'Toplum kıskacında baskılanmışız’

Başrollerini Ece Dizdar ve Öner Erkan’ın oynadığı “Evlilikten sahneler” yeni sezonun dikkat çeken oyunlarından. Ingmar Bergman’ın 6 bölümlük mini dizisinden uyarlanan ve yönetmenliğini Kayhan Berkin’in üstlendiği oyunu Dizdar ve Erkan ile konuştuk

Emrah Kolukısa

Ingmar Bergman 1973 yılında çekmişti “Evlilikten Sahneler” adlı diziyi. İsveç televizyonu için çekilen 6 bölümlük bu mini dizi bir hayli ses getirmiş, Bergman daha sonra yeni bir montajla diziyi kısaltarak sinema filmi formatına sokmuştu hatta. 2017’de Rus sinemacı Andrey Zvyagintsev “Loveless” adlı filmini aslında “Evlilikten Sahneler”den yola çıkarak çekmiş ve eleştirmenlerden yüksek not aldığı gibi Bergman’la kıyaslanmıştı.

Woody Allen’dan Richard Linklater’a ve Noah Baumbach’a dek birçok sinemacının filmlerinde de referanslarına rastladığımız “Evlilikten Sahneler”in 2021 içinde izleyiciyle buluşan yeni bir versiyonu daha çekildi. Başrollerini Jessica Chastain ile Oscar Isaac’in oynadığı ABD yapımı yeni versiyonda bazı önemli değişiklikler vardı tabii; örneğin evliliği bitiren ihaneti bu kez erkek değil kadın yapıyordu.

Yeni dizi belki Bergman’ın ilk versiyonu kadar olay yaratmadı ama başrol oyuncularının performansları övgüyle karşılandı. Şimdilerdeyse Zorlu PSM’de başrollerini Ece Dizdar ile Öner Erkan’ın oynadığı tiyatro versiyonu var gündemde. Bergman’ın orijinal metnine sadık bir sahneleme gibi görünse de ciddi bir bakış açısı var bu yeni sahne uyarlamasının.

Türkiye’de bir türlü önü alınamayan (alınmak istendiği de şüpheli sanki) kadına karşı şiddetin altını çizen bu yeni versiyonu Dizdar ve Erkan ile konuştuk.

- Nasıl başladı her şey, kim kimi aradı, ilk kim projeye ‘evet’ dedi, yönetmen en başından beri sizi mi istiyordu örneğin, iki oyuncunun arasındaki kimyanın bu denli önemli olduğu bir oyunda birbirinize çok iyi uyum sağlayacağınızı nasıl anlamış, biraz perde arkasını merak ediyorum..

Ece Dizdar: Kayhan’la ben bu fikri bulduk önce ve Öner’e teklif ettik Johan’ımız ol diye… O da hemen kabul etti. Pandemi girdi araya önce, o arada zoomlarda buluştuk. Metne bakış açımız aynıydı, kısa sürede ekip olmayi başardık. Ortak paydada buluşan, birbirine alan tanıyan kişileriz genel olarak. 

Öner Erkan: Beni Kayhan aradı, metni gönderdi ve Ece ile partner olacağımızı söyledi. Oyunu okuduktan, filmi izledikten ve Ece ile olacağımı öğrendikten sonra, ben de projeyi kabul ettim.

Fotoğraflar: Vedat Arık

- Oynadığınız versiyonda Bergman’ın bazı bölümlerinin dışarıda bırakıldığını görüyoruz. Böyle olunca oyun da aslında farklı bir cümle söylemiş oluyor sanki. Sizce bu yorumun tercih edilmesinin altında ne gibi sebepler var, nedir izleyiciye iletmek istenen ‘mesaj’?

E.D: Temelde o materyalin arkasında 6 saatlik bir TV dizisi yatıyor aslında. Biz oyunu uyarlarken bazı bolümleri atmak zorundaydık açıkçası. Yönetmenimiz son kısmı dahil etmeyi istemedi, günümüzde böyle evrilen bir ilişki biçimini realist bulmadı.

Ö.E: Yani aslında çok fazla Bergman’ın ortaya koyduğu soruyu, soruları, sorunları dışında bırakan bir yorum sahnelediğimizi düşünmüyorum ben. Yani çıkardığımız bölümler, sadece tiyatro seyircisinin algısında daha ayrıntılılılandırılabilir fakat feragat edilmesi gereken bölümlerdi, dolayısıyla bir cevap bulmak yerine, ya da ‘mesaj’ yerine sorular soran ve aslında birazcık da sonuçları ortaya koyarak sorular soran bir yorumumuz var diyebilirim sanırım.

- Üstlendiğiniz karakterlerin söyledikleri, yaptıkları size tanıdık ya da bildik geldi mi? İçinizden Marianne’a ya da Johann’a bir şey söylediniz mi, ya da kızdınız mı, acıdınız mı?

