Sürüden ayrılmanın 'ölümcüllüğü' üzerine: Rüya Senaryo
Yönetmenliğini Kristoffer Borgli’n üstlendiği filimde suda kaynayan kurbağa sendromu zekice kurgulanmış.
Başak Bıçak“Örneğin, sürünün içine daha çok karışmak... Avcıların, avlarını belirlemesi gerekir. Bütün bir sürüye saldıramazlar böylece. Yani belirgin bir durumdaysanız hedef haline gelirsiniz.”
“Rüya Senaryo”nun hemen başlangıcında yer alan bu cümleler filmin ana karakteri, bir üniversitede profesörlük yapan Paul Matthews’a (Nicolas Cage) ait. Dahası, “sıradan” bir adamken bir sabah uyandığında çevresindeki herkesin, ailesinin, arkadaşlarının ve hatta onu tanımayan insanların bile onu bir anda rüyasında görmeye başlamasıyla kültürel bir sansasyona yol açan ve rüyası kâbusa dönüşecek Paul’ün karakter yolculuğunu da ilk andan açık ediyor...
Güneşli bir sonbahar günü... Etrafta otları temizleyen Paul ve karşısında oturarak onu izleyen kızının sakin ve huzurlu hali bir anda masanın camını kıran bir kurbağalı anahtarlıkla bozuluyor. Havadan birbiri ardına düşmeye başlayan eşyalarla birlikte biz neler olduğunu anlamaya çalışırken Paul’ün “kayıtsızlığı” karşısında yaşadığı şoku anlatan kızıyla birlikte bunun aslında bir rüya olduğunu fark ediyoruz. Ancak bu imgelem yalnızca bir süre sonra herkesin Paul’ü rüyasında görmesiyle başlayacak bir dizi olayın başlangıcını değil aynı zamanda Paul’ün yaşamındaki “kırılmayı” başlatan sendromu da tanımlıyor. Hiçbir şey yapmadığı halde tanıyan ya da tanımayan herkesin onu rüyasında görmesiyle ortaya çıkan garip durum Paul’ü bir anda dünyanın en ilginç adamına ve üstelik fenomenine dönüştürüyor. Öte yandan onun rüyalardaki kayıtsızlığıyla gelişen bu viral tanınırlık onu adeta, kaynayan suda öldüğünü fark etmeyen bir “kurbağa” haline getirmeye başlıyor.
KURBAĞA VE KARINCALAR
Suda kaynayan kurbağa sendromu zekice kurgulanmış ve tüm sıradanlığıyla sizleri cezbedecek Paul karakterini açıklayan tek öge değil çünkü çalışma alanı olarak seçtiği karıncalar bile onun çok boyutlu yaratılışının bir katmanı... Gerçekten de gözlüğü, ortası dökülmüş saçları ve barda bile üzerinden çıkarmadığı yeşil parkasıyla alelade bir üniversite profesörü imajı çizen, genelde pek kimsenin sevmediği ve akşam yemeklerine davet etmediği Paul’ün bir anda değişen yazgısı karşısındaki ilk hamlesi yine karakterinin çizdiği çerçevenin içerisinde, karıncalar üzerine yazmak istediği kitabını yayımlatmak düşüyle sınırlı kalıyor. İlgi çekici olansa Carl Jung’un kolektif bilinç dışı teorisinin meyvelerini toplarken kendisine çizilen sınırların dışına çıkmak istediği anda iptal kültürünün acımasız yüzüyle tanışmasıyla gerçekleşiyor. Yani bir bakıma istemeden de olsa “sürüden ayrılan” Paul, yıldız olmanın karşı konulamaz hazzıyla hareket ettiğinde “hedef” durumuna geliyor. Nasıl ortaya çıktığı anlaşılamayan bir rüya salgını onu iptal kültürü kâbusunun kurbanı yapıyor.
Yönetmen Kristoffer Borgli’nin, günümüz sosyal medya alışkanlıkları, yarattığı fenomen ve yeni tür şöhret mefhumu ile bu dünyanın acımasızlığı ve dahası tekinsizliği üzerinde temellendirdiği senaryosu sırf dünyada değil ülkemizde de yakın zamanda tanıklık ettiğimiz “rüyanın kâbusa dönüşmesi” ve iptal kültürünün sonuçlarıyla doğrudan ilişkili. Geçtiğimiz yıllarda izlediğimiz “Tar” ile “Sick of Myself” filmleri tümüyle bu dünyanın vahşi doğasına yönelikti ancak “Rüya Senaryo”, hicvin içerisine gerçeküstü bir olayı ve “ucube” denebilecek bir figürü eklemlediğinde ortaya karakteri gibi “sinir bozucu” bir kara komedi çıkıyor. İnsan doğası, şöhretin yarattığı dönüşüm ve özellikle günümüz yıldızlarının bıçak sırtı yaşamları üzerine parlak bir film Rüya Senaryo ve Nicolas Cage, kariyerinin en iyi performansını veriyor.
Puanım: 7.5/10