Tanrı, evren ve bilim
Evrenin ve varoluşun kavranış biçiminde farklı yaklaşımlar modernleşmeyle büyük değişiklik gösterdi.
Ayşe AcarModern çağ denildiğinde ilk aklımıza gelen şey bilimsel gelişmelerdir. Bilim; Sanayi Devrimi ve Aydınlanma’nın katalizörü olduğu gibi neyin modern (yeni, güncel), neyin gerçek ve neyin değerli olduğunu söyleyen bir otorite görevi de görmüştür. Erken dönemlerini hesaba kattığımızda 1400’lü yıllarda başlayan bu çağ yerini postmodern zamanlara bırakmış gibi görünse de postmodern dönem, çağdaş kurum ve kavramları kullanmasından dolayı özerk bir çağ niteliği taşımamaktadır. Postmodern dönem, modern çağın bir uğrağı niteliğindedir ve modern çağ devam etmektedir.
Bilimsel gelişmelere ve bugün içinde bulunduğumuz laik dünya görüşünün var olmasına neden olan şey eleştiridir. Eleştiri, aklın bir faaliyet olarak etkinlik göstermesinin ön şartıdır. Modern çağın başlamasına neden olan eleştiriyse din adamlarının Tanrı-evren anlayışına yöneliktir.
TANRI, EVRENDE MİDİR?
Yapılan eleştirinin Tanrı-evren anlayışına değil, doğrudan din olgusuna ve Tanrı’ya yapıldığını düşünmek içinde bulunduğumuz çağı yüzeysel okumaya neden olmakta ve sorunları analiz ederken olası çözümlerin önünü kapatmaktadır. Bilimsel gelişmelerin önünde engel olan ve eleştirilen anlayış evren için şöyle der: “Bu evren bir amaç için Tanrı tarafından yaratılan bir evrendir. Tanrı, doğada olan biten şeylerin nedenidir. Ateşin pamuğu yakma nedeni, güneşin doğup batması, elmanın yere düşmesi…” Tüm bunların ardında bir Tanrı ve iradesinden kaynaklı yönelimler bulunur. Tanrı, evrende olan bitenlerin nedeniyken evren; düzenli ve yüce oluşuyla Tanrı’nın varlığının delilidir. Bu karşılıklı ilişkide evrene soru sormanın yolu bütünüyle kapatılmıştır. İşte eleştirilen şey budur.
İNSAN MERKEZLİ TANRI-EVREN ANLAYIŞI
Tanrı’yı evrende arayan anlayış tek görüş zannedilse de Tanrı’nın varlığının delili olarak insanı gösteren irfan öğretilerinin evren ve Tanrı hakkında ne dediği genelde dikkatlerden kaçar. Dünyanın her yerinde bu irfan öğretilerinin örnekleri bulunmaktadır. Anadolu’da bu anlayışa Alevi-Bektaşilik ve Melamilik gibi gelenekler örnek olarak gösterilebilir. Bu geleneklerin evren anlayışını Hz. Ali’nin şu sözü özetlemektedir:
“Sen kendini bu alemde küçük bir zerre zannediyorsun oysa bütün alem dürülü bükülü sendedir.”
Ünlü Alman filozof Fichte’nin “Ben Olmayan”ın “Ben” tarafından nasıl içerildiğine dair yaptığı açıklamaları hatırlamamak olanaksız. Hz. Ali ve Fichte gibi düşünürler makro kozmos (büyük evren) olarak insanı, mikro kozmos (küçük evren) olarak evreni görmektedirler. İnsan, düşüncesiyle evreni kapsayan ve kapsadığı için evreni bilen varlıktır. İnsanın evrene soru sorması, bilim yapabilmesi bu nedenledir.
PEKİ TANRI NEREDEDİR?
İnsan düşüncesi bir ayna görevi görüp evreni açığa çıkarırken Tanrı, insanla ilişkisinde bilinen bir varlıktır. Alevi Bektaşi ozanlarından Aşık Daimi, bakın ne diyor:
“Kainatın aynasıyım / Madem ki ben bir insanım / Hakk’ın varlık deryasıyım / Madem ki ben bir insanım / İnsan Hakk’ta, Hakk insanda / Arıyorsan bak insanda / Hiç eksiklik yok insanda, Madem ki ben bir insanım.”
Bu sözler yüksek bir bilgeliğe aittir. İnsan denilen varlığın kendini hakikat olarak ortaya koyması her şeyden daha önemlidir. İnsan, insan görünümünde doğan fakat kendini emeğiyle sonradan insan yapan varlıktır. Kendini “insan yapma” macerasına sokmuş kişiler yukarıda ifade edilen bilgeliğin değerini kuşkusuz anlayacaklardır.
Modern çağ aklını kullanma özgürlüğü gösterenlerin çağıdır. İrfan öğretileri modern olmanın önünde bir engel teşkil etmediği gibi modernitenin “eşitlik, özgürlük, demokrasi” gibi temel kavramlarını idrak edecek ve “Yetmiş iki milleti bir bilmeyen bizden değildir” diyebilecek insanları yetiştiren bir okuldur. Hünkar Hacı Bektaş’ın “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” demesinin nedeni budur.