E.D: Çok hem de. İkisinde de tanıdıklıklar var. İkisine de kızıyorum ve acıyorum. Yine konu dönüp dolaşıp kadın-erkek’ten insana geliyor benim için. Toplum kıskacında baskılanmış zavallı insanlarız. 

Ö.E: Zaten her oyunda mutlaka birazcık teğet geçen yerler, içinden geçen yerler, benzeşen, örtüşen yerler oluyor. Ya da onu bulmak zorunda oluyorsun, oyuncu olarak yükümlülüğün zaten bu oluyor. O insanı anlamak, kendini anlamak ile ilgili bir yol zaten bu.

- Oyunu çalışırken ve artık şimdi oynarken siz de değiştiniz mi dersiniz? Tabii aşka ve ilişkilere bakışınız anlamında soruyorum. Bundan bir yıl öncesine göre daha farklı bakıyor musunuz kadın erkek ilişkilerine?

E.D: Hayır hiç değiştirmedi o anlamda beni. Benim bu konular kafamda çok net bir şekilde çözüldü zaten son iki senede. O yüzden bu oyunu yapmayı istedim. :)

Ö.E: Yani değişim her an, her saniye olan bir şey. Başlı başına majör bir değişiklik yaşadığımı düşünmüyorum. Ama tabii sorular... Bu ortaya koyduğumuz sorular ile karşılaştığım ve onları düşündüğüm anlar, zamanlar oluyor. 

- Evlilik çıkmaz bir sokak mı sizce? Ya da evlilikte neyi yanlış yapıyoruz, yanlış anlıyoruz…

E.D: Ben büyük genellemelerden kaçmak isterim. Bu oyunu yapmayı isterken de amacım asla evlilikler böyle demek değildi. Toplum kıskacında bir kadın ve erkeğin evrensel bir birlikte var olma mecburiyetinde hissetmeleri kendilerini… İstek ve ihtiyaçlarını doğru analiz edemeyip, kendilerini özgürce gerçekleştirmeden bir başkasıyla var olma çabası ve bir başkasının kendilerinin ihtiyaçlarını doyurması gerektiğine dair bir varsayım. Toplumun kocaman onayladığı bir varsayım. Kişiler kendilerini yeterince tanıyor kendi varoluşlarının arkasında kendileri durabiliyorlarsa bu modelin işlediği de olabilir. Ben de örneğin kendi ilişkilerimde zaman zaman çok hata yaptım. Ama bu tür hatalar değil. Ben her zaman bireyselliğime, özgürlüğüme çok düşkün, ve dahi başka türlü olamayan biriydim. Konuya yine bireyin kendi bütünlüğünden bakıyorum yani.

Ö.E : Yani spoiler gibi olmayacak herhalde, ‘İki insanın bir arada yaşamasının bir yolu var mı acaba?’ diye bir repliği var Marianne’ın. Yani bu soruyu soruyoruz, sormuş Bergman. Tek başına bile insan çelişkilerle dolu, iki kişi de kolay değil galiba. Yani bunun sosyolojik, antropolojik olarak incelenmesi gerekir sanırım, ya da herkesin kendine dönüp bakması gerekir, bilmiyorum.

‘ÖDÜLLER CİNSİYET EŞİTLİĞİNİ GÖZETMELİ’

- 5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü’nde İbrahim Tatlıses’e Yaşam Boyu Onur Ödülü verilmesi bir hayli tepki çekti. Sen ne düşünüyorsun bu konuda?

Ece Dizdar: Ben yaşam boyu açıkça şiddet uygulamış bir adamın yaşam boyu onur ödülü almasını bugün artık doğru bulmuyorum. Markalar büyük paralar dökerken artık bazı verdikleri ödüllere cinsiyet eşitlikçi, hatta feminist kuramdan bakmak, olayı tamamen şiddetten arınmış bir perspektiften değerlendirmek ve verdikleri ödülleri de, ödül sundurdukları insanları da, aday gösterdikleri kişileri de biraz da buna göre seçmek zorundalar bence. Safları ancak bu şekilde sıklaştırabiliriz. 

- Oyuncular Sendikası’nda aktif bir görevin var Ece, ama çok da kolay bir iş değil yaptığın… Oyuncular cephesinde (senin sendikadaki görevin çerçevesinde) en ciddi problem nedir sana göre?

E.D.: Yönetim kurulu üyesi olduğum Oyuncular Sendikası’nda Cinsiyet Eşitsizligi ve Taciz konularıyla ilgileniyorum elimden geldiğince. Oyuncunun işçi olması gerekliliği ve çocuk oyuncu hakları gibi çok önemli gündemlerimiz var. Ancak benim kendi birimimde iş yerinde taciz, cinsiyet eşitliği kavramının farkındalığı, sektörel kadın dernek, kuruluş ve platformlarıyla dayanışma, şiddetle mücadele gibi konulara eğiliyoruz. Öğrencilerin farkındalığının gelişmesi, haklarını tanımaları, eğitimde sınırlarını çizebilmeleri bizim için çok öncelikli. Bunun yanı sıra varolan davaları takip ediyor, gerektiği yerde hukuki ve psikolojik destek vermeye çalışıyoruz. Sektörün artan desteğiyle sendika daha çok güçlenecek.

