Sunay Akın: Gençlerin hayalleri sistemi değiştirdi

Yazar, belgesel yapımcısı, kendi deyimiyle ‘meddah’ Sunay Akın şu sıralar Komili’nin katkılarıyla Ayvalık hakkında çektiği “Bilginin Işığında: Ayvalık” belgeseliyle gündemde. Oğlu Ali Ozan Akın’ın yapımcılığını üstlendiği belgesel vesilesiyle Sunay Akın’ın kapısını çaldık ve keyifli bir sohbete koyulduk.

Emrah Kolukısa

Sunay Akın ile bir zamanlar Zürafalı Bahçe olarak bilinen Göztepe’de, Oyuncak Müzesi ile aynı sokaktaki ofisinde buluştuk. Oyuncak Müzesi, her geçen yıl büyüyen koleksiyonu ve her geleni kendine hayran bırakan tasarımıyla Türkiye’nin benzersiz kültür değerlerinden biri şüphesiz. Ama Sunay Akın son elektrik faturası 13 bin TL gelen bu müzeyi kurup korumanın, tüm zorluklara rağmen yaşatmaya çalışmanın dışında kitaplar yazan, sahne gösterileri yapan (“Ben bir meddahım” diyor kendisi için) ve belgeseller hazırlayan çok yönlü bir yaratıcı. Zaten onunla bir araya geliş sebebimiz de çektiği “Bilginin Işığında: Ayvalık” belgeselini konuşmak. Youtube üzerinden izlenebilen belgeseli konuşmaya otursak da laf  lafı açıyor ve zamanın nasıl aktığını anlamadığımız bir güne evriliyor sohbet.

Fotoğraflar: Vedat Arık

- Ayvalık hakkındaki belgeselinizin hikayesiyle başlayalım. Nasıl gelişti fikir, neydi çıkış noktası belgeselin?

Aslında bu birkaç yıl öncesinde benimle oğlum Ali Ozan arasında çıkan bir düşünceydi. Kentler üzerine pek çok filmler, belgeseller yapıldı, yapılıyor... Fakat akıllarda kalan hep Barış Manço’dur. Barış manço’nun gittiği kentlerin girişindeki tabelada yazan nüfus bölümüne eklediği ‘1’ rakamıyla beraber başlayan belgeseller apayrı bir tat bıraktı herkesin dilinde. Ben de hep başlı başına bir kenti, bir bölgeyi anlatan programlar yapmayı düşünüyordum. Buna Ali Ozan’la yurt dışında başladık. Amsterdam’a gittik, anlattık. Ama anlatırken Cavit Cav’ı da anlattık. Yani daha önceki belgesellerde olduğu gibi orayı sadece kendi kültürü içinden bakarak anlatmadık... İlk milli bisikletçilerimizden Cavit Cav’ın 1928 Amsterdam Olimpiyatları’nda pedal çevirdiğini de anlattık. Ve aynı şekilde Can Yücel’in bir bisiklete atlayıp Amsterdam’a gitmeyi anlattığı şiiri de var. Bu hikayeler ve metinler üzerine kurduk yaptığımız programı. Sonra mesela Nürnberg’i çektik. Nürnberg benim hayatımda çok önemli, çünkü oyuncak müzesi fikri benim aklıma o kentte geldi ilk. 

- Doğru, orada da çok güzel bir oyuncak müzesi var.

Evet, bundan 30 yıl önce gittiğimde o müze beni çok etkilemişti ve neden benim ülkem bu bilgi birikime sahip değil diye hayıflanmıştım, imrenmiştim. Ben kıskanmam; kıskanmak kendine inancı olmayan insanın meselesidir. Ama ben gıpta ederim, içimin yağları erir. İşte Nürnberg’i de hep o oyuncak tarihiyle beraber anlattık. Ama bunları yaparken hep içimizde bir ukte vardı; neden kendi ülkemizden bir kenti anlatmıyoruz? Daha donanımlı, daha nitelikli, daha profesyonel ustalarla birlikte, bu işin ustası olan yönetmenlerle, ışıkçısıyla, sesçisiyle beraber Türkiye’yi anlatalım istiyorduk hep. Sonrasında teklif aslında Komili’den geldi. Onlar bizi aradılar ve dediler ki ‘Biz bir hasat şenliği yapıyoruz, bunu da Sunay Akın’ın diliyle anlatmak istiyoruz, zeytin kültürünü, zeytin tarihini, Ayvalık’ı”... Onlar bizi davet ettiler, biz de sözünü ettiğim o içimizdeki ukteyi o yola çıkmışlığımız kendilerine sunduk. Gelin bu işi bu şekilde yapalım dedik ve ‘Harika fikir‘ dediler, ‘Bizim de istediğimiz bu zaten’. Oturduk, konuştuk, samimi olduklarını gördük. Oraya gidince de çok sıkı çalıştık. Çok da güzel bir misafirperverlikle ağırlandık. İlginç bir şekilde kendilerinden habersiz, bir araya gelmeden bile, aynı yolu yürümüşüz.

