Tanrı anlayışı, yılan ve dünya

Tanrı göklerde bir yerlerde değil bizim kolektif bilinç dışımızda var olur.

Ayşe Acar

Bir toplumun Tanrı anlayışı değişmeden o toplum değişmez…

İnsanlık tarihini, insanların iç dünyasının dışarı yansıması olarak okuyabiliriz. İç dünya iki ögeden oluşur: Bilinç ve bilinçdışı. Bilinç bize dışarıyı, dünyayı deneyimletir. Ağacı görmeyi, karşıdan karşıya geçmeyi, kitap okumayı, sanat, bilim yapmayı, ofiste, tarlada çalışmayı bilinçle yaparız.

Bilincin ne olduğunu, ne yaptığını anlamak kısmen kolay. Bilinçdışı için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Freud ve Jung’a göre bize bu konuda en büyük ipuçlarını rüyalar veriyor.

2022’de Brilliant British tarafından Google verilerinden hareketle bir harita yayımlandı. Dünyada en çok görülen rüyaları konu edinen bu çalışma şaşırtıcı sonuçlar veriyor. Haritada birinci sırada yılan görmek var. "Rüyada yılan görmek" ifadesi Brezilya'da ayda 352 bin, Türkiye'de ise ayda 214 bin kez internette aratılmış. Tüm dünyada ortak gördüğümüz rüyalar arasında diş düşürme, çocuk doğurma, evlenme gibi Jung’un arketip dediği şemalar bulunmakta.

Yılan arketipinin Âdem ve Havva’dan beri var olduğu, aradan geçen bunca zamana rağmen yılandan ayrılmadığımızı görmek dikkate değer bir durum. New York’ta yaşayan bir profesör de Orta Asya’da bir bozkırda yaşayan insan da, atamız Âdem de aynı rüyayı görüyor. Yapay zekâ çağındayız, yıllardır akıllı telefon kullanıyoruz fakat rüyada telefon değil yılan görüyoruz.

İnsanın bilinciyle ortaya koyduğu sayısız gelişme ve ilerleme varken insanın hiç ilerlemeyen hep aynı zamansız dilimde kalan yanı için Jung “kolektif bilinçdışı” diyor ve vahiy deneyimi için aynı alanı kaynak gösteriyor. Jung a göre din deneyimi Tanrı ile karşılaşma, vahiy alınması gibi deneyimler bilinç dışıyla ilişkilendirilmesi gereken meseleler. Bu şu demek: Tanrı dışarda, benim dışımda değil, içerde, en gizemli iç dünyamda var olan bir şey.

Jung’un bu analizlerinden hareketle peygamberler, toplumlar adına rüya gören kişilerdir diyebiliriz. Hz. Muhammed’in “Ben vahiyi ilk altı ay rüyamda aldım” ifadesi Jung’u doğrulamaktadır.

HERKESİN İDRAKI FARKLI

Peygamberler kutsal bir deneyim yaşıyor ve bu deneyim kitlelerle paylaşılıyor. Peki deneyimi duyanlar ya da yazılı metin haline geldiğinde metni okuyanlar duyduklarından, okuduklarından aynı şeyi mi anlıyorlar? Bu mümkün değil. Kutsal metinlerden herkes kendi idrak edebildiğini anlıyor. Bu metinlerin ana konusu Tanrı olduğuna göre herkes Tanrıyı kendine benzeterek içeri alıyor ve inanç dünyası kuruluyor. Soyut tanımlamaları kavrayamayan insanlar için İhlas ya da Fatiha Suresinde ifade edilenler metnin merkezi mesajı haline gelemiyor. Onlar için oruç, namaz gibi ritüeller soyut olmamalarından sebep metnin merkezi meselesi haline geliyor.

İşin en hassas tarafı ise şu; metne ilişkin bu anlayışlar kuşaktan kuşağa aktarılıyor ve Tanrı’ya dair toplumsal bilinç dışı böylece kurulmuş oluyor. İçine doğduğumuz kültürün Tanrı anlayışında Tanrı ibadetlerin yapılıp yapılmadığını önceleyen, insanları mütemadiyen gözlemleyip tedirgin eden, kadın-erkek eşitliğini makul bulmayan, din ve kültür çeşitliliğine sıcak bakmayan ve sanattan hoşlanmayan bir Tanrı’ysa bize ait dünya da buna benzer biçimde kuruluyor. Ola ki doğduğumuz kültürde Tanrı korkutan değil şefkatli, özgürlüklere olanak tanıyan, kadını, doğayı ve ötekini seven bir Tanrıysa dünyayı algılama biçimimiz de buna benzer oluyor.

Korkutan ve korkutmayan Tanrı anlayışları… “Aynı kutsal metinden nasıl oluyor da IŞİD ve Mevlana, Yunus Emre ve Hizbullah doğabiliyor” sorusuna yanıt bu olsa gerek.