- Bu sezon seni bir de “Yasak Elma” dizisinde izliyoruz… Bahsetmek ister misin…?

E.D.: Yasak Elma kendine has bir janrı olan, seyircinin çok sahiplendiği bir ana akım dizi. Hayatımda olmayan bir renkti bu ve açıkçası rengarenk bir hale çevirdi hayatımı. İçinde olmaktan çok memnunum. Med Yapım cok adil bir set yürütüyor, 12 saat kuralına dakikası dakikasına uyan, haftada 5 günü geçmeden bölüm yetiştiren bir diziyiz. 

- “Aşk, Büyü VS.” adlı filmin de bu arada dünyanın farklı ülkelerini gezmeye devam ediyor.. Hoşuna gidiyordur eminim…

E.D : Bu tatlı filmimiz kendi yolculuğuna çıktı! Çok gülüyorum.. Gün geçmiyor ki başka bir ülkeye gitmesin. Büyüdü, yabancı arkadaşlarıyla yurtdışında buluşuyor gibi bir his.;)

‘PANDEMİDE HERKES ÇIKIŞ YOLLARI ARADI’

- Pandemi yüzünden bir süre sahneden uzak kalmak nasıl geldi Öner? Kendini ve mesleğini sorguladın mı mesela?

Öner Erkan: Yani sanki bütün dünya, pandemi ile beraber, böyle bir trenin içindeymişiz de trenin acil durum kolu çekilmiş gibi durdu. Bu icra sanatları için de, performans sanatları için de, performans sanatları sergileyen kişiler için de, müzisyenler için de, özellikle bir şekilde icraya dayalı sanatlar yapan insanların hayatlarına büyük darbe vurdu malum. Bir yandan da o hızlı trenin içinde bir an durmak ve etrafımıza bakmak, ne olduğumuzu anlamak ile ilgili de bir boşluk oluştu, bir türbülans oluştu; bakan ona baktı, bakamayan kendine çıkış yolları aradı, ama çıkış yolu bulamayanlar da oldu ne yazık ki. Yani herkes gibi bu durumdan oyuncular da etkilendi. Kendi adıma ben de o dönemi bir şeyler okuyup izleyerek geçirdim, onun dışında, daha önceden oynadığımız bir oyunumuz vardı, onu kameraya çekme fırsatı bulduk, oynayamaz mıyız acaba diye düşündüğümüz için. Bunun gibi işte... Podcast yaptım, ‘Kefe’ diye bir podcast. Bunun gibi çıkış yolları aradı insanlar, ben de onlarda görev almaya çalıştım. 

- Nuri Bilge Ceylan, Onur Ünlü gibi biribirinden çok farklı yöntemleri kullanan (biri mükemmeliyetçiliği ile bilinirken, diğeri bunu hiç umursamadığını söyler örneğin) yönetmenlerle çalıştın; ayrıca tiyatroda Berkun Oya ile en son müthiş bir işe imza attınız… Oyuncuyla kurdukları ilişki anlamında bu saydığım isimleri nasıl yorumlarsın?

Ö.E.: Yani herkesin başka bir karakteri, başka bir tarzı, başka bir yaklaşımı var. Mesela Nuri Bilge nispeten, oyuncularla çalışırken, zor diye nitelenen bir yönetmen, insanlar bazen bu şekilde yorumlayabiliyorlar, kısmen de doğruluk payı var, çünkü bir şekilde yönetmen, aynı zamanda auteur olduğu için kısmen kafasındaki resme oyuncuyu da getirmeye çalışıyor. O bakımdan biraz oyuncunun ekstra hazır olması ve onun istediğine göre şekillenebiliyor olması gerekiyor gibi. Onur Ünlü nispeten bu anlamda, oyuncuyu daha serbest bırakan bir yönetmen. Bunun dışında, Berkun ile çalışmak çok keyifli, gönül rahatlığı ile söyleyebilirim. Yani yazarken, yazdığı şeyin, nasıl diyeyim, yani notasyon mu denir partisyon mu, bir müzik eseri gibi, herkesin bölümleri, serbestlik içeriyor, yazım tekniği anlamında… Bir anlamda, bir standart tutturulduğunda üzerine rahatlıkla çıkabileceğin ama altına düştüğün zaman da tamamıyla fiyaskoya dönüşebilecek metinler olarak yorumlayabilirim; oyuncuya yaklaşım olarak da oyuncunun kafasında bir şeyleri açmak için çok basit anahtarlar, zarafetli, basit anahtarlar kullanıyor Berkun, o anlamda çalışması zevkli bir insan kendisi.