Sıla: Kalptense kalbe gider
Sıla, salgın dönemini arınarak geçirdiğini söylüyor. Tüm şehirlerin ve hatta dünyanın susması bir anlamda ona iyi gelmiş. Ertelediği yüzleşmeleri derinliklerinde çözmüş, kendi ile hesabını da görmüş. “Ben kendimi tamamlamayı tercih ettim. Zorlu sınavlarım oldu, herkesin olur. Üstüne gittim. Peşime düştüm. Şimdi çok daha hafif ve gerçek bir yerdeyim” demesi de bundan.
Ali Deniz Uslu / CumhuriyetSıla’nın yeni albümü “Şarkıcı” 15 şarkılık uzun soluklu müzikal bir serüven. Kendi tabiriyle bu çalışmasında daha doygun ve geniş nüfuzlu bir yere kırılmış direksiyon. Albümün prodüktörlüğü de ona ait. Sıla, şarkı sözlerinde duygu coğrafyasının her yerine dokunmuş. Şarkılarının sahiciliğinin sırrı da her şeyi olanca çıplaklığı ile anlatmasından geçiyor. “Kalptense kalbe gider” diyor Sıla, “Herkesin içinde küt diye soyunabilmek kolay değildir, hem soyunacaksınız hem de etinize bakmayacaklar. Çıtanın yüksekte olması iyidir.”
İşte anlattıkları...
- Dile kolay altı yıl geçti son albümün üzerinden. Hem salgın hem memleketin hali, zor zamanlardı. Nasıl geçirdiniz bu dönemi?
Evde sıkılan biri olmadığımdan çok da zorlanmadım. İstanbul’un susması iyi bile geldi. Kapanmadan üç ay sonra Bodrum’a kaçtım. Malum yazı işleri müdürlüğü, müzik... Ertelediğim şahsi yüzleşmeler, barışlar, derinlikler... Hiç bu kadar blok bir arınma dönemi yakalama şansım olmamıştı, değerlendirdim.
- “Şarkıcı” albümü müzik yolculuğunuzda biraz farklı bir yerde. Kadim toprakların melodileriyle yeni dünyanın ritimleri yüzde yüz Sıla’nın duygusuyla harmanlanmış. Nedir “Şarkıcı”nın sizdeki yeri ve üretim süreci?
“Şarkıcı”ya başladım, ipin ucu kaçtı bende. Pandemi evveli biten şarkılar vardı, albüm bir yerdeydi zaten. Salgın, bilinmezlik ve getirdiği kaygı sebebiyle hiçbirimizin konsantrasyonunun müzik yahut yeni bir şey olmadığını da göz önünde bulundurarak albümü durdurdum.Bugün bu kararın doğru olduğunu görüyorum; çünkü vedalaştığım şarkılar oldu. Yeni şarkılar yazdım, yazdık. Daha doygun ve geniş nüfuzlu bir yere kırdık direksiyonu. Duyduğunuz o. Duyulduğu için de çok mutluyum.
- 15 şarkı... Hangisinden başlamalı, duygu coğrafyasında her yere dokunmuşsunuz. Şehirli bir ozanın mısraları müziğe işlemiş gibi. Daha çok hikâye, daha çok dert anlatmak istemişsiniz, ne dersiniz?
Yazarken de şarkı söylerken de en büyük motivasyonum anlatmak. Olduğu gibi, yalın, kelimeleri giydirmeden yani çıplak... O zaman ulaşır hikâye. Kalptense, kalbe gider. Zihnin kurduğu oyun buralarda çalışmaz. Elbette iyi anlatabilmek, bunu iyi yapabilmek bir hedefti. Herkesin içinde küt diye soyunabilmek kolay değildir, hem soyunacaksınız hem de etinize bakmayacaklar. Çıtanın yüksekte olması iyidir.
- Melankoli, efkâr ne kadar yoğun olsa da şarkılarda tebessüm, ince bir mizah da hissediliyor. Umudu büyütmenin bir yolu olsa gerek gülmek?
Umutsuz hayat geçmez. Ben neşeliyimdir. Muzip olanı şarkıya yüklemek de eğlenceli oluyor. Bir de sonsuza kadar kuyunun dibinde oturup, bir kalbin sırrından çağıramazsınız, fenalık gelir. Uzun süreli buhranlar benim için uygun değil. Kederde miyiz, kederdeyiz. Saat kaç oldu, çıkalım mı artık? Ölüm yok ortada, doğru mu? Doğru. Hadi o zaman işimize bakalım.
- Peki, “Ne olacak bu memleketin hali?”
Bu rakı masası konusu değil miydi? Vallahi tükendik bu sorudan, sorunun cevapsızlığından.
- “Kalksın Uyuyanlar” şarkınızda “Ne kadar ayrılık s¸arkısı varsa dinledim/ Anladım herkesin aynı yerde yaresi” diyorsunuz. Tüm bu kaosun içinde aşk nerede duruyor sizde ya da bu yüzyılın aşkları nasıl yaşanıyor?
