulacağını, ekonomisinin ferahlayacağını düşünen Türkiye, geleceğe umutla bakarken yakalanmıştır ekonomik krize. Bu da yetmemiş ülkedeki bir avuç tüccar, gümrüklerin yükseleceği düşüncesi ile yeni tarife belirlenmeden aşırı ithalat gerçekleştirmiştir. Tüccarın stokladığı mal için piyasadan önemli miktarda döviz satın alması da Türk lirasının değerini düşürmüştür. İsmet Paşa’nın “isabetsiz bir telaş” çıkışıyla değerlendirdiği tüccarın bu tavrı, yalnız ithal mallarda değil ülkedeki üretim zincirinde bir halka olarak ortaya çıkan aracılarda da görülür. İşte Mahmut Esat da bu aracıları hedef alır. Kalemi, “Türk üreticiyi soyanlar var!” diye haykırır adeta. Başı açık, yalınayak çalışan üreticiyi soyanların Çakırcalı’dan tek farkı “başlarının melonlu, yakalarının kravatlı” olmasıdır ona göre. Bu soygun düzenine yol veren “ticaret serbesttir” anlayışına da bu nedenle şiddetle karşı çıkar. Ekonomide devletçiliği, milliyetçiliği savunur. Atatürk’ün “Bu memleketin efendisi Türk köylüsüdür” söylemiyle Türk milliyetçiliğinin en doğru yolunu gösterdiğini savunur. Bu milliyetçilik anlayışının ülkeyi saadete ulaştıracak tek yol olarak görür. Şöyle der: “Bu saadet, en aşağı 14 milyon öz Türk üreticinin -üzümcü, incirci, pamukçu, tütüncü, fındıkçı, buğdaycı, arpaca vs. üreticinin- eski zaman zalimlerinden, üstün ve baskın bir kısım tacirlerin elinden kurtarılmasıyla doğacaktır. Ben milliyetçiliği böyle anlıyorum” (Anadolu, 22 Ekim 1933, Toplu Eserler, III, s. 95-97)
KOMÜNİST SUÇLAMASI
Bu nedenle kooperatiflerin çoğalmasını diler, üreticiyi bunlar kurtaracaktır der. Der ama sosyalist olmakla, komünist olmakla suçlanır. Yazılarının İzmir’de Çiftçi gazetesinin yayınlanmasına neden olduğu söylenerek şikâyet ederler ondan. Ya bir gün “Ameleyi savunan gazeteler de çıkarsa ne olur?” diye soranlar bile olur. (Anadolu, 22 Ekim 1933).
Suçlamalara aldırmaz, yolundan dönmez Mahmut Esat. “Üreticinin, işçinin soyulduğu muhakkaktır. Nasıl soyulduğu malumdur. Serbestçiliğin, serbest iktisat sisteminin bu soyguna belli başlı bir sebep teşkil ettiği de meydandadır. Bunda dünya müttefiktir. Bana yalnız kabahatliler gücenebilir. Temiz insanların yazılarımı üstlerine alınmalarına sebep yoktur. Nihayet milyonlarca üreticiyi, milyonlarca öz Türk işçiyi unutarak üç beş kişiyi düşünemem” der (Anadolu, 26 Ekim 1933/Toplu Eserler, III, s. 98-100)
YAŞASIN TÜRK ÜRETİCİSİ
Mahmut Esat Türk üreticilere ve işçilere de seslenir. “Milliyetçilik, halkçılık, işçiyi, üreticiyi kurtarmak bunlar ihtilali yapan büyük partinin en esaslı ilkeleridir” der. İhtilali yapan partinin ilkeleri “birer latife” değildir der. “Yaşasın Türk üreticiler!” narasıyla şu vurguyu yapar
“ … Kızgın güneşler altında yalınayak, başı açık kanaya kanaya bütün bir ömür çalışanlar… Çektiğiniz sıkıntıları, çileleri biliyorum… İçinizde kulübesinin duvarını yapıp da üç yıldır hâlâ üstünü örtemeyenleriniz az değildir… Sizler çoluk çocuk göklerin yıldızları altında yatıyorsunuz! Her sene satılacak incirlerinizden, üzümlerinizden, tütünlerinizden medet bekliyorsunuz! Fakat sizin cebinize girecek kâr, bazı kravatlı eşkıyanın elinde kalıyor. Sen hâlâ üstü açık kulübende yıldızlara sarılarak yatarken, senin kârınla kravatlı eşkıya kâşaneler yapıyor. Yapsınlar! Büyük Türk şairi Yunus Emre’nin dediği gibi zaman gelir: ‘’Şol yüce köşkler, saraylar, viran olur kalır bir gün’ O vakit! Sen onların üstünde yükselirsin. Yükseleceksin.” (Anadolu 9-10 Ekim 1933/Toplu Eserler, III, s. 91-94)