Selahattin Paşalı: Bıçağı lavaboya fırlattım
Son günlerin en dikkat çeken oyuncuları arasında yer alan, Selahattin Paşalı’la İstanbul Film Festivali’nde izleyiciyle buluşan “Mukavemet”in oyunculuk anlamında epey zorlayıcı çekim öyküsünü ve yakın zamanda Cannes Film Festivali’nde uluslararası izleyiciye “merhaba” diyecek oyunculuk kariyerini konuştuk.
Deniz Ülkütekinİstanbul Kurtuluş’ta bir sokak, akşam saatleri... Güven sorunları olan genç bir çift, kimlik bunalımları ve gelecek kaygılarıyla sarsılamakta olan bir ilişki... Birden kapı çalar, kızın kendisine takıntılı eski sevgilisi hesaplaşmaya gelmiştir. İstanbul Film Festivali’nde izleyiciyle buluşan “Mukavemet”, tek planda kesintisiz çekilmesiyle Türk sinemasında yenilikçi bir örnek.
Cinsiyet sorunları üzerinde şekillenen şiddeti yansıtma biçimiyle dikkat çeken filmin başrolünde yer alan Selahattin Paşalı ile bu sıra dışı oyunculuk deneyimine ilişkin anılarını ve yaşamındaki kilometre taşlarını konuştuk; filmin yönetmeni Soner Caner’den de zorlu çekim sürecinin öyküsünü dinledik.
TEK
PLAN BÖLÜNMEYEN ENERJİ
Mukavemet’in çekimlerinin
bir gecede, aksiyon kesilmeden tamamlanmış olması bir oyuncuyu
epey zorlayabilir. Çünkü bildiğim kadarıyla oyuncular bir role
girdiklerinde o rolü her anlamda yaşarlar, sette başarılı
olmanın sırrı da biraz bu olsa gerek. Bu açıdan bakınca, bir
karaktere bürünüp bütün gece onun benliği içinde kalmak sizin
için epey yıpratıcı olmalı.
Bahsettiğiniz “yıpratıcı
olma” durumunun, her bünyeye uymayan ve fazlasıyla sert filmimiz
dolayısıyla etkisinin çok daha fazla olduğunu söyleyebilirim.
Bir gün çekimlerden eve geldiğimde vücudumdaki adrenalini
yavaşlatmak adına bir kadeh içki hazırlarken, limon kestiğim
bıçağı lavaboya fırlattığımı hatırlıyorum. Bir buçuk ay
provalarla geçti. Bu rolü tiyatro deneyimi olan biri oynamalı,
diye düşündüm hep. Çünkü tek plan filmde bölünen enerji yok.
Tiyatrodaki gibi karakterlerimizle bir yolculuğa çıktık ve parça
parça çalıştık.
Afişlerde her ne kadar Ece ve ben olsak da,
Soner Caner’in rejisi doğrultusunda polisler gelene kadar üç
kişilik bir dansın içindeydik. Film ekip işidir, ama tek plan,
birlikte hareket etmenin, zamanlama ve konsantrasyon kavramlarının
önemini bir kez daha öğretti bana. “Bu coğrafyada doğan
erkekler ‘erkeklik hastalığına’ yakalanıyor, ben de bunun
filmini yapmak istiyorum” dedi Soner Caner. Ülkemiz için hassas
olan bu konuda, mesleğimle, şiddete karşı eylemde bulunmaktan
dolayı çok mutluyum.
Projelere karar verirken hangi
kriterlere dikkat ediyorsunuz?
Menajerlik ofisim, karakter
oyunculuğu yapmak istediğimi biliyor. Geçtiğimiz yıl, Emin
Alper’in filmindeki rolümü de düşündüğümde arka arkaya,
birbirine benzemeyen roller, büyük projeler nasip oldu. Nasip oldu
diyorum, çünkü bu iş sadece bende, menajerimde ya da titiz
davrandığımız kariyer planıyla da bitmiyor. İşimizde kısmet
de, çalışmak da fırsatlar geldiğinde hazır olmak da önemli.
Kısmetli bir yıl geçirdim çok şükür, ama her zaman hazırdım.
Bu projelerden sonra şeytanın ensemde olduğunu biliyorum. Bu işe
olan açlığımı korumak ve audition’ları almaya devam etmek
zorundayım. Beş yıllık oyucuyum, “kriter” kelimesini
kullanmak istemem, ama gelişmek adına, oynamaktan korkacağım,
nasıl oynanacağını bilmediğim roller beni çok
heyecanlandırıyor.
