Tekke, zaviye ve türbeler neden yasaklandı?

Günlerdir küçücük kızımıza yapılan zulüm karşısında sesimizi yükseltiyoruz. Yükseltmekle kalmıyoruz bir daha yaşanmaması için çözümler üretilmesini bekliyoruz. Zulmün yaşandığı mekânın bir tarikat ve yaşatanların tarikat üyesi olması ise bizi yine tarihte yolculuğa çıkarıyor. TBMM’nin 30 Kasım 1925’te tekke, zaviye ve türbeleri yasakladığı o önemli kararını anımsıyoruz.

Prof. Dr. Şaduman Halıcı

İslam dünyasında dinin ibadetlere ilişkin kurallarının farklı biçimde yorumlanması “tarikat” adı verilen yapıları doğurmuştur. Üyelerinin toplandıkları ve ibadet ettikleri özel mekânlar da “tekke” adını almıştır. “Zaviye” ise tekkelerin küçükleridir.

Osmanlı Devleti’nde tekke ve zaviyeler başlangıçta gelişmeye açık kurumlardır. Resim, müzik, şiir gibi sanatlarla da ilgilenen bir tür sivil toplum yapıları, yaygın eğitim kurumlarıdır. Ne var ki ekonomik, siyasal hatta Koçi Bey’in risalesinde işaret ettiği gibi ahlaki çöküş toplumsal alanda yankı bulduğunda işler değişir. Müslüman halkı parçalamaya, iktidar sahipleri üzerinde baskı kurmaya, ayrıcalıklarını kötüye kullanmaya, halkı yalnızca duygusal değil ekonomik olarak da sömürmeye başlar. Osmanlı Devleti’nin 1918’de çıkardığı tüzükle yeni bir düzenlemeye gitmek istemesi bu kurumlardan duyulan rahatsızlığın göstergesidir.

ŞEYH SAİT AYAKLANMASI

Milli Mücadele döneminde, örneğin İstanbul Üsküdar’daki Özbekler Tekkesi mücadeleyi desteklerken kimileri de saltanat/hilafete bağlılık perdesi altında işgalci emperyalistlere hizmet eder. Hedefi çağdaşlaşmak olan Türkiye Cumhuriyeti’nin amacı denetimdir. 3 Mart 1924’te Diyanet İşleri Başkanlığı’nı örgütlerken ilk adımı atar. Tekke ve zaviyeler bu başkanlığa bağlanır (Resmi Gazete, 7 Nisan 1924). Yasaklamak gibi bir düşünce de yoktur. Ancak Nakşibendi şeyhi olan Şeyh Sait ayaklanması Cumhuriyetin sabrını taşırır. 13 Şubat 1925’te çıkan, amacı bağımsız Kürdistan kurmak olan ama “Din elden gidiyor” sloganıyla taraftar toplayan Şeyh Sait’in ayaklanması bastırıldığında yargılamaları Doğu İstiklal Mahkemesi yapar. Ayaklanmacıların ifadeleri isyan bölgesindeki Şeyh Şemsettin ve Hanili Şeyh Adem’in tekkeleri gibi kimi tekkelerin ayaklanma hazırlığı için merkez olarak kullanıldığını ortaya koyar. Mahkeme, 28 Haziran 1925’te bölgesindeki tüm tekke ve zaviyelerin kapatılmasına karar verir. Gerekçesi oldukça anlamlıdır: “Tekke ve zaviyelerin birer kötülük ve fesat ocağı oldukları ve bu tekkelerde ve zaviyelerde şeyhlerin kendilerine Allah süsü vererek, halkı kendilerine taptırmak gibi, dinin kabul edemeyeceği eylemler işledikleri, mahkeme huzurundaki ifadelerinden anlaşılması dolayısıyla … kapatılmasına karar vermiştir.”

Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal, yurt gezisine çıkar. 30 Ağustos 1925’te Kastamonu’da konuya değinir. “Ölüleri yardıma çağırmak uygar bir toplum için yüz karasıdır” der. “Bilimin, teknolojinin uygarlık ışıkları parlarken şu ya da bu şeyhin yol göstermesiyle mutluluk aramak ilkellik sayılmadır" der ve ekler: “Ey millet! İyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat, uygarlık tarikatıdır… Tarikatların başları bu dediğim gerçeği bütün açıklığı ile anlayacak ve kendiliklerinden tekkelerini kapatacaklardır.” Kapatacaklar mıdır? Hayır.

Gazi, 2 Eylül 1925 günü Bakanlar Kurulu’nu toplar. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasını, dinsel kıyafetleri kimlerin giyeceklerini ve devlet memurlarının şapka takmalarını öngören üç kararname çıkarılır. Tepkiler gecikmez. Kışkırtıcılardan biri de Bursa milletvekili Sakallı Nurettin Paşa’dır.

"İSLAMIN GEREĞİ DEĞİL"

Bunun üzerine Konya milletvekili Refik Koraltan ve arkadaşları yasa önerisi hazırlar. 30 Kasım 1925’te TBMM’de görüşülen öneri “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılmasına ve Türbedarlıklarla Birtakım Unvanların Yasaklanmasına ve Kaldırılmasına İlişkin Yasa”dır. Gerekçesinde üç vurgu vardır. Tekke ve zaviye gibi kurumlar İslam dininin gereklerinden değildir. Doğu İstiklal Mahkemesi bölgesel kapatma kararı almış, Ankara İstiklal Mahkemesi de bu kararın yurt yüzeyine yayılmasını zorunlu bulmuştur. Tarikatlar ve onlara ait kurumlar halkın samimi din duygularını siyaset ve ticaret aracı yapmaktadır.

Meclis’teki tartışmalarda Kütahya milletvekili Nuri Bey sömürüye vurgu yapar: “Büyücüler, falcılar, üfürükçüler, ellinde bir tabla içinde otuz kırk şişe hacı yağı, kalemis yağı diğer yağlar, karınca duası gibi şeyler satarlar, bunlar seyyar türbe halindedirler. Seyyar dervişler kendilerini çok bilgili gibi göstererek köylüden sekiz tane horoz, on tane delikli beyaz mecidiye alır ve sızdırır. Köylüyle birkaç gece uğraşır gibi görünür sonra sırra kadem basar.” (TBMM ZC; D:2, C.19, s.284)

Halkçı Türkiye, halkının samimi duygularının sömürülmesine izin vermez. Öneri yasalaşır. (Resmi Gazete, 13 Aralık 1925). Tekke ve zaviyeler kapatılır. Ancak, cami ve mescit olarak kullanılanlar varlıklarını sürdürecektir. Kapatılan tekkelerin binaları da genç Türkiye’nin eğitim yuvaları olur: Uygun olanlar okul olarak kullanılır, uygun değilse satılır ve elde edilen parayla okulu olmayan köyler ve köy çocukları okulla buluşturulur. (Cumhuriyet Arşivi, 180-9-0-0 / 1-7-1)

Unutulmaması gereken gerçek şudur: Atatürk Türkiyesi bu kurumları yasaklarken yüce İslam dinine hak ettiği saygınlığı kazandırmayı, İslamın Kuran ve Hadis gibi temel kaynaklarına göre öğrenilip yaşanılmasını sağlamak ismetiştir. 21. yüzyılda Türkiye’de yaşamaya devam edecek tarikat, tekke, zaviye ve türbeler yalnızca bu amacı benimsemeli, devlet de bu amacın takipçisi olmalıdır.