Tam bu kaosun ortasında aşk da daima tüm kaotik becerisiyle tur atar. Ali Murat İrat’la “Bin Yılın Aşk Mektupları” diye bir kitap derledik. Kitap, Anais Nin’den Nazım Hikmet’e kadar aşk başlığı altında yazılmış mektuplardan oluşuyor. İki sevgili, ebeveyn çocuk, iki yaren, dost arasında gidip gelen mektuplar... Bütün bu gönül ilmekleri karşısında şahitlik ettiğim şudur; aşk, hudutsuz ve dengesiz bir şey. Aşkla ilgili, “Bu delikanlı en yakın düşmanın, hançeri hep elinde” diye yazmıştım.
- Albümdeki tüm şarkılarda biriyle konuşuyor gibisiniz. Bu müzikal iletişimi planlamış mıydınız?
Yine hikâye anlatıcılığına selam çaktığımız malum. Plan denebilir mi, bilmiyorum. O kadar aritmetik bir şey değil. Kendiliğinden gelişmiş de olamaz. Çünkü bunu iyi yapmak bir hedef. Dolayısıyla var olan becerinin üzerine düşmek ve çokça çalışmak doğru cümle olacaktır.
- Albümdeki “Başgan” parçanız da hicve ve hareketli ritimiyle bir başka duruşa sahip. “Ortandan da yırtılsan da/ Gögˆsüm duvar yırtınsan da/ Heyecanlanma yolumdan döndüremezsin/ Bizde böyle dedik ya bas¸gan/ Unuttuysan derdine yancan/ Kıssadan hisse buraları söndüremezsin”...
Hep kahramanlara şarkı yazılmaz ki. Kendini başkan zannedenlerin de şarkısı olmasın mı? Lazım olur.
- İstanbul’dan uzak olmak size neler getirdi, neler değiştirdi?
Yeterince payetli bir iş hayatım olduğundan geri kalan zamanda sade ve düz ayak bir hayat tercih ediyorum. Egeliyim, haliyle bu topraklar bana çok iyi geliyor. Hele ki Bodrum... Tenhada okumak, yazmak, minik mahallenizde alışverişinizi yapmak, düzenli gittiğiniz bir iki lokantanızın olması, yürüye yürüye denize çıkmak... Bana güneşli bir rüya gibi geliyor.
- Hepimiz hayatımızda zor sınavlar verdik. Dersler aldık, belki de kaldık. Siz bu anlamda nerede görüyorsunuz kendinizi?
Özgürleşebilmek için kolay olmasa da kendinizle, olan bitenle yüzleşmeniz gerekir. Sinir bozar, düzen bozar. Güvenli alanınızdan mahrum eder. Yüzleşmekten kaçarsanız o çok beğendiğiniz kimliklere uzaktan bakar, iç geçirirsiniz sadece. Ben kendimi tamamlamayı tercih ettim. Zorlu sınavlarım oldu. Üstüne gittim. Peşime düştüm. Şimdi çok daha hafif ve gerçek bir yerdeyim. Çok iyiyim. Çocukluğumdan bu yana beni iyi tanıyan bir dostum albümü dinlediğinde, “Şarkı söylemen de değişmiş, sert değil artık, net” dedi. Her yere sirayet eder tabii.
- “Şehirli bir ozanın mısraları işlenmiş” demiştim ya röportajın başında. Şiirde neredesiniz? Yeni kitap var mı ufukta?
Şiir başına buyruk bir kardeşimiz. Kedi gibi kendi istediğinde geliyor. Elbette uğradığı hiçbir vakti kaçırmamaya çalışıyorum. Biriktikçe yol belli olacak.
SİZİ KİMSE DUYMAZ!
- Bu ülkede kadın mücadelesi de yorucu, sıkıntılı. Şiddet, cinayetler ve tacizin her türlüsü… Politik dil zaten sıkıntılı. Daha yaşanabilir bir Türkiye, daha yaşanabilir bir dünya nasıl mümkün olacak?
Burası bize susmayı öğreten bir coğrafya. Aksi ayıp. Derdinizi anlatmazsanız, kimse sizi duymaz. Herkes birbirini susarak anlamak mecburiyetinde de değil. Burada problem, “Tamam, ben ifade edeyim de neye yaslanarak?” Bizim sırtımızı yaslayacak duvarımız, sarılacak babamız yok. Hukuki olarak düzenlenmesi gereken meselemiz çok. İstanbul Sözleşmesi’nin iptali bütün bu olan ve olacaklara davetiye gibi. Ezcümle, bu zalim dünyada, kendi geleceğinizi, başkalarının hayatlarıyla çok da ayırmadan öngöremezseniz. Daha çok çocuğumuz öksüz kalır, genç fidanlarımızı da toprak alır.