- Sanatla da iç içe bir kurgusu var belgeselin, değil mi?

Elbette. Bakın ben bir eser, bir yapıt ortaya koymak istiyorum. Sanat nedir? Bu iş böyle yapılır demek işidir, değil mi? Böyle yapılırdan kastım da Ayvalık’ı tamamiyle ressamlar, şairler üzerinden anlatmaktı. Benim yaptığım da o. Sabahattin Ali de var orada, Abidin Dino da var. 

- Zeytin bizim coğrafyamızda çok önemli yeri olan bir değer aslında. Zeytinyağı üretitimiz de hiç yabana atılır gibi değil, ama sanki bu anlamda dünyada hak ettiğimiz yer değiliz.

Değiliz, çünkü bakın, orada bir yüksek okul da açıldı bununla ilgili. Ama öğrencilerin yarısından fazlası 40 yaşın üstünde. Bir kısmı da sonradan oraya gidenler. Bu şunu gösteriyor, genç insanlar tarım alanına, ziraate yönelmiyorlar. 

- Doğru söylüyorsunuz ama şu da var; biliyorsunuz zeytinlik alanlarını madenciliğe açmak istiyorlar. Yani ülkenin tarım politikası bu haldeyken gençler nasıl geleceğini buraya yatırsın ki?

Çünkü ne yazık ki devlet tarım politikalarını önemsemiyor, onu gösteriyor bu. Yani madencilik diye bir şeyi öne çıkarıyor. Tabii ki madencilik de lazım. Hani hep diyorlar ya, ‘Köprüye karşı olunur mu?’ Köprüye tabii ki taraftarız ama doğaya zarar vermeyecek ve sonrasında etrafının imara açılmayacağı garantisi içerisinde bir köprüye evet derim. Çünkü İstanbul’da bunu gördük, bir köprü yapıldığı zaman köprüyle kalmıyor ki iş. Etrafı imara açılıyor ve bütün etrafındaki yeşil alanlar, ormanlık alanlar yok ediliyor, katlediliyor. Gelelim zeytine. Kaz Dağları’ndaki maden arama konusunda yapılan büyük kıyımı, tahribatı unutmayalım. Zeytin de bunun bir parçası. Bugün Türkiye topraklarının, ormanlık tarım alanlarının %80‘ine yakını maden sahası oldu, hatta %90 deniyor. Şimdi biz orman mı istiyoruz, sağlıklı bir beslenme mi istiyoruz, nedir bizim ihtiyacımız? Bizim ihtiyacımız karnımızın doyması mı? Tarım politikası budur. Hem de sağlıklı bir şekilde. Bizim ihtiyacımız oksijen mi, temiz hava almak mı, yoksa bizim ihtiyacımız çölleşmiş, zehirleşmiş, talan edilmiş gerilim korku filmlerindeki gibi, hani geleceğe anlatan filmler var ya, zehirlenmiş, yok edilmiş bir dünyada yaşamaya çalışan insanlar... ona mı dönüşmek? Bu kadar basit.   

‘ZEYTİNLİKLERİ MADEN SAHA YAPMAK AKIL İŞİ DEĞİL’

- Çok vahim bir manzara ama madenciliği önde tuttuğumuz sürece kaçınılmaz bir son sanki...

Çünkü bizde madencilik de olması gerektiği gibi, ileri ve gelişmiş anlamıyla yapılmıyor. Madencilik olmasın değil, ama madenciliğin koruma kuralları var, etik değerleri var. Biz, bizi yönetenlerin etik değerlerine güvenemiyoruz ki. Toplumu ve bu ülkenin geleceğini önemsediklerine inanmıyoruz ki, aldıklara kararlara güvenelim. Bütün sıkıntı burada. Bakın şimdi, zeytin alanları maden sahası ilan edildi. Şu tümcedeki anlamsızlığa bak. Bunu diyecek bir insan varsa burada bilimden yardım istemeliyiz. Nedir o, psikiyatri...  Çünkü bunu diyen insanın akıl sağlığı yoktur kardeşim. Bunu söyleyen arkadaşımız her kimse tedaviye ihtiyacı var, yani ona da yazık, onun da çoluk çocuğu var. Sonuna kadar yanındayız, desteğe ihtiyacı vardır, onu da kazanalım, kaybetmeyelim yani, anlatabildim mi? (gülüşmeler)  

Oyuncak Müzesi’ni yaşatmak zor olmuyor mu?