TRAVMA
GÜÇLENDİRİR
Basketbol oynarken henüz 15 yaşında
İstanbul’a gelmeniz, ardından spor kariyerinizi bırakıp sanat
yönetimi okumak için Budapeşte’ye gitmeniz, Nijeryalı oda
arkadaşınız sayesinde oyunculukla tanışmanız ve bugüne kadar
gelen kariyeriniz... Yalnızlık ve hayal kırıklığıyla erken
yaşta tanışıp üstesinden gelmeniz ve kendini yeniden var
etmeniz, güçlü ve bir o kadar da manevi yönü baskın bir
karakteriniz olduğu izlenimi uyandırıyor. Düşüş anlarından
ayağa kalkmayı nasıl başardınız?
Hem araştırmanız
hem de tespitiniz için çok teşekkür ederim. Kaderci olmakla
teslim olmak arasındaki ince çizgiyi çok iyi ayırt edebildiğimi
düşünüyorum. Manevi yönümün baskınlığı da buradan geliyor.
Hep hayırlısı için dua ediyorum. Kalbimi temiz tutmaya
çalışıyorum. Tabii ki gönlüm kırılmıyor değil, ama olanı
kabul ediyor ve yola devam ediyorum.
Craft Oyunculuk
Atölyesi’nde eğitimler sırasında sıklıkla travmalarınızla
yüzleştiğiniz bir dönem olmuş. Travmayla yüzleşmek, insana
neler katıyor, bunları oyunculuk kariyerinizde nasıl
kullandınız?
Eskiden çalıştığım kişiye “bana
yatırım yapmak istersen beni psikoloğa götürür müsün”
demiştim. “Travmalar iyidir, yaralarını kapatmamak gerek”
demişti. Aslında ne demek istediğini çok iyi anlıyorum.
Travmalar yaşanmışlık katıyor insana. Hayat tecrübesi gizli
madenimiz. Bu maden de varoluşunuzla beraber oyunculukta fark
yaratmaya hizmet ediyor.
Emin Alper'in yönetmenliğini
yaptığı, sizin de başrolünde yer aldığınız Kurak Günler
Cannes’da “Belirli Bir Bakış” seçkisinde gösterilecek.
Uluslararası sinema izleyicisiyle buluşacak olmak nasıl
hissettiriyor?
Rüya gibi... Emin Alper ve tüm ekibimiz
adına çok mutluyum. Sonuna kadar tadını çıkartmaya gideceğiz.
Hedefim bu çizgiyi koruyabilmek. Umarım başarırım.
BİR ERKEKLİK HASTALIĞI
Film fikir
aşamasındayken konunun toplumsal yönünü de düşündünüz
mü?
Bu toplumda yaşayan herhangi bir erkek, samimi
olarak kendisi ile yüzleştiğinde nasıl korkunç bir hastalığa
kapıldığını fark edecektir. Bu, toplumun, ailenin, ilişkinin
tek iktidarı zanneden kendisi dışında bir cinsiyete alan
tanımayan bir hastalık... Bu, bizim gibi toplumların aileden okul
eğitimine, kültürle harmanlanıp erkek cinsiyetinde yarattığı
erkeklik hastalığıdır. Erkeği, kendisini nasıl korkunç bir
hastalığa bulaştırdığını yüzleştirmek istedim. Aynı
zamanda “erkeklik hastalığı”nı içinde taşıdığına asla
inanmayan erkekler için de bir yüzleşme.
Tek planda kesintisiz çekilen nitelikli filmler dünyada bile
sayılıyken böyle bir tekniği kullanmayı neden tercih
ettiniz?
Tek plan çekme kararı filmin hikâye aşamasının
devamında ortaya çıktı. Bu fikri ancak tek plan olarak çekerek
seyirciye doğru aktarabilirdim.
Çekim öncesi
yaşanabilecek olası aksaklıkları tabii ki gözden
geçirmişsinizdir. Ne gibi sorunlar sizi bekliyordu? Nasıl çözümler
ürettiniz?
Çekime başladığımızda, her şeyi önceden çalışmış olsak da aksaklıklar oldu. Örneğin bir çekimde filmin bitmesine on dakika kala kamera aküsünün kameraya güç veren kablosunda kısa devre oluştu ve kamera kapandı, o gün çekemedik. Bir gün çekip bir gün ara veriyorduk ve izleyip oyunculuk ya da teknik aksaklık sorunları varsa onları gideriyorduk. Günün sonunda elimizde yedi tane çekilmiş temiz tek plan film vardı. Her anlamda iyi olan bir tek planı seçtik.