Travma da iyileşme de köklerde
Göçler, ölümler, haksızlıklar ve daha bir sürü olay... Ailenizde sizden kuşaklar önce yaşanmış kötü anılar travmalarınızın tetikleyicisi olabilir. Türkiye ve dünyanın birçok ülkesinde binlerce insanın derdine çözüm aradığı aile dizimine bir göz attık ve yöntem üzerine Aile Dizimi Uzmanı Feride Gürsoy ile konuştuk.
Deniz ÜlkütekinFiziğin en tartışmalı konularından kara deliklerle ilgili çalışmalar evrenin varoluşundan zamanın algılanışına kadar çözüldüğü sanılan birçok sorunun yeniden ele alınmasını gerekli kıldı. Kara deliğin içine düşen bir nesneye ne olur? Bu sorunun yanıtı fizikçiler için korkutucuydu. Çünkü tüm sonuçlar kara deliklerde herhangi bir nesne bilgisi barındırılamayacağını ortaya koyuyordu.
Bu şu demekti, evrenin gizemine ait en önemli yanıtları barındırdığı düşünülen kara deliklerdeki hiçlik, evrene ait tüm soruların anlamsızlığına işaret ediyordu. Neyse ki bir teori hemen yardıma yetişti; Holografik İlke! Buna göre kara deliğe düşen bir nesnenin bilgisi, olay ufku denilen alanda olabilecek en küçük boyutlarda kaydediliyor. Bu da şu demek; tüm evrende olan biten ve belki de olacak her şey olay ufkundaki küçük piksellerdeki iki boyutlu bilgilerin yansıması. Aslında evreni, kozmolojik ufukta anlayamadığımız bir dilde kodlanmış bir bilgisayar gibi düşünebiliriz. Buna anılarımız, geçmişimiz ve kökenlerimiz de dahil.
“Bizi biz yapan nedir” diye sorsak, en mantıklı yanıt anılarımız ve yaşam öykümüz olur herhâlde. Bu ikisi olmadan kendimizi tanımlamamız, neden var olduğumuzu anlamamız ve yaşam için kendimize bir anlam bulmamız zor olurdu. Anılarımızı ve kararlarımızı şekillendiren en önemli etkenlerden birisiyse aile. Dünyayı ilk anlamlandırmaya başladığımız yaşlarda öğrendiklerimizin çoğunluğunu aileden gelen bilgiler oluşturuyor. Bu bilgilerin ailenin yerleşik olduğu coğrafyanın birikiminden oluşan bir kültürü yansıttığı ve davranışlarınızın büyük ölçüde bu birikimin çağdaş dışavurumları olduğunu düşünürsek, aslında bireysel yolculuğumuzda ailemizin içinde olduğu geniş topluğunun çizdiği yolda devindiğimizi söyleyebiliriz.
Psikolojinin gelişim çağdaşlaşma tarihiyle eş zamanlı olarak seyretmiştir. Bunun nedeni de çağdaş insan sorunlarının önceki dönemlere göre fazlasıyla kendine has olması. Psikoloji öncelikle insanın, çalkantılı biçimde gelişen kent kültürü içinde uyumlu bir birey olarak konumlanmasını sağlamaya çalışırken bilinçdışını bu uyumlanmaya hizmet edecek şekilde konumlamaya çalışmıştı, ta ki Carl Gustav Jung ortaya çıkana kadar.
Jung antik çağlardan öyküler, mitler ve destanları çalışarak oluşturduğu arketipleriyle insanın arzuları ve davranış biçimlerine yönelik, öncüllerinden çok farklı bir bakış açısı ortaya koyarken yeni bir kavramı da psikolojiyle tanıştırıyordu; kolektif bilinçdışı.
Bu çıkış insan davranışlarını, karakterini ve travmalarını sadece kendisiyle değil, ait olduğu aile, topluluk ve coğrafyayla da ilişkilendiren zamandan bağımsız, insanın atalarından, köklerinden gelen, katman katman oluşturulan bir bellek alanı ortaya koyuyordu. Jung ayrıca kuantum fiziği alanında çok önemli bir yere sahip olan Wolfgang Pauli’yle yaptığı çalışmaları “Atomlar ve Arketipler” isimli kitapta bir araya getirerek, kolektif bilinçdışı ve kuantum arasında da bir bağlantı oluşturmuştu. Bu çalışmalar psikolojiye, insanın manevi dünyasıyla ilişkilendiren bir yön çizecekti.
DEPREMLE GELEN DEĞİŞİM
Aslında bir Hıristiyan misyoneri olarak Afrika’ya giden Alman aile terapisti Bert Hellinger’in yerel kabilelerin ritüeller yoluyla atalarıyla ilişki kurmasını incelemesi ise ortaya aile dizimi yöntemini çıkardı. Bireyi aile bütününün bir parçası olarak ele alan bu yöntemle travmalar ve bilinçdışında tutulan, ancak varlıklarını bilinçaltında sürdürmeye devam eden aileye ait parçalarla yüzleşmemiz amaçlanıyor. Bu yöntemi, psikolojiyle ilişkisini ve kadim ritüellerle bağlantısını Aile Dizimi Uygulayıcısı Feride Gürsoy’la konuştuk.