Zaten para bunun için lazım işte... Kendi yapmak istediklerimi yapabilmek için.. İnsanlar şunu anlamıyor, bana hep aynı şeyi söylüyorlar, ‘Madem maddi çıkarın yok, niye yapıyorsun?’ Bak arkadaşım, ben 6 yaşımda kendi kendime Türkçe öğrendiğimden beri edebiyatı çok sevdim ve yazıp çizdim. Geldim 60 yaşıma ben hep bunu duydum ya. ‘Bu işte para yok, mara yok, niye yapıyorsun?” Yahu sana ne! Ne diyeyim artık daha. Ben her kazandığımı, hatta aileden kalan her şeyimi bu müzeye harcıyorum. 16-17 yıldır ayaktayız, kimseden de destek istemiyorum. Ama bırakın desteği, hep köstek oldular. Vergiler, elektrik, doğalgaz faturaları... Pandemi oldu, kapandı burası, kimse de gelip sormadı ki, ‘Sen tek başınasın, bir kalemşörsün, nasıl ayakta durdun?’ diye... Niye sormadı kimse? Neredeler hani? 

‘GENÇLER SİSTEMİ DEĞİŞTİRDİ BİLE’

- Gençlik için ne düşünüyorsunuz? İktidarın yoğun baskısı onları yıldırıyor mu sizce? Umut görüyor musunuz geleceğe dair?

Hepimizden daha cesurlar gençler... Çünkü onların geçmişle ilgili ya da bu sistemin bozuk yanıyla ilgili göbek bağı yok. 

- Sistemi değiştirecekler mi diyorsunuz?

Değiştirdiler bile. Değiştirecek değil, değiştirdiler. Artık hangi sistemden söz ediyoruz biz? Gençlik demek kök salmak demek. Köksüz bir ağaç ayakta durabilir mi? Bakıyorsunuz şimdi gençlere, bizim kuşakların yapmış oldukları hataları reddediyorlar, bizi, hepimizi reddediyorlar. Ne güzel ya... Gençlerin bize ihtiyacı yok, kendimizi kandırmayalım. Bizim onların hayallerine ihtiyacımız var. Gençlik demek hayal demektir. Ve bu gençlerin sistemle hiçbir ilgileri, bağları yok. Hepimizden daha temizler, pırıl pırıllar. 

EN BATIDAKİ MEZARIMIZ...

- Ayvalık gibi belgeselini yapmak istediğiniz başka kentler de var mı?

Var. Hatay mesela... Hatay bu yıl Expo düzenliyor ve Hatay’ın belediye başkanı, aydınlık insan Lütfü Savaş’ın önerisiyle yine orayı da Sunay Akın’ın diliyle anlatacağız. Bir de Edirne’yi anlatmak istiyorum. Çok ilginç hikayeler var orada da. Edirneli ressam Hasan Rıza’nın hikayesi mesela. Balkan harbi sırasında herkes Karaağaç’tan kaçarken, işgal edilmiştir çünkü, Hasan Rıza tersine Karaağaç’a koşar, resimlerini kurtarmak için. Atölyesi vardır orada ve ne yazık ki orada öldürülür. Ve mezarı en batıdaki mezarımız. Bu ülkenin en batıdaki mezarı resimlerini savaştan kurtarmak isterken ölen bir ressama ait; gel de şimdi bunu anlatma.

Sunay Akın - Emrah Kolukısa

KEDİ MÜZESİ GELİYOR

- Sizin bir süredir uğraştığınız yeni bir müze fikriniz daha var değil mi?

Evet, Kedi Müzesi. Çok yakında açıyoruz, Mayıs ayında muhtemelen. Kediye dair her şey olacak orada. Masal, oyun, oyuncak ve çizgi roman tarihindeki kediler ilk kez bir müzenin çatısı altında bir araya gelecek. Bir tane daha müze üzerine çalışıyorum bu arada, Kardan Adam Müzesi... Çevre üzerine, çocuklara doğa sevgisini aşılayan, iklimi anlatan bir müze. İklim krizi çok vahim, böyle giderse gelecekte kar mar yağmayacak kardeşim.