Tüllerin içinden
Türk tasarımcı Tuğcan Dökmen’den Londra’da moda ve sanatı birleştiren bir sergi.
Meryem ParlakAnkara’da başlayan yaşamöyküsünü Londra’da sürdüren ve farklı açılardan baktığı dünyayı farklı disiplinleri bir araya getirerek anlamlandıran bir isim Tuğcan Dökmen. Küçük yaşlarda başlayan moda tasarım ilgisini eğitimle biçimlendiren sanatçı sonrasında Londra ve Paris Moda haftalarında yer aldı. Hüseyin Çağlayan, Diane von Furstenberg, Beymen gibi modaevlerinde çalıştıktan sonra Koreli sanatçı Do Ho Suh’nın ekibinin parçası oldu. Şimdi ilk kişisel sergisi “Tül” ile Londra’daki LOT Projects’te 27-29 Ekim arasında sanatseverlerle buluşmayı bekliyor. Yaratımla sürecini kendisinden dinleyelim...
- Bu bir moda sergisi değil de yaratıcı bir sanatsal birikimin dışavurumundan kalanlar diyebiliriz sanırım.
Her alanda disiplinlerarası siyah-beyaz sınırların ortadan kalkmaya başladığı bir dönemdeyiz. Tül bir moda sergisi olmamasına karşın moda işlerimden esinlenen bir sergi. Dediğiniz gibi yaratıcı birikimin doğal bir şekilde kendiliğinden dışavurumu. Sergide farklı renk ve yoğunluklarda düzenleyip iki cam arasına sıkıştırarak çerçevelediğim tüllerden oluşan iki boyutlu tekstil işlerim, ve büyük ölçekli açık hava enstalasyonlarımın fotoğrafları yer alıyor. Enstalasyon fotoğraflarını eşim Felix Koch ile birlikte çektik. Çerçevelenmiş işlerimdeki tülleri bazen beş kat, bazen de 100 kata kadar üst üste koyarak düzenliyorum. Her kat bir öncekinden daha kısa kesildiği için renkler transparandan opaklığa derece derece geçiyor. Bu geçişlerde oluşan çizgilere farklı formlar vererek desenler oluşturuyorum. Her kat tül elle kesilip kompozisyona yerleştiriliyor. Dikkat ve emek isteyen, zamanla geliştirdiğim bir teknik. Sergi, doğal manzaradan esinlenerek şeffaflığı, opaklığı, ışığı, renk tonlamasını, mekânı, iki boyuttan üç boyuta geçişi araştırıyor. Renklerin işimde önemli bir yeri var. Gündoğumu ve batışı sırasındaki gökyüzüne ve ufka olan hayranlığım, kat kat üst üste koyduğum tüllerin renk seçimine ve renk geçişlerindeki düzenine esin oluyor. Doğadan esinlenip çerçevelediğim kompozisyon ve renkleri, büyük ölçekli açık hava enstalasyonlarımda doğal manzarayla tekrar bütünleştiriyorum.
- Tülün sembol dünyanızda nasıl bir anlamı var?
Bir çok küçük çocuk gibi ben de farklı tarzlarda giysiler giydirdiğim değişik karakterledeki kadın resimleri çizerdim. Doldurduğum bu defterlerle başladı moda tasarımı merakım. Simdi görüyorum ki büyüyünce nasıl bir kadın olacağıma karar vermeye çalışmışım. O his benimle. Hâlâ büyüyünce nasıl bir kadın olacağıma karar vermeye çalışıyorum. O yüzden tasarımlarım ve tarzım arasında bir mesafe var. Hayal dünyam ve gerçekte olduğum dünya. Saydam, renkli, hafif, uçuşan tüller de bana kendimde daha çok görmek istediğim vurdumduymaz, rahat, neşeli havayı çağrıştırıyor. Kendi benliğim ile ideal benliğim arasındaki uçucu sınırı hatırlatıyor olabilir. Annem babam psikolog olduğu için fazla analiz ediyor da olabilirim tabii!
BOZKIR’A DÖNÜŞ
- Sergide Tuz Gölü kenarında, tarlada ve Anadolu bozkırlarında yaptığınız enstalasyonlar da yer alıyor. Çalıştığınız alanlar bana sadeleşmeyi, öze dönmeyi ve boşluklara yer bırakmayı çağrıştırıyor.
Hamileliğimin yedinci ayında eşimle Londra’dan Ankara’ya gittik. Pandemi dönemiydi ve kızımı doğurduğumda aileme yakın olmak istedim. 16 yıldan beri ilk defa Ankara’da bu kadar uzun süre kaldım. Yarım kalmış bazı işlerimi, hislerimi tamama erdirdiğim, sanatıma çok katkısı olan bir süre oldu ve sergideki işlere yansıdı. Bir çeşit yurda ve öze dönüş güzellemesi. Kat kat, üst üste koyduğum farklı renklerdeki tüllerle yıllardır çalışıyorum. Genelde birleştirip giysi yapıyorum veya iki cam arasına sıkıştırıp çerçeveliyorum. Ankara’da içimden bu sıkışıp kalmış tülleri ferahlatmak, özgürleştirip açık alana yaymak geldi. Kendi yarattığım bir çeşit baskı ve kaygıyla geçirdim yurtdışı yıllarımı. Sansürlediğim, dışarı çıkmak isteyen bir yanım var. Ankara’da yaşarken ilgimi hiç çekmiyordu ama şimdi hayatımın önemli anlarında bozkırın uçsuz bucaksız alanlarına dönme ihtiyacı hissediyorum. Sergi uzun süredir sıkışıp kalan tül katmanlarımın serbest bırakılması, yıllar sonra yeni bir anne olarak eve dönüşün getirdiği ruh halini yansıtıyor.
- Serginin açılışı Cumhuriyetimizin 100. yıl dönümüne de denk geliyor. Bu bilinçli bir tercih miydi?
Bilinçli değildi ama denk gelmesine sevindim. Çünkü Cumhuriyetin 98. yılı için Kızılay’a asılan bayraklardan da esinlenmiştim. Ankara’da tarlalarda gerçekleştirdiğim enstalasyonlar Kurtuluş Savaşı'nın yaşandığı bölgede. Bu bir tesadüf ama sonradan fark ettiğimde tam da Sakarya Savaşı’nın yapıldığı topraklarda tüllerimin dalgalanması bana çok hoş geldi, hüzünlendirdi. Yıllardır yurtdışında olmak gelgitler içinde yaşamama yol açıyor. Bir gözüm dünyada, bir gözüm Türkiye’de. Sergi benim için öze dönmekle, döndüğün yeri yeni bir gözle görmekle ilgili. Sergilenen işlerim bu tür duygular içinde kızımı doğurduğum dönemi yansıtıyor.