Simya: Taştan insan yapma sanatı

Antik çağların gizemli çalışmaları günümüzde hâlâ merak uyandırıyor.

Ayşe Acar

Baz elementleri altına dönüştürmek mümkün müdür? Çağdaş dünyanın rahatlıkla “Hayır!” yanıtını vereceği bir sorudur bu. Peki simyacılar kalay, gümüş, kurşun ve cıvadan altın yapabileceklerini mi zannediyorlardı? 

Simyacılar hakkında Artephius şöyle diyor: “Her kim simyacı filozofların yazdıklarını simgesel değil de harfi anlamda anlarsa asla kurtulamayacağı bir labirentin bucaklarında kaybolur.” 

Kendimizi böyle bir labirente sokmadan konuyu anlamaya çalışalım.

Hayat nedir? Akıl nedir? Kuvvet nedir? Bu temel sorularla ilgili olan simyacıların tarihi kökenlerini bulmak için Khem diyarına yani Mısır’a gitmemiz lazım. Alkemi ve kimya sözcüklerinin kaynağı olarak gösterilen Khem, “karanlık” anlamına gelen bir kelimedir. Buradaki karanlık Mısır topraklarının rengine gönderme yapar. Simyaya “karanlık sanat” denilmesi ise toprakların renginden çok simyanın gizli süreçlerinin sürekli karanlıkta kalmasında aranmalıdır. 

Simya biliminin kurucusu olarak literatürde birkaç isim gösterilmektedir. Bu isimler arasında üç kez bilge Hermes en öne çıkan kişidir. İslam geleneğinde İdris peygamber olarak bilinen, Anadolu’da kullanılan “eren, ermiş” sözcüklerine de kaynaklık eden bu isim sayısız bilimin kurucusu olarak kabul edilir, simya yalnızca onlardan biridir. Yazının da mucidi olan Hermes, simyaya ilişkin sırları zümrüt tabletlere yazmıştır.

Keldaniler, Fenikeliler, Babilliler gibi birçok kadim doğu halkının bu ilmi bildiği söylenir. Yunan ve Roma’da da bu sanat uygulanmıştır. Orta çağlar boyunca simya yalnızca bir felsefe ve bilim değil aynı zamanda bir dindir. 

Manly P. Hall’un şu açıklaması oldukça dikkate değer, “Kendi dönemlerinin dini kısıtlamalarına isyan edenler, felsefi öğretilerini altın yapma kılıfı altında gizlemişlerdir.”(*) Böylece bir kişisel özgürlük alanı yaratıp idam edilmek yerine aşağılanmayı göze almışlardır. Simya üç aşamalı bir sanattır ve üçgenle sembolize edilmektedir.

Metin Bobaroğlu, “Simgesel Düşünme” eserinde “simge” kavramına odaklanarak şöyle diyor: 

“Simyacılar, metallerle düzenli deney yapmalarına karşın bugünkü anlamda bir kimyacı veya metalürji mühendisi değildirler. Onlar bir yandan metallerle deneyler yaparak doğanın gizlerini araştırırken diğer yandan metallere simgesel değerler yükleyip onların arındırılmasına paralel olarak kendilerini de arındırmak dönüştürmek isterler.” (**)

FELSEFE TAŞI

Simyacılar denildiğinde Harry Potter sayesinde ilk aklımıza gelen şey olasılıkla “felsefe taşı” olsa gerek. Felsefe taşı Latince’de “occultum lapidem” diye adlandırılır. Bu bir dönüşüm ilkesidir. Cıvanın altına dönüşmesinden kastedilen aslında bir simyacı, bir sophos (bilge) aracılığıyla kişinin kendini insana dönüştürmesidir. Simyacı filozoflar aslında taştan insan yapabilen kişilerdir. “V.I.T.R.I.O.L.” kodu bize bunu söyler. 

Simya sanatının ana kodu olan Vitriol’un açılımı tam olarak şöyledir: “Visita interiora (interiorem) terræ (tellus) rectificando invenies occultum (operae) lapidem” yani “İçine seyahat et (içine dön), toprağının içindeki felsefe taşını bul ve rektifiye et (arıt).’

Peki bu nasıl yapılacaktır? Bobaroğlu’ndan yardım alalım: “En büyük drama ‘yaşam-ölüm’ dramasıdır. Ölüm karşısında yaşamın sorgulanması insanı varlıkbilimsel (ontolojik) bir anlam arayışına iter. Bu nedenle ‘niye varım’, ‘yaşamsal amacım nedir’ ‘insan olmak, hangi değerleri yaşama geçirmekle olanaklıdır’ gibi sorulara yanıt aranır.’

Sokrates’in dediği gibi “Sorgulanmayan yaşam, yaşam değildir.”

* Manly P. Hall, Tüm Çağların Gizli Öğretileri, Mitra Yayınları

** Metin Bobaroğlu, Simgesel Düşünnme, Destek Yayınları