‘Tehlikeli Bölge’de Nostaljik Yolculuk

Seksenlerin gişe yıldızı Top Gun’ın küllerinden doğan “Top Gun: Maverick” şaşırtıcı derece başarılı bir devam filmi.

Başak Bıçak

Harold Faltermeyer’in synth çan efekti, Top Gun oluşumunu açıklayan ikonik açılış ve peşi sıra gelen “Danger Zone” fonunda, deri ceketi ve motosikletiyle göz kamaştıran, altmışına merdiven dayamış bir Tom Cruise...

Hazırsanız, koltuklarınıza yaslanabilirsiniz. 80’ler estetiğiyle bezeli nefis bir devam filmi kokpitte sizleri ağırlamaya hazırlanıyor.

Simgeleşmiş eserlerin yıllar sonra gelen devam halkaları konusunda temkinli olmak gerektiğini sayısız filmle deneyimledik. Elimizde yalnızca “Mad Max: Fury Road” ve “Blade Runner 2049” gibi sınırlı örnekler var ki şaşırtıcı biçimde, söz konusu iki örnek kadar olmasa da ‘en iyi devam filmleri’ listelerine girebilecek kadar keyifli bir seyirlikle karşı karşıyayız.

Özgün öyküden 36 yıl sonra gelen “Top Gun: Maverick” için “yeni bir şovenist anlatıya ihtiyaç var mı” denilebilir. Bir bakıma haklı serzeniş olacaktır ancak nasıl ki dünya, Top Gun’ın gişe rekorları kırdığı Ronald Reagan başkanlığındaki Soğuk Savaş döneminde değilse, “Top Gun: Maverick” de temellendiği temayı bir hayli yumuşatarak sunmayı başaran bir yapım.

Yönetmen Joseph Kosinski, eski filmle güçlü bir bağ kurmakta istekli, ancak bunu militarizm, vatanseverlik veya maço-erkeklik gibi temaları gözümüze sokmadan gerçekleştiriyor. Gülünç biçimde, Ukrayna’ya açtığı savaş sebebiyle, dünyanın “post-modern” bir soğuk savaş ortamında Rusya’ya cephe almasını düşünürsek, “Top Gun: Maverick”in salgın nedeniyle geciken gösterimi şu günlerde daha anlamlı olabilir. Çünkü yine karşımızda belirsiz bir hasım (uranyum zenginleştiren ülkelerden Rusya, Çin, İran) ve neredeyse olanaksız bir görev var. Elbette yine destan yazan ABD ancak bu kez özgün öykünün tek boyutlu yapısının ötesinde, geçmişle boğuşan, daha katmanlı eski ve yeni kahramanlarımız öykünün odağını oluşturuyor.  

Top Gun’ın girişi, film boyunca hissedeceğiniz duyguyla uyum içinde... “Maverick” lakaplı Pete Mitchell eskiden olduğu gibi, yine kurallara karşı duran tavrıyla karşılıyor bizi. Tom Cruise, Maverick olarak hâlâ görkemli, ancak geçmişin hayaletleri kahramanımızın ensesinde. Çünkü en yakın arkadaşı Goose’la, oğlu Rooster aracılığıyla bir tür hesaplaşmaya giriyor. Ordu tarafından teklif edilen yeni görevi, ilk filmde âşık olduğu Charlie’yle tanışmasını hatırlatan bir sekansa atıfla üstleniyor ve gizli bir görev için birkaç Top Gun pilotunu eğitmeye başlıyor. Bu andan itibaren Maverick ve Rooster arasındaki çatışma, yeni filmin devraldığı mirasın uzantısı olarak öykülemenin mayasını oluşturuyor.

YENİ FİLM YENİ AŞK

İlk filmden hatırladığımız ‘Ice’ takma isimli Val Kilmer gerçek yaşamda yakalandığı kanser sebebiyle sesini kaybettiği için “Top Gun: Maverick”in en buruk ve tuhaf biçimde en komik anlarının eşlikçisi.

Maverick’in koruyucusu sıfatıyla, Rooster’la Maverick arasındaki bağın bir başka durumunu oluşturuyor ve dramanın en önemli ayaklarından biri haline geliyor. Top Gun dünyasındaki en cüretkâr değişikliği ise Maverick’in özel hayatında gözlemliyoruz. Eski filmdeki Charlie yerine artık Penny ismiyle Jennifer Connelly var ve Maverick ile Charlie’nin aşklarının sembolü olan şarkı ‘Take My Breath Away’ de, eski bir aşkla tarihe gömülmüş durumda... 

Kuşkusuz Tony Scott’ın yarattığı Top Gun cephaneliğiyle müthiş bir doku uyumu yakalayan “Top Gun: Maverick”, salt bir nostalji yaşatmakla kalmayan, aynı zamanda izleğe ait tüm referansları senaryo metnine zımbalayan bir film. Havalı aksiyon sekansları ve müzikleriyle bu 80’ler fantezisini dev ekranda yeniden deneyimlemek için birçok nedenimiz var.  

Puanım: 8/10