Gürsoy’un yaşamında 1999’daki Marmara Depremi bir dönüm noktası olmuş, o güne gelişini ise şöyle anlatıyor; “20'li yaşlarda iyi bir üniversiteden mezun oldum, iyi bir iş buldum ve iyi bir evlilik yaptım. Ancak hiç iyi hissetmiyordum. Farklı arayışlara başladım, yoga ve meditasyonla tanıştım.”
Deprem öncesinde Bodrum’da yaşıyor ve yoga ile düzenli olarak Şaman öğretilerini uyguluyormuş Gürsoy. O güne kadar çevresinde eğlenceli bir kadın olarak bilinse de çalışmalarıyla pek kimse ilgilenmemiş. 17 Ağustos’tan sonra ise telefonları çalmaya ve “bu yoga, meditasyonda neyin nesidir” soruları gelmeye başlamış. Gürsoy’a göre depremle toplumun oluşturduğu güvenli yapıda çok kişiyi iç yolculuğuna başlatan bir çatlak oluştu. Kendisi içinse “arayışın rehberliğe dönüştüğü bir dönem” başladı.
Aile dizimi, psikoloji ile ilişkilendirilen pek çok alternatif dal gibi bireyin travmalarının kaynağını ve çözümünü kökenlerinde arıyor. Gürsoy bu yöntemi şöyle anlatıyor; “Aile dizimi, bireyi aile bütününün bir parçası olarak algılar. Akıcı ve tatmin edici biçimde yaşamamızı engelleyen travmalar ve bilincimizin dışında tutmaya çalıştığımız ancak varlıklarını bilinçaltımızda sürdürmeye devam eden aile sistemimize ait parçalarla yüzleşmemizi sağlayan etkili bir yöntemdir.”
TRAVMA AKTARILIR MI?
Bu yöntem, kişinin gündelik yaşamında söze dökemediği, ancak bilinçaltında yansımaları sürekli karşısına çıkan bağları ile yüzleşmesine olanak tanıyor. Burada da karşımıza travmalar çıkıyor. Çok uzun süre insanın kişiliği, ailesiyle ilişkisi ve sosyal konumuyla ilişkilendirilen travmalar, gerçekten kuşaktan kuşağa aktarılıyor olabilir mi? Yanıtı Gürsoy veriyor.
“Travmaların kuşaktan kuşağa nasıl aktarıldığı konusunu gerek Şamanik gerekse sinir bilimi açısından ele alabiliriz. Bu, ikisinin içimde birleştiği bir yer oldu. O da evrimin kendisini yaşayan bir organizma olarak kavramak... Sinir sistemi eğitimleri aldıkça bugünkü Feride’yi oluşturan sinir sisteminin milyon yıl yaşında olduğunu kavradım. Böyle düşündüğümüzde, yaşam doğrusal bir düzlemde birbirinden kopuk parçaların sırayla durması değil, derinden yüzeye dalga gibi birbiriyle bağlı bir oluş haline geliyor. Şamanik öğretiler atalarımızdan, kemiklerimiz olarak bahsederler. Atalar geçmişte kalmış varlıklar değil, derinlerden bizi var edenler. Atalarımızın inançları, çevreleriyle uyumlanma yöntemleri bizim yaşam algımızı şekillendiriyor.”
EPİGENETİK ÇALIŞMALAR
Böylesi yaklaşımların en zorlayıcı kısmı, psikolojiyle ayrılan ve birleşen yönleri. Türkiye’de ve dünyada binlerce insan aile dizimi ve benzeri yöntemlerle travmalarına çözüm arasa da bilim bu yaklaşımları “alternatif” sınıfında değerlendiriyor. Gürsoy, günümüzde sinirbilim ile biyoloji alanındaki çalışmaları da içine kattığını söylüyor ve sözlerini şöyle noktalıyor;
“Sinir sistemi araştırmaları, Sinirbilim Uzmanı Stephen Porges'in ‘Polivagal’ teorisiyle travmaya bakış açısını değiştirdi. Biyolojide genlerin dış etkenler sonucu kendilerini ifade şekillerini değiştirmesini araştıran epigenetik çalışmalar, ortak ve arketipsel hafıza aktarımının nasıl gerçekleştiği konusunda daha çok bilgi sahibi olmamızı sağladı. Bilimle daha önce ilişkilendiremediğimiz maneviyatın enerji boyutunun iç içe geçtiği bir dönemde yaşıyoruz. Ben de çalışmalarımda bu çok boyutluluğa yer vermeye çalışıyorum.”