Taşranın ‘Eubulus’u’: Boğa Boğa
“Bu ölü bir dünya. Daha da kötüsü kasvetli bir dünyaydı. Hava kuru ve berraktı. Havada zerre kadar rutubet, sis ve buhar yoktu. Ama gök yine de kasvet verici kurşuni bir örtü gibiydi.”
Başak Bıçakİstanbul Film Festivali’nde prömiyerini yaptıktan sonra Netflix’te gösterime giren Onur Saylak ve Hakan Günday ikilisinin yeni projesi Boğa Boğa, Jack London’ın “Yanan Gün” isimli romanından bu sözlerle açıyor perdesini.
Karanlığın kalbine doğru bir yolculuk yapan ana karakterimizin, birazdan içine gireceği ortamın yansıması olan bu betimleme aynı zamanda London’ın ünlü karakteri Elam Harnish gibi büyük bir zenginliğin peşi sıra çiftlik yaşamına dönen Yalın’ın serüveninin de kaba bir taslağı... Arabasında London’ı dinlerken gördüğümüz Yalın’dan sonra kamera kısa bir bakış atıyor yan koltuğa. Koltukta tıpkı Yalın gibi yeni yaşamına yolculuk yapan vazo içindeki kaktüs girizgâhı tamamlayacak nesneyi oluşturuyor. Bir dağın tepesindeki evin bahçesine kırmızı eldivenleriyle diktiği kaktüsün ardından sesleniyor bitkisine: “Evine hoş geldin.”
AV AVCI OLUYOR
Boğa Boğa’nın son dönemde sinemamızda sıkça karşılaştığımız taşraya gelen “yabancı” izleği, işte bu “yalın” ancak alegorik bakımdan dikkat çekici açılış sahnesiyle ilk andan görünürlük kazanıyor. Zengin ve büyük oranda “suçlu” bir geçmişin ardından, taşraya, köklerine dönen Yalın Şahin, Assos’ta eşiyle yeni bir yaşam kurmaya çalışıyor. Suçlu ya da suçsuz, yörenin bir parçası ya da dışarıdan gelen bir yabancı...
Sonuçta kısa sürede kabul görmediği taşranın ötekisi, bir kaktüsüne dönüşen Yalın kasabalının merhametsiz yüzüyle tanışıyor. Karısının “O her yerde yaşar” demesine ve özdeşleştiği bitki gibi toprağına hızlıca uyum sağlamasına karşın geçmişinden kaçışı uzun sürmüyor ve bir anda düşman ilan ediliyor. Bu noktadan itibaren tansiyonu yükseltmeye başlayan film taşranın “kurbanı” ana karakterinin üzerine gelen tehditleri birer birer savuşturmaya çalışması üzerine yoğunlaşıyor. Sakin ve mutlu bir yaşam için geldiği “kadim uygarlıkların, hoşgörünün, aklın hüküm sürdüğü” bir kasabada, merhametsizlikle, gaddarlıkla burun buruna gelen Yalın’ın karakteri, nefretle birlikte keskinleşiyor. Avken avcıya dönüşüyor.
Onur Saylak ve Hakan Günday ikilisinin Yalın’ın sırtına yüklediği “suçlu” pelerini ise dışlanan karaktere yöneltilen düşmanlığın saydamlığıyla güçlü bir hicvi de açık ediyor. London’ın Harnish’i gibi bölgeye gelen Yalın’ın, öykü ilerledikçe antik Yunan’ın banker Eubulus’una evrilmesi basit bir ötekileştirmenin çok ötesinde bir kinaye içeriyor ve mikrodan makroya bir tasvir barındırıyor. Filmin İngilizce adını oluşturan ve “mutlak güce” atıf yapan kavramla da destekleyebileceğimiz bu düşünce bir kasaba halkından hareketle bütün bir toplumu ve dahi gediklerini açığa çıkarmaya çalışan bir anlatının özünü ortaya koyarken, finaldeki etkileyici masa sahnesiyle de somutlaşıyor.
Boğa Boğa, tıpkı “The Shining”deki gibi elinde bir baltayla cinnetin eşiğinde gezinen ana karakterine yaşam veren Kıvanç Tatlıtuğ’un kusursuz yorumuyla güçlenen bir yapıt. Ancak bu vitrinin ötesinde, filmin çapalandığı bir gerçek var: Bakkal sekansında gördüğümüz ekonomik kriz vurgusu, ürünler üzerindeki fiyat artışını temsil eden etiketler ve hatta Saylak’ın “Daha” filmine referans veren göç kavramı çağdaş toplum ile bireyi şekillendiren motifleri simgeliyor ve finaldeki sahnede iyi-kötü arasındaki çizginin silinmesine hizmet ediyor. İşte o belli belirsiz çizgi bugünün bir tezahürü.
Puanım: 7.5/10